Eksile eksile mi yoksa eksilte eksilte mi?

ALİ YAĞAN
Abone Ol

Eksile Eksile Mustafa Başpınar’ın üçüncü kitabı; kurmacanın anlatmaktan çok eksiltmek ve göstermek olduğunu bilecek döneminde yani. Belki de bu sebeple kitabın adını “Eksile Eksile” koymuş olabilir. Her ne kadar bazen bizi bu hususta yanıltsa da bu konuda başarılı olduğu ya da buna yaklaştığı örnekleri çoktur.

Öykü, şiir, roman ya da başka türlerde metinler okurken bazen kendimi, kişioğlu neden böyle şeyler yazmak ister, diye düşünürken bulurum. İnsan yemek yer, uyur, ya da günlük işlerini yapar. Burada biyolojik bir durum söz konusudur; yaşamını devam ettirme ve cisimsel varlığını başka bir bedende sürdürme isteği. Yazmak da bu güdünün bir parçası olabilir mi? Çok şükür ki bu merakımı gideren sayısız yazar var dünya üzerinde. Cevaplar arasında en doyurucu bulduğum Orhan Pamuk'un Nobel konuşmasında neden yazıyorsunuz diye başlayıp mutlu olmak için yazıyorum cümlesiyle bitirdiği kısımdır. Kimine göre insan, "yazmasa delirir."1 "Yazma uğraşı olmasaydı can sıkıntısından öleceğine"2 inanır kimi. Bazıları "yazmaya karşı çıkmanın sağlık için en kötü şey"3 olduğunu söyler. "Her defasında kendisini yeniden yarattığına"4 inandığı için yazan bile bulunur. Sağlıklarını korumak, delirmemek ya da ölmemek için yazdıklarını söyleyen bu kişileri biz niye okuyoruz?

Mustafa Başpınar'ın Eksile Eksile'de anlattığı dramatik öyküler okura Cahit Zarifoğlu'nun Yaşamak kitabındaki şu cümleyi kurdurabilir: ''Ne çok acı var.''

Kendi adıma cevaplarsam okuyorum, çünkü kendime yaklaşıyorum. Kendimi okurken "kuşlarla"5 yolculuğa çıkmış gibi hissediyorum da diyebilirim. Delirircesine yazılmış bu metinler başka bir gözle bakılmayı bekler. Aslında Marquez belki de bilmeden anılarını aktarırken bir okuma alegorisi yapar.

"Ulusal Postanenin Sahibine Ulaşmamış Gönderiler Bürosu"yla karşılaşma hikâyesidir bu. Adı dikkatini çekince burada ne yapıyorlar acaba diye tramvaydan iner; gerisi onun ağzından: "Ofis çalışanları onlara ‘görünmeyen adam için mektuplar' diyorlardı. Ne sahiplerini bulmak ne de geri göndermek için çaba gösteriyorlardı.

Ancak içlerinde ipucu aramak için bu mektupları açma töreninin bürokratik gerekleri vardı ve işe yaramasa da kayda değerdi."6 Eğer okur bu mektup okuyanlar gibi ipuçlarını kullanarak yazara ulaşmak istiyorsa maalesef işi oldukça zor. Çünkü kurmaca metinlere müdahale edilmez, "mukabele" edilir7.

Bunun karşılığı metni ele geçirme olmasa da Marquez'in söylediği gibi kayda değerdir. Peki, Mustafa Başpınar çoğunlukla sade, bize benzeyen karakterlerden oluşan bu öyküleri neden yazar? Sanırım onun amacı tanıklık etmek, bir yerlere yaşadığı devir için dipnot düşmektir. Elbette her yazar öyle ya da böyle çağının tanığıdır; bu olguyu dışlayamayız. Fakat Başpınar'ın öykülerinde bunu daha kuvvetli hissederiz. Daha sarih bir ifadeyle Başpınar, öykülerinde toplumun acılarını dillendirirken hiç hasis davranmaz. Mustafa Başpınar'ın Eksile Eksile'de anlattığı dramatik öyküler okura Cahit Zarifoğlu'nun Yaşamak kitabındaki şu cümleyi kurdurabilir: "Ne çok acı var."8 Başpınar'ın karakterleri Anadolu'nun değişik yörelerinde "acıyı bal eyledik" diyen insanlardır. Kitaba ismini veren "Eksile Eksile" adlı öyküdeki dört çocuklu kadın için, taş olsa çatlardı bunca acıdan sonra, diyebiliriz. Kocası faili meçhul gitmiş, bir oğlu dağa sürüklenmiş, köyü yakılarak yurtsuz bırakılmış, o da yetmemiş ‘hendek' olaylarında tekrar evinden olmuş...

Cahit Sıtkı Tarancı'nın Gün Eksilmesin Penceremden şiirini bu kadın yazdı deseler biz okurlar inanırız. "Ne doğan güne hükmüm geçer,/ Ne halden anlayan bulunur... Pervam yok verdiğin elemden;/ Her mihnet kabulüm, yeter ki/Gün eksilmesin penceremden!"9 Ne bu kadın ne de diğer karakterler isyan etmez. Anadolu insanının temiz duruşunu buluruz tavırlarında; sabırlı ve gelecek güzel günlere inançlı. Bir noktada ise yazar yönünden baktığımda geçmişe ait her şeyini yitirmiş; öyle ki artık biraz da abratarak söylersek neredeyse "Alzheimer" olmuş bu kadını biraz daha derin ele almak gerekirdi diye düşünüyorum. Woolf bunu "hız" ve "hafiflik"ten10 faydalanarak içinde bir dünya savaşı ve onca ölümü koyduğu romanı Deniz Feneri'nde başarıyla yapar. Yalnızca eşyaların ve evin yıllar içinde değişen halini okura "göstermesi" yeterli olur.

Sait Faik'ten aldığı bayrakla biz okurlara: Bu insanlık dışı hallere göz yummayın, insanlar ve bebeklerin ölümlerine göz yummayın, yoksa gelecek karanlık diye uyarır.

Fazlalıklardan kurtulmak kurmaca için elzemdir. Kurmaca yapıdır; bunu yerli yerine oturtmak gerekir. "Son Kuşlar" öyküsünde yazar yine can alıcı bir insanlık dramına eğilir. Bu öyküde aslında o insanlarla vicdanlarımız da göç edip gider, öykünün başlığıyla Sait Faik'in Son Kuşlar'ına yaptığı gönderme öyküyü derinleştirir. Öyle ki Sait Faik'in "Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi,"11 bölümü bu öyküyle birleşir ve Sait Faik'ten aldığı bayrakla biz okurlara: Bu insanlık dışı hallere göz yummayın, insanlar ve bebeklerin ölümlerine göz yummayın, yoksa gelecek karanlık diye uyarır. Başpınar, "Güneşe", "Dağa", "Madene"..., "Adem ve Melek", "Suç/Suz", "Yol", "Ceylan ve Maestro" öykülerinde de toplumsal sorunlara tanıklığını sürdürür. O belli ki vicdanlı bir yazar. Her şeyden önce ise bir insan... Eksile Eksile'deki bazı öyküleri okurken "ne kadar geveze bir anlatıcı bu" diye not almışım. Bu tip anlatıcıya yalnızca bugün rastlamayız; Tristram Shandy Beyefendi'den beri var böylesi. Biz de bunun ilki Ahmet Mithat Efendi olur.

Fakat nerde ve ne zaman susmasını bilmeli anlatıcı. Anlatıcının bunu yapabildiği çokça yer var. Yazar öykülerinde değişik biçimler dener; bunlardan biri de parodi olur. Orhan Pamuk'un Yeni Hayat romanının parodisini buluruz "Ödünç Kitap" öyküsünde. Yeni Hayat'ın bir kitap okuyan Osman'ı her şeyi ardında bırakıp bir maceraya atılır. "Ödünç Kitap" öyküsü ise şu cümleyle açılır: "Her şey ödünç bir kitapla başladı." Gerçekten de öyledir. Siyasal Bilgiler Fakültesi kantininde çalışan adamın gerçek hikâyesini anlatan öykü... Anladığımız kadarıyla kitaplarına takıntılı bir biçimde bağlı olan Nusret Hoca'dan ödünç kitap alan kahraman, kitabın başına gelen kötü şeylerle kitaptan daha beter bir duruma düşer. Ardından bu başarılı öğrencimiz anlam veremediğimiz bir biçimde kantinde tost basar. Kurmaca metinlerde boşluklar olur, zira bu hâl, metni alımlama konusunda okura yardımcı olur; fakat boşluklar metnin inandırıcılığına da zarar vermemelidir.

"Karanfilsiz" öyküsünde Adalet Ağaoğlu, toplumsal değişimi -toplumu hiç gündeme almadan- boya ustasının şahsında gündeme getirebilmiştir.12 Boşluklar bu şekliyle olduğunda metnin inandırıcılığına halel gelmez. Eksile Eksile Mustafa Başpınar'ın üçüncü kitabı; kurmacanın anlatmaktan çok eksiltmek ve göstermek olduğunu bilecek döneminde yani. Belki de bu sebeple kitabın adını "Eksile Eksile" koymuş olabilir. Her ne kadar bazen bizi bu hususta yanıltsa da bu konuda başarılı olduğu ya da buna yaklaştığı örnekleri çoktur. Kurmaca, modern dönemde okura sunmaz, sezdirir. Öyle ki "okur karakterlerime kulak misafiri olabilir yalnızca, karakterimin söylediği doğru mu yanlış mı okur kendisi karar verir"13 der. Başpınar'ın "Değişmeyen Ne Var Hayatta" öyküsü gözümüzün önüne bir belgesel koymayıp gösterdiği için başarılıdır. Bir yazarın dönüşümünü, seksen sonrası yayıncılığını, popüler ve estetik roman arasındaki farkı başarıyla gözler önüne serer.

En önemlisi bazı öykülerde buna erişemese de bu öyküsünde okuru bir açıdan bakmaya yöneltip karakterin tavrını yargılamaz. Fethi Naci, Eleştiri Günlüğü'nün 1984 yılının Mayıs sekizine şunu yazar: "Kitaba yatırım yapan sermayenin tek amacı vardır: Çabuk satmak ve kâr etmek. Bu durum kaçınılmaz olarak, romancılarımızı da etkileyecektir."14 İşte bu sözler belgedir. Başpınar'ın öyküsü kendini belgesel olma tuzağından göstererek, eksilterek kurtarır. Öyküde komedyeni de kullanması estetik sanatla(trajedi) popüler sanat(komedi) arasındaki farkı bize sunması bakımından oldukça etkili olur. Çünkü popüler sanat, komedi "aşağı karakterli insanın taklididir."15 Popüler roman estetik bir gaye güdülmeksizin basit okura ulaşmak ve kâr etmek için kaleme alınır.16 Mustafa Başpınar'ın "Etkili Durum" öyküsünden yola çıkarsak belki de öykülemenin, öyküde kurduğumuz yapının ne kadar önemli olduğunu görürüz; anlatıcı yalnızca bir cümlenin ne kadar etkili olduğunu gösterir bize bu öyküsünde.

Bu öykü okuru Robert Caillois'in "Şair ve Dilenci"sine17 götürür. "Doğuştan kör" yazan tabela yerine "Bahar geliyor ama ben göremeyeceğim" yazmak dilenciye daha çok para kazandırır; oysa başlangıçta bu bir risktir. Hem okur hem de yazar şunu unutmamalı; kayaları birbirinden ayırıp mağarayı Ali Baba'ya açan yalnızca bir cümleydi; Kasım onca cümle kursa da açtıramadı o kapıyı. Kim olduğunu bilmediğimiz muhatabımıza güven duymalıyız bence. Günümüzde yazarlar kendi gölgelerinin sınırlarını aşmak zorundadır, aksi halde kale de orda, Tatar Çölü de.

  • 1 Sait Faik Abasıyanık, Son Kuşlar, YKY, İstanbul, 2004, s.61
  • 2 Dostoyevski (Fyodor Mihailoviç), İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, s.20
  • 3 Gabriel Garcia Marquez, Anlatmak İçin Yaşamak, Can Yayınları, İstanbul, 2019, s. 43
  • 4 Ali Teoman, Alacakaranlık Günce, YKY, 2017, s.93
  • 5 Mantık Al-Tayr, Feridüddin Attar, çev.Abdülbaki Gölpınarlı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2015
  • 6 Gabriel Garcia Marquez, age, s.543
  • 7 Yavuz Demir, Hayat Böyledir İşte Fakat Hikaye, Hece Yayınları, Ankara, 2011
  • 8 Cahit Zarifoğlu, Yaşamak, Beyan Yayınları, İstanbul, 2011, s.7
  • 9 Cahit Sıtkı Tarancı, Otuz Beş Yaş, Can Yayınları, İstanbul, 2001, s.121
  • 10 İtalo Calvino, Amerika Dersleri, YKY, 2015
  • 11 Sait Faik Abasıyanık, Age, s.61
  • 12 Alpay Doğan Yıldız, Hikâye İncelemeleri, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2012, s.145
  • 13 Wayne C. Booth, Kurmacanın Retoriği, Metis Yayınları, çev. Bülent O. Doğan, İstanbul, s.19
  • 14 Fethi Naci, Eleştiri Günlüğü, Özgür Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986, s. 167-168
  • 15 Aristoteles, Poetika, Can Yayınları, İstanbul, 2014, s.27
  • 16 Şaban Sağlık, 40 soruda Türk Romanı(haz. Mehmet Narlı) Ketebe yayınları, İstanbul, s.62
  • 17 Aktaran Özdemir İnce, 21 Mart 2010 Dünya Şiir Günü konuşması.