Bütün hikâyeler kırık

MUSTAFA APLAY
Abone Ol

Yalçın Tosun Mesafenin Şiddeti'nde öyküsüyle şiddetin, acının, toplumsal konuların arasına "mesafe" koymuyor. Ritminin ve geriliminin yüksekliği ile dikkat çeken 16 öykü, bütün çarpıcılığı ve sertliğiyle okurunu bekliyor.

Yalçın Tosun'un beşinci öykü kitabı Mesafenin Şiddeti, geçtiğimiz aylarda Yapı Kredi Yayınları'ndan çıktı. "Mesafenin Şiddeti" öyküsü, kitabı incelerken ilk akla gelen ve vurgulanabilecek kavramsal ifadeler barındırsa da kitaptaki bir diğer öykü "Bütün Hikâyeler Kırık", okura kitabın ruhuna ilişkin daha net fikir veriyor. "Bütün Hikâyeler Kırık", hem başlığı hem de içeriği itibariyle, Mesafenin Şiddeti'ni incelerken başlangıç noktası olarak kullanabileceğimiz, kitabın merkezinde kabul edebileceğimiz bir öykü. Kırık kalpli, acıyı yaşayan, acıya tanık olan ve öteki olduğunu kabul etmenin sancısıyla hayatına devam eden bir karakterin etrafında dönüyor hikâye. Öykünün içeriğiyle ilgili çok fazla ayrıntıya girmek yerinde olmayabilir. Ama karakterin dışlanıyor olması, kitap boyunca karşımıza çıkan bir durum olduğu için önemli. Bunun yanında eşcinsellik temasını merkeze alması nedeniyle, yazarın toplumsal bir konuyu irdelemeye çalıştığını anlıyoruz. Öykü boyunca karakterin Londra'ya gitmek ve orada istediği hayatı kurmak arzusu çıkıyor karşımıza, bu da karakterin öteki olarak görüldüğünün farkına varmasıyla ilgili bir durum.

Yalçın Tosun

Merkezden dışa doğru açıldığımızda tematik olarak aslında çok da bir şeyin değişmediği meydana çıkıyor. Bir önceki öykü "Üç Çingene Kız", fark edilmek için tutuşan ama bir türlü bunu beceremeyen, imajında inşa etmeye çalıştığı kimlikleri toplum tarafından kabul görmeyen öteki karakterleri anlatıyor. Kitap okuyarak bir kimlik inşa etmeye çalışan kızı ve sarışın güzel bir kadını idealize ederek, kendini ona benzetmeye çalışan karakter, "öteki"lik durumunun nasıl bir kimlik krizine dönüşebileceğiyle ilgili fikir veriyor. Bunun yanında öyküde toplumsal konular yine bütün sertliği ve açıklığıyla işleniyor. "Çok Mutsuz Ama Çok Neşeliydik" yine toplumun fotoğrafını çeken türden bir öykü. "Nereye gitsek her şeyi önce bizim gibilerden bilirler zaten." diyen karakterin sözlerinden, yine bir dışlanmışlık durumunun varlığını görüyoruz. Toplumun fotoğrafı çekilirken elbette kameralara anneler, babalar, evlatlar da takılıyor. "Yaptıklarını unutmuyor ama seviyordum da." diyor ilk öykümüzün karakteri babası için. "Güvenmiyordum artık ona ama seviyordum da." diye de ekliyor. "Süpürge Satıcısı"nda ise anne ve babaanne ile yaşanan gerilimler, okura hiç yumuşatılmadan aktarılıyor ve anlatıcının çizmek istediği toplum imajı, bu figürler üzerinden görünür hale getiriliyor.

Yukarıda bahsettiğimiz durumlarla da yakından alakalı olarak acı, öykülerin en temel ve ortak meselesi. Hemen hemen bütün öyküler gözyaşıyla, ölümle ya da çaresizlikle sonlanıyor. Acı, bazen bildiğimiz öykü formatından farklı bir biçime sokulurken, bazen de rüyaların fotoğrafının çekilmesi gibi fantastik bir fikirle birleştirilerek, hüzünlü bir hikâyenin ana malzemesi haline getirilmiş.

Kızıl sakallı bir cücenin, karakterin rüyasına girerek o şarkıyı duyduğunda öleceğini söylediği öykü de kitaptaki diğer öykülere nispetle, acının okura daha farklı ve bir o kadar da ilginç biçimde sunulduğu bir metin. Bu acılarla dolu hikâyelerin ve toplumsal sorunlar üzerine kurulan cümlelerin yanı sıra, öykülerde yer yer gizem ve soru işaretlerinin de izlerini takip etmenin mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Bu belirsizlik hali öykünün gerilimini artırıyor. "Lunapark" öyküsünü okurken önce neden bahsedildiğini kolayca fark edemiyoruz. Bir metafor mu bu, anlatıcı kim, yoksa bir sapkınlığın hikayesini mi okuyoruz? Kitabın arka kapağına Mesafenin Şiddeti'nin dipdiri, doyurucu öykülerden oluştuğu yazılmış.

  • Doyurucu tam olarak ne ifade ediyor bilmiyorum ama dipdiri sıfatı sanıyorum; öykülerde diri tutulan bu gerilim hissiyle alakalı ve kesinlikle yerinde bir tanımlama. Mesafenin Şiddeti şeklen değerlendirilecek olursa; öykülerde anlatıcı ve karakterlerin dengeli bir şekilde içerikte yer aldığı söylenebilir. Arka kapakta yazarın anlatıcılığını uç noktalara taşıdığı yazılmış, sanıyorum kastedilen şey bahsettiğimiz bu denge hali. Fakat bu noktada anlatıcılık açısından, hatalı olan bir duruma da işaret edelim. Kitabın merkezi olarak kabul ettiğimiz öyküde bir karakter yaptığı bir telefon konuşmasında "Uzaktan bakıldığında yazlık evin içinden taşan genç bedenler, acemice hazırlanmış bir buketten fırlamış farklı renk ve dokudaki çiçekleri andırıyor olmalı." diyor. Her ne kadar sözün sahibinin sanatçı ruhlu bir karakter olduğu söylense de bu cümleler sahicilikten uzak görünüyor. Öykünün ve kitabın geneline yayılmayan bu sorundan da söz ettikten sonra yazarın kitabın başında yakaladığı ritmi son cümleye dek korumayı başardığını da belirtelim.

Hülasa Yalçın Tosun Mesafenin Şiddeti'nde öyküsüyle şiddetin, acının, toplumsal konuların arasına "mesafe" koymuyor. Ritminin ve geriliminin yüksekliği ile dikkat çeken 16 öykü, bütün çarpıcılığı ve sertliğiyle okurunu bekliyor.