Dürüst adamın kendisiyle yüzleştiği

MAHMUT SAMİ YILDIZ
Abone Ol

Öyle görünüyor ki Arel her bir kitabıyla birlikte kendisiyle ve deneyimleriyle yüzleşmesini bir adım daha ileri götürüyor. Yine ve yine Benjamin'in de belirttiği gibi: "Hikâye anlatıcısı, dürüst adamın kendisiyle yüzleştiği kişidir." Arda Arel'de olduğu gibi.

Öykü yazarlığı ile hikâye anlatıcılığı arasındaki benzerlik ve farklılıklar, uzun zamandır edebiyat araştırmacılarının gündeminden düşmeyen, üzerine yüzlerce kitap kaleme alınmış bir konu. Bunca zenginliğin birkaç cümleyle özetlenmesi elbette imkân dışı. Fakat yine de görüş çokluğuna dayanarak kusurlu bir genelleme yapılabilir. Öykü yazarlığı, adı üstünde yazıyla ilişkilidir ve yazılı kültürün bir bileşenidir. Hikâye anlatıcılığı ise yine adı üstünde anlatı geleneğinin bir ürünüdür ve sözlü kültürün bel kemiğini oluşturur. Peki ya modern zamanlarda, yazıyla büsbütün işgal edilen zihinler söz konusuyken hikâye anlatıcılığını salt sözlü kültüre dâhil etmek ne kadar mümkündür? Yahut öykü yazarlığının sözlü kültürden tamamen koptuğunu öne sürmek? Kimi öyküler vardır ki gözle okunmasına rağmen işitilir. Kimi hikâyeler ise dinleyicisinin zihninde sesten çok yazıyla yankılanır. Bir hikâye anlatma amacındaki öykü yazarı da bu iki kutup -söz ile yazı- arasında salınıp durur. Birine yaklaşıp diğerinden uzaklaşabilir ancak her ikisinden de kopamaz.

Bu bağlamda, Ölü Piksele Ağıt adlı üçüncü öykü kitabı okurla buluşan Arda Arel için, "söz"ün ağır bastığı bir yazar demek yanlış olmaz. Önceki iki kitabında da yukarıda bahsedilen eğilimde olan Arel, Ölü Piksele Ağıt'ta öykülerini iyiden iyiye hikâye anlatıcılığına yaslamakta. Bu konuda gayet ustalaştığı da gözden kaçmıyor üstelik. Tabii böylesi bir iddia desteğe ihtiyaç duyar. Hikâye anlatıcılığındaki ustalığın nişanesini Walter Benjamin'in Hikâye Anlatıcısı adlı kitabında bulmak mümkün: "Bütün usta hikâye anlatıcıları, deneyimlerinin basamaklarında sanki bir merdivenden inip çıkıyormuşçasına bir aşağı bir yukarı rahatça dolaşıp dururlar." Arel'in öykülerindeki doğallık, kendiliğindenlik ve -Calvinocu bir söylemle- hafiflik bu ustalığın kanıtı niteliğinde.

Yine Benjamin'e göre hikâye anlatıcısı ancak şu iki grubu da temsil edebilen kişide tam anlamıyla vücut bulur: Yerleşik çiftçi ve ticaret yapan denizci. Arel'in öykülerindeki karakterler de tam olarak bu temsilleri karşılamaktadır. Gizemli ormanlarda gezinen ozandan, çöller aşan tüccardan, binbir türlü yolcuyu ağırlayan hancıdan ya da yana yakıla derdini anlatmaya çalışan vaizden daha iyi kim hikâye anlatabilir? Arel'in asıl karakterleri, kitabın kilit taşı olan hikâye anlatıcılığının en yoğun hissedildiği öykülerde yer almakta. Asıl karakterlerin öne çıktığı öyküleri, fantastik kurmaca olarak tanımlamak yanlış olmaz. Dikkatli okuyucunun da fark edebileceği gibi aynı coğrafyada geçen bu öyküler, yazarın diyar fantazyasına merakının bir sonucu olsa gerek. Belki bir gün Arel'in diyarı da tıpkı Orta Dünya ya da Yerdeniz gibi yekpare hâle gelip okur karşısına çıkar, kim bilir?

Diyar fantazyası dışında kalan öykülerde ise baskın bir temadan bahsetmek güç. Alzheimer hastası bir kadının hikâyesinden tutun da alternatif bir kozmogoniyle harmanlanan Rus kozmonot köpek Layka'ya kadar oldukça geniş bir yelpazeyle karşılaşıyor okur. Arel'in önceki kitaplarında kendine oldukça yer bulan metinlerarasılık ise Ölü Piksele Ağıt'ta yalnızca bir öyküde, "İsmail'in Yedi Düşü" adlı öyküde boy gösteriyor. Bu öykü, yazarın beslendiği kaynakları gözler önüne sermesi bakımından ayrıca önemli. Kimileri kitap incelemelerinde kapaktan, kitabın adından ya da ithaftan bahsetmenin faydasızlığından dem vurur. Oysa kitap bir bütündür. Öykünün, başlığından bağımsız düşünülemeyeceği gibi kitap da vaadini taşıyan kapağı ve adından ayrılamaz. Bu açıdan bakıldığında Arel'in kapak tercihi ve kitaba verdiği isim oldukça dikkat çekici olmakla birlikte kitabın genelini, hatta gücünü yansıtmak konusunda zayıf kaldığı bir eleştiri olarak öne sürülebilir.

Yazarın bir önceki kitabı Ben Alageyik'te sıkça karşılaştığımız "baba" figürünün yerini Ölü Piksele Ağıt'ta "anne"nin aldığı dikkatten kaçmayan bir diğer nokta. Gerek giriş epigrafı -"sadece deliler annesiyle kavga eder."- gerek kitaba adını veren öyküde "anne"nin etkisi olanca ağırlığıyla hissediliyor. Öyle görünüyor ki Arel her bir kitabıyla birlikte kendisiyle ve deneyimleriyle yüzleşmesini bir adım daha ileri götürüyor. Yine ve yine Benjamin'in de belirttiği gibi: "Hikâye anlatıcısı, dürüst adamın kendisiyle yüzleştiği kişidir." Arda Arel'de olduğu gibi.