Duygudan ironiye öykünün hacmi

ERTAN ÖRGEN
Abone Ol

Minimal düzey içinde romantizm, rasyonalizm ve ironiyi barındıran bu çok çabuk geçişli çağda öykü, daha konsantre biçimde hepsini taşıyarak insan gerçeğini bu çabuk geçişli duygular eşliğinde hacmi ile yansıtabiliyor.

Günümüz öyküsüne sorulmayacak sorulardan birisi ne kadar duygusal veya akılcı olacağı üzerinedir. Çünkü hem duygusal hem akılcı olmak, hem de acı gülüşlü bir içerik taşımak, işaret çizgileri haline gelmiştir. Çünkü içinden geçtiği romantik, rasyonel deneyimleri inkar edemeyecek kadar onları içselleştirmiş, hatta ona bağlı olmaksızın kendini konumlandırma yeteneğini kaybetmiştir. Örneğin bütün bütün gerçekliği bıraksa romanın üvey çocuğu pozisyonunu koruyacak, onun gibi fantastiğin gölgesinde yine ona bağlı güneş veya karanlığı paylaşacak. Öykü ve romanın bugün ayrışan taraflarını dikkate alırsak önceki dönemlerdeki duygusal eğitimden doğasal gerçeğe kadar birbirlerinden çok uzaklaşmadıklarını fark ederiz. Oysa bugün roman, gerçeği reddederek ve simülatif olanı değerli tutarak yolunu sürdürmekte, ancak öykü, gerçeğin yüzüyle hacmi dolayısıyla pek fazla ayrılamamaktadır. En fazla küçük oyunlara başvurabilmektedir.

Aslında anlatının mikro düzeyi onun hacmini korumasına neden oldu.

Roman 20. yüzyılda büyük iddiasını kaybedip minimal olanın duvarına birey ve kaçış sınırı dolayısıyla çarpıp kendini fantastiğe, geniş metinselliğe bırakarak nefesini uzatırken, öykü durumun sessizliğini elden bırakmadı. İnanılacak gizli bir insanlık alanı kaldığını düşündü ve gerek modernist bilincin öyküye kan uyumu dolayısıyla verdiği derinlik gerekse büyüklüğe kalkışmama zorunluluğu, onu kendine dönük bıraktı. Aslında anlatının mikro düzeyi onun hacmini korumasına neden oldu.

Roman sadece çoksatarlığa oynarken, belki Batı’da çoktan evrileceği belli olan kapitalizm sövgüsünü haber veren erken metinlerin Türkçeye geç çevrilmesi nedeniyle bizde ciddi bir karşılık yaratmayan dönemini yaşadı. Öykü bu anlamda penceresini roman kadar hızlı bir geçişe açmadı.

Romanı kötülükle bu kadar yakınlaştıran sosyoloji, burjuvanın hayatının yinelenen sahteliğine dair bir karşı çıkıştı. Bugün yeraltı olarak karşılığını sürdürse de tükenen insanı romanda geri getirmek zor gözüküyor. Bizde ise sosyoloji henüz buna uygun değildi. Ama 1980 sonrası liberal değerler ve çok seslilik romanı kendisini yaratan 18 ve 19. yüzyıl iddialarının ötesine taşıyınca roman piyasaya boyun eğdi. Artık sövse de anlamı yoktu. İçinden çıktığı sosyoloji ve ekonomi onu desteklemiyordu. Öykü işte tam burada ayrıldı. Büyük iletişim sarmalı, küresel avmler, abonelikler, yaygın kitlesel tutumlar romana farklı bir dünya kurma şansı vermezken, insanın ânı değerli ve farklı kılma isteği, bir an üzerinden veya salt bir duygu, fikir üzerinden onu tanıma ve yansıtma isteği öyküyü ayırdı.

1980 sonrası liberal değerler ve çok seslilik romanı kendisini yaratan 18 ve 19. yüzyıl iddialarının ötesine taşıyınca roman piyasaya boyun eğdi.

Buna küçük bir destek olmak bakımından büyük bütçeli küresel gösteri filmleri kadar internet teknolojisinin yarattığı imkanlar dahilinde düşünebileceğimiz kısa filmler ya da kasabaya sıkışmış küçük hayat filmlerinin beğenilmesini gösterebiliriz. Öykünün hayat alanı açısından bir benzerlik taşıyan Hayat Var’daki ergen kız ve dar koridorlu hayat, Beş Vakit’teki sakin kasaba, Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak’ın küçük hayatları, insanın küçük sonuçlarını öykülendirirken andığımız nefes alış verişi açıkça hissettirir.

Mehmed Âkif’in “Kocakarı İle Ömer” şiiri
Post Öykü

Minimal düzey içinde romantizm, rasyonalizm ve ironiyi barındıran bu çok çabuk geçişli çağda öykü, daha konsantre biçimde hepsini taşıyarak insan gerçeğini bu çabuk geçişli duygular eşliğinde hacmi ile yansıtabiliyor. Romantizme bitişik realizm deneyimi bizde Sabahattin Ali, Orhan Kemal gibi adlar aracılığıyla uzun bir süreçte sadece rasyonalite vurgusu olarak okundu. Acıklı tablolar ve yazarın sevecen yaklaşımı aslında bütün babalık figürü ile gelişen yazarların süreçteki adı sosyalist de olsa değişmediğini gösterdi. Modernist öyküleriyle bizi baş başa bırakan Oğuz Atay bile olması gerekeni ironik bir dille ihtar etmekten kendisini alamamıştır. Yani acıklı durum, rasyonalite vurgusu ve neredeyse çaresizliğe varan ironi 1980’lere temel olmuştur. Gerçekliğe bağlılığını yitiremeyen öykü, 1980 sonrasının dayanılmaz haz üretim-tüketimi içinde bile insan olmanın derinliğini iletmeyi terketmeyerek modernin sonuçlarını sürdürmüştür.

Bir sonuç olması bakımından öykünün hacmi bu hız çağına edebiyat tadı olarak seslenmektedir, diyebilirim. 2000’lerdeki acıklı gülüşe geçerken de bunu hissederiz. Bu konu uzar…

  • Hem halı saha maçı gibi dergi çıkarıyoruz. Hem de halı sahaya adam bulamıyoruz, bu nasıl iş arkadaş! (AA)