Doğu ve batının efsaneleri bir arada

SELMA TÜRKÖZ
Abone Ol

Erkovan, yine okurunu şaşırtan ve bunun da ötesinde şaşırtmayı seven bir kimlikle karşımıza çıkıyor bu kitapta. Merkezinde insanın olduğu, içsel ve dışsal dünyayı birbirini ötelemeden sunmaya çalıştığı öyküleri, her satırıyla disiplinli bir çalışmanın ürünü olduğunun ipuçlarını veriyor.

“Zamanda bir gedik açıldı ve doğuyla batının efsaneleri birbirine karıştı. Ay ve Güneş Kumpanyası’nda Naime Erkovan fantastik öykü geleneğini devam ettirmekle kalmıyor, araladığı ironi penceresinden olağanüstü manzaralar seyrettiriyor okurlarına.”

Naime Erkovan’ın Şule Yayınları’ndan çıkan dördüncü öykü kitabı Ay ve Güneş Kumpanyası okuyucusuyla buluştu.

Girizgâhta kapak yazısını sunduğumuz Naime Erkovan’ın Şule Yayınları’ndan çıkan dördüncü öykü kitabı Ay ve Güneş Kumpanyası okuyucusuyla buluştu.

Erkovan, yine okurunu şaşırtan ve bunun da ötesinde şaşırtmayı seven bir kimlikle karşımıza çıkıyor bu kitapta. Merkezinde insanın olduğu, içsel ve dışsal dünyayı birbirini ötelemeden sunmaya çalıştığı öyküleri, her satırıyla disiplinli bir çalışmanın ürünü olduğunun ipuçlarını veriyor. Kahramanların olağanüstü dünyasında dolaşırken, (Mr. Sandman, Uçan Hollandalı, Anka, Şehrazat…) her durumda bir dokundurma bir çeşit gönderme yapılan gerçeklerle yüzleştiriyor okuyucuyu.

Masalsı dil ile başlayan “Soylu Sinbad” hikayesinde, belki de hikayenin adının verdiği şartlanmışlıkla, gemici Sinbad’ın sıradan bir macerasına şahit olacağınız izlenimine kapılsanız da yazar, Sinbad’ı yaşadığı yüzyıldan alıp bugüne getiriyor. Tipik insan doğası ve hırsına yaptığı ironik saptamalarla kendini sorgulatıyor okuyucuya.

Hayatın hele de edebiyatın tekdüzeliğine karşı koyuşta hayal gücünün devreye sokulduğunu görüyoruz. Ayakları gerçek dünyaya basan hayaller; okuyucuyu o fantastik dünyaya davet eden fakat bu davetin asıl amacının eğlendirmek değil mesaj vermek olduğunu anlatan hikayeler…

Şiddetli bir fırtınayla Anka’Kaf Dağı’ndan söküp Olimpos’a götürüşü, Kaf ve Olimpos imgeleminde doğu ve batı karşılaştırması ya da kabullenişlerimizin sorgulanışı:

“Sahip olmadıkları şeyleri vaat ettiler Anka’ya; yeter ki tekrar aralarına dönsündü. İkna edemeyeceklerini anlayınca diz çöktüler ve ona secde eder gibi önünde eğildiler. Görünmeyen bir yaratıcının varlığına iman edecek kadar çok şey yaşamış olan Anka bu eylemi kabul etmediğini göstermek için biraz daha yükseğe havalandı, ‘Bana secde etmekten vazgeçin,’ diye seslendi köylülere.” (“Anka’nın Çaresizliği”).

Yazar, imgeler dünyasındaki karakterlerin mümkün hikayelerine derinlikli göndermeler yapıyor. Zaman zaman bilinen klasik kahramanlar eliyle batı ve doğunun değerlerini karşılaştırdığına hatta çarpıştırdığına şahit oluyoruz:

“Birkaç gün sonra kadı, Robin Hood’la meydana yürüdü. (…) Asıl sözlerine insanları hazırladıktan sonra bir duyurusu olduğunu söyledi ve Robin Hood’u yeni zekât memuru olarak atadığını bildirdi.” (“Altın Pusula”).

Mimarın Arayışı
Post Öykü

Yazar, kendi doğallığı ve sadeliği içinde, okurun pay almasını sağlayacak kuvvette örüyor hikayesini. Anlatının içindeki mikro hikayeler yoluyla kitabın geneline gönderme yapıldığını görüyoruz. Erkovan’ı; sağlam dili, konuları ele alış şekli ve çeşitliliğiyle “yeni olan”ı yakalamış bir yazar olarak tanımlayabiliriz. Sadece biçime ve akla ya da sadece hayale odaklanmadan; akılla başlayıp hayal gücüyle yoluna devam etmek ve son perdede tekrar aklın sağduyusuyla noktayı koymak; bu yönlü akıl-hayal ilişkisi, akıl-sanat ilişkisi yazım tarzıyla öykü mekanik bir şey olmaktan çıkarılıyor. Gerek konu seçimiyle gerekse kahramanların nefes alıp verişleriyle cevheri içerikte saklı Bin Bir Gece Masalları’na modern bir öykünme sezdiğiniz eserler sunuluyor okuyucuya. Bunu sıradan bir seçim olarak ele alamayız, gerçekten de edebi bir öykünme bu; iyice düşünülmüş, ölçülüp biçilmiş parçaları yerlerine tam oturan zihinsel bir puzzle. Bu sayede okur, etiyle kemiğiyle örneklendirilmiş bir sürü hikaye türüyle tanışmış olmanın yanında, gerçek anlamda edebî kalitesi olan hikayeler de okumuş oluyor.

“Bakışın ürpertisiyle tuz buz olan ayna yerlere saçılırken Şehrazat, doğunun sıcak toprağına değil, batının buzdan kaldırımına yığıldı. Üzerini, evlere girmeyen kendi yorgun kelimeleri örttü.” (“Yönlerin Savruluşu”).

Kitabın genelinde fantastik kurgunun imkânsızlık bağlamında ele alınmadığını görüyoruz; realitenin zırhlı yüzüne ironik bir makyaj, soğuk ve zorlu dünyasında serbest bir dolaşma hakkı desek yanılmış olmayız herhalde. Satır aralarında karşınıza çıkabilecek şaşırtmalar, tahmin edilemezlik, orjinalite… Her hikayenin sonunda emeğin orada olduğunun idrakı; yazarın okuyucusuyla yolunu ayırdığı yer de orası aslında. Sessizce huzurdan çekiliş, asıl yüzleşmeyi karakterle okuyucuya bırakış; “Sürç-ü lisan” ettikse affola tarzında.