Mevsim Yenice ile Söyleşi

ARDA AREL
Abone Ol

Evet, Tekme Tokatlı Şehir Rehberi ikinci baskıda. Çok sevindirici benim açımdan. Ama bundan daha mutlu eden bir şey var ki, o da bahsettiğin geri dönüşler. Sağ olsunlar okuyanlar bunu benden esirgemediler ve kitap hakkındaki fikirlerini gerek sosyal medyada, gerek edebiyat tabanındaki platformlarda, çoğu kez de mesaj ya da maille ulaşarak dile getirdiler.

Mevsim selamlar, öncelikle yeni kitabın Tekme Tokatlı Şehir Rehberi hayırlı olsun. Hemen soralım, kitaplı bir yazar olmak nasıl bir duygu? Ya da nisan ayının mart ayından farkı var mıydı senin için; kitap çıktıktan sonra, en azından yazı hayatında, mental bir değişim oldu mu?

Tekme Tokatlı Şehir Rehberi’nin bir kitap bütünlüğünde karşımda durması tarifi zor, garip bir duygu. Mart ayında kitap matbaaya girdiğinde yaşadım ilk kez o tuhaf hissi. Yazdığın şey otobiyografik olsun olmasın, yazmak eylemi başlı başına “içsel” bir şeyler barındırıyor bana kalırsa. Ve sen o özel parçayı artık kendinden ayırıp başkalarına sunuyorsun. Yani artık o benim yazdığım bir kitap değil, Tekme Tokatlı Şehir Rehberi. Başka bir kişi gibi. İsmi cismi, kimliği var. Öte yandan yine de o, her ne kadar bağımsızlığını ilan etmiş de olsa, sen ondan kopamıyorsun kolayca. Hakkında iyi bir şey duyunca seviniyor, olumsuz bir şeylerdeyse inciniyorsun. Sevdiğin ama uzak durman gereken bir yakının gibi.

Yazma disiplinimle ilgili değişen bir şey yok şimdilik. Aklıma fikir geldikçe notlar alıyorum. Beni yazmaya itecek kadar kurcalayan şeyler varsa içimde, öyküleşmesi için ekranın başına geçiyorum. Şu sıralar, yazmaya biraz uzak durup okumaya yoğunlaştım.

Biz bu söyleşiyi yaparken -yanlış biliyorsam düzelt- kitabın ikinci baskıyı yapmış. Sen belki ondan kopamadın ama okur kitabını çoktan sahiplenmiş gözüküyor. Yapıcı geri dönüşler, iyi/haklı eleştiriler aldığın oluyor mu? Bunu biraz da şundan dolayı soruyorum. İlk kitaptan sonra çoğu yazar kendi eserine dışardan bir gözle bakma fırsatı bulduğunu söylüyor, Sen bunu yaşadın mı?

Evet, Tekme Tokatlı Şehir Rehberi ikinci baskıda. Çok sevindirici benim açımdan. Ama bundan daha mutlu eden bir şey var ki, o da bahsettiğin geri dönüşler. Sağ olsunlar okuyanlar bunu benden esirgemediler ve kitap hakkındaki fikirlerini gerek sosyal medyada, gerek edebiyat tabanındaki platformlarda, çoğu kez de mesaj ya da maille ulaşarak dile getirdiler. Fikirlerine değer verdiğim eleştirmenler ve yazarlar da okuyup yorumlarını benimle paylaştılar. Bunların arasında güzel sözler, iyi dilekler olduğu kadar eleştiriler de var doğal olarak. Ama hepsi de bundan sonraki yazın hayatımda kulak vereceğim cinsten yapıcı ve beni bir adım ileriye taşıyacak kadar değerli eleştiriler. O nedenle şanslı olduğumu düşünüyorum.

Ne güzel... Edebiyat tabanlı platformlar dedin. Öyle sanıyorum ki dergileri kastediyorsun. Seni de kitabın çıkmadan önce ilk defa dergilerden tanıdık. Bu soruyu da dergilere öykü gönderen, belki birçoğu senden ve benden genç okurlar için sormuş olayım. Dergilerde öykü yayımlamanın önemi nedir? Bir dergiye öykü niçin gönderilir?

Dergilerde eser yayımlamanın birkaç anlamı var benim için. Okuyucuyla buluştuğum ilk durak edebiyat dergileri oldu, kitap değil. İlk geri dönüşlerimi dergilerde yayımlanan öykülerimden aldım ve harika bir histi. O küçücük şey, yaptığın işe devam etmen için büyük bir motivasyon sağlıyor. Öte yandan dergilerin sıkı takipçisi olmanın başka getirileri de var, senin gibi yazmaya çalışan başkalarıyla ve yeni öykülerle, sınırsız ufuklarla tanışmanı, buluşmanı sağlıyor.

Peki, neden öykü? Seni bir öykü yazarı yapan neydi? Bilmiyorum belki ilerde bir roman yazmak da planların dâhilindedir ama başlangıç noktan neden öykü? Mevsim Yenice’yi kalemi eline aldığı ilk günden Tekme Tokatlı Şehir Rehberi’ne getiren dürtü nedir?

Öykünün okuyucuyu anında saran, kendi hayatından soyutlayıp başka bir dünyaya çekebilen harika bir çekim kuvveti var. Bir öykü kitabının içinde konuk olabileceğin bir sürü hayat var. İçeri buyur ediliyorsun, hiç tanımadığın bir karakteri, mekânı ve zamanı zihninde canlandırmaya başlıyorsun. Hem de bunu kısacık sürede başarabiliyor öykü. Ben de öncelikle bir okuyucu olarak bu kuvvetin etkisine kapıldım. Sonrasında da etkiye tepki olarak sanırım kendim de öykü yazmaya devam ettim.

İlk öykünden bugüne öykücülüğünde neler değişti? Kendi öykünde tespit ettiğin yönelimler var mı?

Bir şeyler yazmaya çalışmak iyi bir okuyucu olmayı da beraberinde getiriyor. Ben başka edebiyat eserlerinden ilham alan biriyim. Etkilendiğim bir eser yazma isteğimi kamçılıyor. Ve tabii bu eserden dil, tarz vb. konularda etkilenmek de kaçınılmaz oluyor. Her dönemde başka başka kitaplardan etkilendiğimi düşünürsek, tabii benim de yazım sürecim, yöntemlerim, kendimce üstüne çalıştığım şeyler değişiyor. İlk günden bugüne yapmaya çalıştığım şeyin üzerine mutlaka bir şeyler koyarak ilerlemişimdir. En azından bunu yapmaya çalışıyorum. Becerip beceremediğimi de zaman gösterecek sanırım, ben şuan ne desem anlamsız kalacak.

Modern insanı öykülerinde hep öykünün merkezinde görüyoruz. Mevsim Yenice için “önce karakter/insan var, öykü onun çevresine kurulan bir şey” tespiti yapabilir miyiz?

Hatta ikinci bir soru olarak şunu da sorayım senin için bir öyküyü, iyi bir öykü yapan şey nedir? Aslında burada metnin bir form olarak başarılı bir öykü olmasının ötesinde, o öyküde bulunmasıyla seni heyecanlandıran, sana “bu iyi bir öykü” dedirten şeyi merak ediyorum.

Öykü fikri aklıma ilk düştüğünde genelde ufacık bir sahne veya karakterin bir anıyla kafamda canlanıyor. Kısacık bir kesit. Mesela insanlara güvenmeyen ve onları muz gibi soymayı isteyen bir adam düşündüm “Muz ve Kovboylar”ı yazmaya başlarken, o kadar. Kurgu ve tüm detaylar yazmaya başlayınca canlandı. Ya da “Bekleme yapmayın,” diye otobüste bağıran ve hayatında ilerleyemeyen bir kadın düşünmüştüm “Durağan Yolcu”ya başlarken. Düşününce evet kısacık bir kesitte ilk canlanan, karakter oluyor yoğunlukta. Bunun sebebi de sanırım şu; ben karakterin aşması gereken ya da onu zor duruma sokan şey neyse, ondan nasıl çıktığını, bunu nasıl aştığını kendim anlatmak yerine, bunu karakterin hareketleri davranışları üzerinden göstermeyi seviyorum. Kendi hayatımda da birinin davranışlarını baz alıyorum onu tanımlamak için. Söylediklerini, verdiği sözleri vs. değil. Hepimiz gerçek yüzümüzü, gücümüzü, zayıflıklarımızı, olaylar karşısında savunmasız kalınca gösteriyoruz çünkü. Bu nedenle ben de öykünün çatısını kurarken ilk etapta karakteri kodlamaya çalışıyorum kafamda. Ve tabii sonra onu nasıl okuyucuya gösterebilirim diye düşünüyorum. Karakter kadar kurgunun da sağlam olması gerekli ki, karaktere biçtiğim rol havada kalmasın. Ve dil... İnce eleyip sık dokunmuş kurguda özenilmemiş bir dil kullanmak hata olur. Hepsi önemli bana kalırsa. Öykünün sacayaklarını homojen kullanmaya çalışıyorum ben de kendi öykülerimde.

İnce eleyip sık dokunmuş kurguda özenilmemiş bir dil kullanmak hata olur... Öykünün sacayaklarını homojen kullanmaya çalışıyorum ben de kendi öykülerimde.

“Şu yazarın bendeki yeri ayrıdır, özellikle şu kitabını herkese tavsiye ederim,” dediğin yazar kimdir ve kitabı nedir?

Wilhelm Genazino, Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk.

Italo Calvino, Görünmez Kentler; Hasan Ali Toptaş, Heba; Orhan Pamuk, Sessiz Ev.

Bu dört kitabın yeri ayrıdır bende.

O zaman biraz daha açıklama isteyeyim. Bu yazarlarda ve kitaplarında seni etkileyen şey neydi? Şu sebeple soruyu biraz uzatıyorum; bu kitapların her biri belki de başucu kitabı olabilecek kitaplar hatta teknik olarak -biraz zorlarsak- post-modern bir çatı altında bir araya bile getirebiliriz. Ama en basitinden anlatı olarak birbirlerinden çok farklılar, yoksa değiller mi?

Anlatı olarak birbirlerinden çok farklılar, evet. Sanırım ben de bu yüzden hepsine hayranım ve dönüp dönüp tekrar okuyorum. Ve kendime şunu hatırlatmış oluyorum; hakkıyla yapabildiğin sürece istediğin gibi anlatabilirsin! Öte yandan konuları da çok farklı bu kitapların. Tek bir çatıda birleştirmek oldukça zor bu anlamda. Görünmez Kentler’de Calvino sıfırdan bir dünya yaratarak kendine hayran bırakıyor, Sessiz Ev ise bildiğimiz dünyayı her karakterin gözünden ve dilinden ayrı ayrı anlatarak etkiyi çoğaltarak büyülüyor beni.

Heba ise ayaklarımı sımsıkı yere mıhlarken rüya bölümü ve sonundaki bölümle olmayan bir yerlere çağırıyor sanki.

Genazino’nun adını aslında her yerde vermekten hoşlanmıyorum ama söylemezsem de haksızlık olacak diye korkuyorum. Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk, insanların mutsuzluklarının incelikli bir hayatı nerede arayacaklarını bilmediklerinden ileri geldiğini savunan ve bunu hiç zorlanmadan kendi üzerinden anlatan bir karakterin hikâyesi. Hepimiz gibi!

Herhalde Calvino Görünmez Kentler benim de ilk 3›üme girerdi. Günümüzde takip ettiğin biri var mı? Öykü yazsa da okusak, dediğin. Bir dergide öyküsü çıkınca koşup derginin o sayısını raftan kaptığın yahut tek tıkla -tercih meselesi- çevrimiçi sipariş verdiğin. Yeri geldiğinde sosyal medyada “stalk”ladığın... Gibi gibi... Tamam, belki biraz abarttık ama en azından yazsa da okusak dediğin biri var mı?

Yücel Balku var, keşke hayatta olsaydı da yazsaydı doyasıya okusaydık, dediğim. Ben günümüz sorularına biraz uzak duruyorum ama Yücel Balku konusunda ciddiyim. Okumadıysan tavsiye ederim müthiştir. Yaşasaydı bence en iyilerden biri olurdu günümüz öyküsünde.

Allah rahmet eylesin. Eyvallah, ben notumu aldım. O zaman diğer soruya geçelim. Günümüzde seni, şaka şaka, günümüzden koşarak geleceğe uzaklaşıyorum. Bir sonraki kitabın diyelim mesela... Belki sormak için henüz çok erken ama üç aşağı beş yukarı kafanda bir şeyler tasarlamaya başlamışsındır. Öyle değil mi?

Aslında Tekme Tokatlı’yı teslim ettikten sonra bekleme sürecinde yeni öyküler yazdım ve kafamdaki ikinci dosya aşağı yukarı onlardan oluşur diyordum. Ancak zaman geçtikçe fikrim değişmeye başladı. Her zaman, en son yazdıklarım, üzerine daha bir şeyler konulmuş, daha içime sinen öyküler oluyor. O nedenle şimdilik o dosyayı rafa kaldırmaya ve çok iyi bir okuma döneminden sonra yazacaklarımdan yeni bir dosya oluşturmaya karar verdim. Yine de içlerinden alacağım öyküler olacaktır elbet. Kısacası yine öykü olacak ikinci dosya da, öyle gözüküyor.

Öykü candır. “Tekme Tokatlı’yı teslim ettikten sonra” dedin ya burayı olduğu gibi düzeltmeden söyleşiye koymak istiyorum. Bana kalırsa bu bir yazarın kitabını ne ölçüde benimseyip bütünleştiğinin ispatıdır. Artık okur düşünsün.

Ee, ben bir yıl boyunca onla yatıp kalktım. Çok emek var üstünde. O yüzden, biraz fazla içselleştirmiş olabilirim kendisini. Sen bana bakma.

Bir de Dedalus’tan yeni bir öykü kitabı çıktı: Parçalar. Onu da es geçmeyelim. Kapağına görür görmez vurulduğum bir kitap. Sedat Demir olsa “Kapağına değil, içine bak, içine,” derdi. İçine de yakın zamanda bakacağım bir aksilik olmazsa. Sanırım sen de bir öykünle bu derlemede yer aldın.

Birçok yönden beni heyecanlandıran bir proje oldu. Herhangi bir tema üzerine veya yarım bırakılmış bir metni tamamlama gibi kıvrak, oyuncu atılımları seviyorum. Projede yer alan isimler severek takip ettiğim ve kendimi de aralarında görmekten gurur duyduğum isimler. Ve tabii ki, Ferit Edgü! Öte yandan güzel bir tesadüf daha oldu, parçalardan hangi öyküyü tamamlayacağımı ben seçmedim ama tam da uzun süredir yazmak istediğim atmosferde bir öykü çıktı.

Bu kitap için de ayrıca tebrik ederim. Umarım kıymetini görür. Ayrıca öykücülük serüveninde de başarılar dilerim.

İyi dileklerin için teşekkür ederim.