Mustafa Kutlu’nun Günümüz Öyküsüne Etkileri

SENEM GEZEROĞLU
Abone Ol

Bu çalışmada Mustafa Kutlu’nun günümüz öyküsüne etkileri üzerinde durulacaktır. Çalışmanın sınırları gereğince Mustafa Kutlu’nun sanat anlayışı ve hikâyeciliğinden ziyade onun günümüz öyküsüne etkileri ön plana çıkarılacak, yazarın hikâyeciliği ile kendinden sonraki etkileri eş zamanlı anlatılacaktır.

Mustafa Kutlu, gerek dergicilik ve yayınevi faaliyetleriyle gerekse kitaplarıyla Türk hikâyeciliğinin en önemli isimlerinden biri olmuştur. Yazarın yayımlanmış 27 hikâye kitabı bulunmaktadır. Kutlu, geçmişten günümüze miras kalan dünyayı modern hayatla birleştirir, geleneksel hikâyenin yapı taşlarını ve malzemelerini kullanarak günümüz insanının hikâyesini anlatan metinler kaleme alır. Bu çalışmada Mustafa Kutlu’nun günümüz öyküsüne etkileri üzerinde durulacaktır. Çalışmanın sınırları gereğince Mustafa Kutlu’nun sanat anlayışı ve hikâyeciliğinden ziyade onun günümüz öyküsüne etkileri ön plana çıkarılacak, yazarın hikâyeciliği ile kendinden sonraki etkileri eş zamanlı anlatılacaktır. Ancak bundan önce yazarın bir anlamda kendi sanat anlayışını ve hikâyeciliğini özetlediği, Hece Dergisi Türk Öykücülüğü Özel Sayısı’nda yer alan şu cümlelere yer vermekte fayda vardır:

  • “Hikâyenin bendeki karşılığı hâlimi arz etmekten ibarettir. Görüp gözlediklerimi yazarken dahi budur. Elbette ki bu arz-ı hâl nihayetinde Yaradana yalvarmaktan ibaret olmalıdır. Metinlerin dış yüzünde böyle bir şey olmayabilir. Ama ‘her şey niyete göre’ değil midir? Kendini yazan biri değilim, bu bağlamda toplum ve onun meseleleri bir öncelik kazanıyor. Ancak, ferdî olanla ictimaî olanı ayırt etmiyorum. Bunlar birbirlerini var eden şeyler. Dert müşterektir. Uhrevî ile dünyevî olanı birbirinden ayırmamak gerekir. İster ferdî ister ictimaî olsun yazdıklarım “terceme-i âhın” tezahürüdür. Ferdi daima cemaatin içinde tahayyül ederim. Yalnızlık Allah’a mahsus. Nasıl yazıyorum? Yakışık almayacak belki ama, şairlere benzer şekilde. Cilt cilt kitap yerine bir mısra-ı berceste’nin daha dokunaklı olduğuna inanırım. Dolayısıyla mümkün olan en kısa metni yazmaya çalışırım. Hikâye bu sebeple beni çekiyor. Şiirin maverasına ulaşmasa dahi yoğunlaşmış bir söz yumağı. Bir cümle, bir mısra, bir türkü, bir manzara, bir olayın başlangıcı, sonucu, ne bileyim beni uyaran bir şey, yazmaya iter. Ne yazacağımı ancak hayal-meyal bilirim. Tabii ki benim de izini sürdüğüm konular, kişiler, meseleler var; bir yazarın dünyası işte. Hikâyenin adı ve ilk cümlesi benim için muharrik bir güçtür. Onun peşine düşüp giderim. Yazarken başka bir zamana, başka bir mekâna âdeta iltica ederim. Ayıptır söylemesi trans hâli gibi bir şey. Zaten bütün iş bir iki saatte olup biter (Kısa yazıyorum ya). Yeniden bu dünyaya avdet etmiş gibi olurum. Bu yazma süreci işin en hoş tarafıdır. Öyle ızdırap çekerek falan yazmıyorum. Bilakis yazdığım anlar, çok mutlu olduğum anlardır. Sonra her fani eylem gibi bu da bitiveriyor. Geride kalan bir ‘boşluk’. Bu da beni meyus ediyor. Bir daha yazabilecek miyim endişesi. Yazdığımı bir kere daha yazmam. Yayımlanan hikâyelerimin %95’i ilk yazıldıkları biçimdedir. Yazılı metni üzerine çalışmak çok ağır gelir bana. Bozacağımdan korkarım. Bu sebeple çok hata yapıyorum. Öyle notlar falan almıyorum. Ancak bazı kılavuz cümleler, kelimeler, imgeler,- hafızam çok zayıf. Onları unutmayayım diye kaydederim. Ama inanın bu kayıt bile, o “ilk gelen şey” in kalitesini bozuyor. Uzun zaman resimle sonra sinemayla ilgilendim. Yazarken –belki bu yüzden- kişileri, yüzlerini, davranışlarını, çevrelerini, hareketleri görür gibi olurum. Renkler ve sesler her yanımı kaplar. Bunları görüntü dilinde güzel bir çerçeveye çekerim. Onu yazı diline aktarabilirsem hayli sevinirim. Çünkü bazan olmuyor; zihnimde, gözümün önünde uçuşan manzarayı yazıya dökemiyorum. Hepsi bu.”1

Kendi sanat anlayışını bu şekilde izah eden yazarın hikâye serüveni de oldukça uzun solukludur.

Abdullah Harmancı Mustafa Kutlu’nun hikâyeciliğini çeşitli dönemler hâlinde inceler. Onun incelemeleri ve bizim ilavelerimizle birlikte Kutlu’nun hikâyeciliğini 5 döneme ayırmak mümkündür. Birinci dönemini ilk kitapları Ortadaki Adam ve Gönül İşi oluşturur. Sait Faik Abasıyanık ve Sabahattin Ali etkisinin oldukça belirgin olduğu bu kitaplar, Kutlu’nun daha sonra hikâyelerini yazacağı tarza hayli uzaktır. İkinci dönem, Mustafa Kutlu hikâyeciliğinin oluştuğu dönemdir. Yazar bu dönemde kendi hikâyesine, Yokuşa Akan Sular adlı eseriyle ilk adımını atmış olur. Bundan sonra yayınlayacağı dört kitabında da takip edeceği yöntemle bu beş kitap arasında bağ kurarak romanesk denebilecek bir çatı oluşturur. 1979-1990 döneminde yazdığı, yazarlığının merkezini teşkil eden ve akademik eleştirmenler tarafından “Mustafa Kutlu Beşlemesi” olarak isimlendirilen bu kitaplar Yokuşa Akan Sular, Yoksulluk İçimizde, Ya Tahammül Ya Sefer, Bu Böyledir ve Sır’dır. Kutlu’nun üçüncü dönemi 1990-2000 yılları arasına tekabül eder.

Bu yıllarda, yazar, iki öykü kitabı neşreder. Bunlar Arkakapak Yazıları ile Hüzün ve Tesadüf’tür. Bu kitaplardaki hikâyelerin önemli bir bölümü ise kurmacadan uzak fotoğrafik öykü ya da deneme öykü diyebileceğimiz türden hikâyelerdir. Uzun Hikâye ile başlayıp Zafer Yahut Hiç’le biten 2000-2010 yılları ise Kutlu’nun dördüncü dönemini oluşturur. Bu dönemde yazar, uzun hikâyeye yönelir. Menekşeli Mektup’ta iki uzun, bir kısa hikâye mevcutken geri kalan bütün kitaplarda tek bir hikâye karşımıza çıkar. Kutlu’nun beşinci dönemini son dönem de diyebileceğimiz Hayat Güzeldir ile başlayan ve İyiler Ölmez’le biten (şimdilik) beş yıllık süreç kapsar. Kutlu bu döneminde hem uzun hem kısa hikâyelerle kurduğu hikâye evreninde ilerlemeye devam eder.

Kendi hikâye evrenini bu şekilde oluşturan Kutlu’nun kendinden sonraki kalemleri etkilediği su götürmez bir gerçektir. Ancak üzerinde durulması gereken konu, bu etkinin nasıl bir etki olduğu, derecesi-miktarı ve boyutlarıdır. Etkiden bahsedince anlaşılması gereken bir öncekinin taklidi mi yoksa metinlerarası ilişkilerle kurulmuş özgün edebî eser mi olmalıdır? Öncelikle bu soruların cevabını vermek gerekir. Abdullah Harmancı’nın 2007’de yayımlanmış bir yazısı tam da Mustafa Kutlu’nun günümüz öyküsündeki etkilerine dairdir. “Menekşeli Çekmece” adını taşıyan bu yazıda şu cümlelerle önemli bir etkinin varlığından bahsedilir:

  • “Hepimiz Gogol’ün ‘Palto’sundan çıktık!» cümlesi, zaman zaman kendi kendime mırıldandığım, zaman zaman yanımdakilerin de duymasını sağlayacak şekilde -tahrif ederek- mırıldandığım bir cümle. “Hepimiz Mustafa Kutlu’nun ‘Palto’sundan çıktık!» Bu tahrif edilmiş cümleyi bir kez daha tahrif edeyim: “Keşke Mustafa Kutlu’nun ‘Palto’sundan çıkabilseydik!» Bir kez daha: “Keşke Mustafa Kutlu’nun ‘Palto’suyla hesaplaşabilsek, oradan kendimiz olup, kendi sesimizi bulup çıkabilseydik!”2

Burada Harmancı’nın özellikle üzerinde durduğu nokta paltoyla hesaplaşma meselesidir. Mustafa Kutlu’nun paltosunu birçok yazar üzerine almıştır fakat üzerinden atabilmiş midir, asıl mesele budur. Paltoyu üzerine alan yazar bu palto ile hesaplaşıp aynı şekilde üzerinden atabilmiş midir? Sorulması gereken asıl soru budur. Harmancı bu soruya cevap niteliğindeki cümlelerine şöyle devam eder:

  • “Hepimiz’in değilse bile, pek çok hikâyeci arkadaşımın, hikâyelerinde, hattâ denemelerinde Mustafa Kutlu’nun dilinin, üslûbunun etkisi çok belirgin. Tabii bu etkinin, sadece dil ve üslûp düzeyinde olduğunu söylemek de mümkün değil. Genç yazarların “mesele” edindikleri konularda da (her ne kadar son çeyrek asırda, ülke edebiyatı Kutlu’nun toplumculuğunun aksine bir noktaya doğru meyillenmiş de olsa) onun têsiri var. Ve bu çok normal. Çok doğal. Doğal olmayan, bu etkiyle savaşmamak. Bu etkiyle hesaplaşmamak. Mustafa Kutlu estetiğinin renkleri ortasında kaybolmayı göze almak.”

Görüldüğü gibi bir yazardan etkilenmek doğaldır, doğal olmayan bu etkiyle hesaplaşmamaktır. Yazarın kendi sesi ve rengini bulamamasıdır. Bütün bunlardan önce şunu belirtmek gerekir ki her yazar mutlaka okuduklarından, yaşadıklarından, yaşayamadıklarından, gördüklerinden, duyduklarından, kendinden önceki yazarlardan, çağdaşı edebiyatçılardan etkilenir. Kendisi bunun farkındadır ya da değildir ama etkileşim kaçınılmazdır. Günümüzde özellikle teknolojinin gelişimi, sosyal medya kullanımının artması, kitap fuarları-imza günleri-söyleşiler-festivaller vb. gibi faaliyetlerin sadece yazar-okur değil aynı zamanda yazar-yazar etkileşimine de fırsat tanıması bu etkileşimi kaçınılmaz kılar. Ancak tabii ki tüm bunlar gizil etmenlerdir. Esas etmen, esas kaynak kitabın kendisidir.

Bir yazar (derecesi farklı olsa da) okuduğu her kitaptan farkında olarak ya da olmayarak etkilenir. Bilinç okunanları yani malzemeyi bir süzgeç gibi içine çeker. Yazar, kendi yazacağı metinle baş başa kaldığında bilincinden sızanları metne aktarmaya başlar. Kendinden önceki Türk ve Dünya edebiyatı ya da kendiyle var olan edebiyat, çağdaşı yazarlar bu etkini sınırları dâhilindedir. İşte burada yazar bir yol ayrımıyla baş başa kalır. Eğer kendinden öncekilerin aynısını anlatıyorsa yapılan şey taklittir; ancak metne kendi meselesini, kendi derdini, biçim anlayışını, estetik algısını, dünya görüşünü kısaca kendi hikâyesini katıp ortaya yeni bir ürün çıkarıyorsa bu sefer ortaya çıkarılan şey özgün edebi eserdir. Doğru olan da budur. Çünkü edebiyat birikerek ilerler. Bu ilerleyişte yazar, kendinden önceki zincire eklemlenen yeni bir halka, kendinden sonrakileri eklemleyecek olan yeni bir ilmektir.

Kendinden önceki zincire eklemlenerek geleneği de devam ettiren Mustafa Kutlu, kendinden sonrakiler için de sınırları geniş bir etki alanı oluşturur. Bu etkinin çerçevesini iki temel noktada toplamak mümkündür:

1. Dergicilik ve yayınevi etrafında oluşan etki

2. Hikâye kitapları aracılığıyla oluşan etki

Kutlu’nun dergicilik ve yayınevi çalışmalarıyla oluşan etkisi sınırlı bir alanı kapsar. Bu sınır Dergâh Yayınları (Hareket) ve Dergâh Dergisi etrafında şekillenir. Kutlu, bir nevi yıllar öncesine dayanan hoca-talebe ilişkisiyle kendinden sonrakilere el vermekte, birçok isim Kutlu hikâyeciliğinin rahle-i tedrisinden geçmektedir. Bu anlayışla kurulan bir mektepten, oluşan bir ekolden bahsetmek mümkündür. Kutlu, kendinden sonraki edebiyatçıları yazmaya teşvik ederek, hikâyelerini inceleyerek, okuma-yazma disiplini oluşturarak (bu yargıya birçok söyleşiden hareketle varılmıştır) âdeta bir mektep oluşturmuştur. Burada hikâyeciler yetiştirmiştir, Türk edebiyatına yeni isimler kazandırmıştır. Bu, oldukça önemli bir etkidir. Zaten Dergâh Yayınları da kendi dergilerinden bahsederken Mustafa Kutlu’nun emekleri, hizmetleri ve etkilerine dair şu cümlelerle karşımıza çıkar:

  • “Bilhassa Mustafa Kutlu’nun bitmez tükenmez emekleriyle pek çok şair ve yazar kendi kitap ve dergilerinin sahibi olmuşlardır. Bunlar arasında genç hanımların olması da ayrı bir başarıdır. Bu dergi için Dergâh Yayınları’nın mutfağı denilebilir. Hâlâ pişirmeye ve ürün vermeye devam eden bir mutfak…”3

Görüldüğü gibi Kutlu’nun Türk edebiyatına böyle bir hizmeti vardır ancak üzerinde durulması gereken esas etki elbette kitap aracılığıyla oluşturulan metin merkezli etkidir. Metinler birbirini ne kadar etkilemiştir, bunlar arasında bir benzerlik-özdeşlik var mıdır, varsa miktarı-derecesi ne kadardır, Kutlu yayınevi ile kurduğu ekolü hikâye kitaplarıyla da oluşturabilmiş midir, oluşturmuşsa bu ekolü takip eden isimler kimlerdir? Bunları tespit etmek, Kutlu’nun etkilerini somut bir şekilde ortaya koymak, ortak sanat görüşüne sahip insanları belli bir çatı altında toplamak Türk edebiyatının şu anki seyrine kısmen de olsa ışık tutacaktır.

Mustafa Kutlu, hikâye kitapları aracılığıyla gerek nicelik gerekse nitelik bakımından kendinden sonrakilerde önemli bir iz bırakmıştır. Bu izin, bu etkinin metne yansıyan tarafını somut bir şekilde gösterebilmek için çalışmaya belli başlı sınırlar çizilmiş, dayanaklardan ve verilerden hareketle somut sonuçlara ulaşılmaya çalışılmıştır. Etkilere dair daha net bir şeyler söyleyebilmek için yazarlar ve kitaplar üzerinden gidilmiştir. Çalışmanın bundan sonraki seyrini, isimler ve eserler oluşturacak; dolayısıyla kendi sesini ve rengini bulan ama aynı zamanda Mustafa Kutlu bayrağını taşıyan, onun açtığı yolda ilerleyen, oluşturduğu ekolden devam eden birkaç yazar üzerinde durulacaktır.

“Mustafa Kutlu’nun Günümüz Öyküsündeki Etkileri” başlığı kapsamında çalışmaya belli başlı sınırlar getirilmiştir. İlk sınır, seçilecek hikâyecilerin yaş aralığıdır. Yazarların 35-45 yaş arasında olmasına dikkat edilmiş ve yazarlar seçilirken üzerinde konuşabilmek, somut şeyler söyleyebilmek için en az 2 öykü kitabı çıkarmış olmasına özen gösterilmiştir. İnceleme ölçütü olarak ise “öykünün yapı taşları” esas alınmıştır. Öykünün temel bileşenleri olan konu ve tema, kurgu, zaman ve mekân, karakterler, dil ve üslup öncelikle Mustafa Kutlu hikâyeciliğinde tek tek incelenmiş, ardından günümüz yazarlarının hikâyelerinde aranmış ve ortak sonuçlar etrafında 3 isme odaklanılmıştır. Bu isimler Mustafa Çiftci, Mustafa Başpınar ve Mukadder Gemici’dir.

MUSTAFA ÇİFTÇİ

Son dönem Türk hikâyeciliğinin önemli isimlerinden Mustafa Çiftci (1977), öykülerinde Mustafa Kutlu etkisini en bariz taşıyan hikâyecilerdendir. Bu çalışmada yazarın mevcut üç hikâye kitabı Adem’in Kekliği ve Chopin4, Bozkırda Altmışaltı5 ve Ah Mercimeğim6’deki tüm hikâyeler incelenmiş ve bu hikâyelerde Mustafa Kutlu’nun izleri görülmüştür. Mustafa Çiftci de Hatice Ebrar Akbulut’un kendisiyle yaptığı söyleşide “Birbirlerini andıran insanlar gibi, anlatım yönüyle birbirlerini çağrıştıran yazarlar var. Mustafa Çiftci öyküleri, ‘Mustafa Kutlu öykülerini’ çağrıştırdı bana. Bu konuda ne düşünürsünüz, hak verir misiniz?” sorusuna şu cevabı vermiştir:

  • “Yani sizin okur olarak çağrışım mekânizmanız nasıl çalışır, neyi çağrıştırır; buna benim akıl erdirmem zordur. Ama Kutlu Hocam ile aramızda şöyle bir benzerlik vardır. Kutlu Hocam da yazmaz, anlatır; ben de anlatırım. Bu tercihimiz sebebiyle aklınıza gelmiş olabilir böyle bir şey. Ha bu arada kendimi Kutlu Hocamla kıyaslamak gibi bir hadsizlik peşinde değilim. Sordunuz diye söylüyorum. Yoksa o pirdir, ustadır, ekol sahibidir. Hürmete layıktır. Ve ben de hem yaşına hem tecrübesine hem de sanatına hürmet eden bir insanım.”7

Ancak elbette en doğruyu metnin kendisi söyleyecektir. Hikâyeler anlam, yapı ve üslup bakımından tek tek incelendiğinde ortaya bazı benzerlik ve farklılıklar, kısaca şu sonuçlar çıkmıştır:

Konu ve Tema

1. Öncelikle şunu söylemek mümkündür ki bir fikir olarak Nurettin Topçu’da var olan “Anadoluculuk” Mustafa Kutlu’yu etkilemiş ve Kutlu da hikâyelerini bu düşünce etrafında inşa etmiştir. Aynı durum Mustafa Çiftci hikâyeleri için de geçerlidir. Çiftci Anadolu’nun tabii yapısını, saf, temiz ve bozulmamış hâlini bir mekândan ziyade bütün olarak, fikir olarak, “gelenek”sel bir anlayışla hikâyelerinin tamamında konu olarak işler.

2. Bununla birlikte Çiftci’nin hikâyelerindeki esas çatışmayı “modernizm” ve “gelenek” oluşturur ki bu tema üzerinden kurulan çatışma Mustafa Kutlu hikâyelerinin esas mevzusudur. Mustafa Kutlu bir dönem hikâyecisi olarak, son yarım asırda görülen toplumsal değişim ve gelişimi hikâyelerinin başat teması olarak seçer. Çiftci de yaşadığı dönemin kültürel değişimlerini, çatışmalarını, eski ve yeni kutuplaşmasını, gelenek ve modern çatışmasını sürekli ele alır. Bu kutuplaşmada yazar, Mustafa Kutlu gibi gelenekten yana; kentleşme ve modernleşmenin karşısındadır. Çünkü her iki yazara göre de insanlar gittikçe özünü kaybetmekte, kendi insanına yabancılaşmakta, geçmişinden kopmaktadır. Onlara göre teknolojinin getirdikleriyle birlikte götürdükleri de vardır. Çiftci de tıpkı Kutlu gibi bilgisayar, televizyon, robotlaşma, makinalaşma vb. gibi teknolojik eşya ve kavramlarla modernleşmenin günümüze, günümüz insanına etkisi üzerinde durur.

3.Mustafa Çiftci’nin esas temaları kendisinin de dediği gibi yoksulluk ve sevdadır, bu Mustafa Kutlu’nun da vazgeçilmez temalarından olup neredeyse bütün hikâyelerin çıkış noktasını oluşturur.

4. Çiftci hikâyelerindeki aşkları da iki temel çatışma (seven-sevmeyen hariç) üzerinden ele alır, bunlar kültürel ve ekonomik çatışmalardır. Hikâyelerin çoğunda zengin kız-fakir erkekten oluşan karakterler vardır ve bunlar ekonomik kutuplaşma ile metin içine yerleştirilir. Kültürel çatışma içinse Çiftci’nin “Elif, Tina ve Ben” hikâyesi iyi bir örnektir. Bu yönüyle Kutlu’nun temalarına benzeyen Çiftci’nin aşka bakış açısı da tıpkı Kutlu’nunki gibi saf, temiz, naif bir çizgidedir. Aşklar genellikle uzaktan, tek taraflı, söze dökülmemiş, imkânsız ve masum aşklardır. Yazarın görmeden seven karakterlerle, görüp de uzaktan sevenlerle, yıllarca karşılıksız sevip bekleyenlerle çizilmiş idealize edilmiş bir aşk dünyası vardır.

5. Aile kavramı tıpkı Mustafa Kutlu’nun hikâyeleri gibi Çiftci hikâyelerinde de oldukça ön plandadır. Hikâyelere konu olan aileler genelde eski tip, geleneksel, geniş ve birbirine bağlı ilişkilerle kurulmuş yapısıyla dikkat çeker.

6. Bir diğer nokta ise Çiftci’nin siyasi-ticari kurum ve kuruluşlara, devlet ileri gelenlerine, bürokratik makamlara yaklaşımıdır. Çiftci de tıpkı Kutlu gibi bu tip kurum ve kuruluşları, makam ve mevkileri genellikle olumsuz yanlarıyla ele almıştır. Mesela Çiftci’nin “Bir İğne Bin Kuyu” adlı hikâyesinde siyasetle, partilerle dağılmış bir ailenin portresi çizilir.

7. Mustafa Kutlu Anadolu atmosferini verebilmek için tabiatı, daha özelde ağaçları ve çiçekleri sıklıkla kullanır. Özellikle kır çiçekleri onun motifi olmuştur. Kutlu’nun her kitabından mutlaka bir çiçek adı geçer. Mustafa Çiftci de Anadolu’nun bu atmosferini verebilmek için kendine bir motif olarak yemekleri seçer. Onun öykülerinde sıklıkla kullandığı kavramların başında yemekler gelir. Örnek olarak peynirli dürüm, ekmek arası domates, yufka, kırık sürmeli leblebi vb. verilebilir.

Kurgu

1. Mustafa Kutlu, yazının başında kendi sanat anlayışında da belirttiği gibi hikâyeyle oynamayı, onu bir oyuncağa dönüştürmeyi sevmez. Bütün hikâyeleri tahkiyeye dayalı, geleneksel hikâye tarzıyla “anlat”ılmıştır. Zaman zaman Binbir Gece Masalları’ndaki gibi iç içe hikâye, Ahmet Mithat Efendi gibi okuru metne dâhil ederek anlatının bir parçası kılma ya da yazarın metne dâhil olmasıyla post-modern kurgu anlayışının bir parçası olan üstkurmacaya rastlansa da Mustafa Kutlu hikâyesi kendine has kurgusuyla tahkiye etmeye, anlatmaya dayanır. Mustafa Çiftci’nin hikâyeleri de yapı itibarı ile tıpkı Mustafa Kutlu’nunkiler gibi düz, geleneksel hikâye anlayışıyla oluşturulmuş metinlerdir. Sıra dışı bir kurgu, şaşırtıcı son, fantastik ya da bilim-kurgusal olaylarla örülü yapılar yoktur. Her iki yazar da tıpkı eski hikâye anlatıcıları, meddahlar gibi hikâyenin gösterimi değil anlatımına önem verirler.

2. Çiftci de zaman zaman hikâye içinde hikâyeye örnek olabilecek kullanımlara başvurur. Hikâye yazma sürecinin hikâyesini anlatır. Mesela “Piç Sevi” hikâyesinde Mustafa Kutlu’nun yaptığı gibi “Bakın size bir hikâye anlatayım” havasında olan anlatıcı-karakter, olayın bir hikâye olduğunu okura belli eder. Kendini ise bir yazar olarak orada “hikâye anlatıcısı” olarak konumlandırır. Bu tutum Kutlu’da da var olan eski zaman hikâye anlatıcılarına benzer.

Karakterler

1. Mustafa Kutlu’da karakterlerin tamamen günümüz hayatından, gerçek insanların içinde yaşayan tanıdık-bildik insanlardan oluştuğu görülür. Hiçbir şekilde tuhaf, sıra dışı, fantastik ya da bilim kurgusal özelliğe sahip karakterler yoktur. Aynı durum Mustafa Çiftci hikâyeleri için de geçerlidir. Çiftci’nin de tüm karakterleri de gerçek hayatın tam içindedir.

2. Yine karakterlere ilişkin bir başka özellik, tıpkı Mustafa Kutlu’da olduğu gibi hikâyenin başkarakterinin çoğunlukla iyi ya da iyiye meyyal olmasıdır. Kötü karakterler bile aslında özünde iyi olup ya toplum tarafından kötüleştirilmiş ya da az bir çabayla, manevi değerlerle düzelebilecek insanlardır. Çitfci hikâyelerinde devkarakterler Kutlu’nunki gibi iyi meziyetleriyle ön plana çıkar. Alnının teriyle parasını kazana, çalışan insanlar, evine helal lokma getiren babalar, ince insanlar, vefa-sadakat gibi kaybolan değerleri hâlâ bünyesinde taşıyan karakterler sıkça kendini gösterir. Özellikle insanlar arası iletişimde, eşler arası ilişkilerde vefa kavramı ön plandadır. Çocuklar genellikle anne-baba kıymeti bilen hayırlı evlatlardır. Kadınlar Anadolu kadınları, anneler Anadolu anneleridir; hikâyelerde yufka açan, beyine-çocuğuna yemek yapan, eşinin bir adım gerisinden gelen ama bunu mecburiyetten değil sevgiden ve “öyle gördüğü”nden yapan bir kadın motifi çizilir. vs.

3. Her iki yazarda da ortak bir özellik olarak anlatıda kurulan sıcak atmosferin, samimi havanın karakter ve dil aracılığıyla oluşturulmasıdır. Özellikle karakter oluşturma her iki yazarın da hikâyelerinde öne çıkan özelliklerindendir. Karakteri iyi kötü yanlarıyla, zaaflarıyla, her şeyiyle bir bütün olarak ele alınır.

Zaman ve Mekân

1. Gerek Mustafa Kutlu gerekse Mustafa Çiftci hikâyelerinde yaşadıkları zamanı anlatan yazarlardandır. Her ikisi de için de dönem hikâyecisi demek mümkündür. Dönemin özellikle toplumsal aynasını hikâyeler aracılığıyla gözlemlemek mümkündür. Mustafa Kutlu’da 60’lar, 80’ler ve günümüze ayna tutan hikâyeler mevcutken Çiftci de kendi içinde yaşadığı zaman dilimini ele alır. Ah Mercimeğim adlı kitabında 70’ler, 80’lere değinen hikâyeler mevcut olsa da genel zaman aralığı günümüze aittir.

2. Mustafa Kutlu’nun hikâyelerinde mekân İstanbul ve taşra, taşradan kasıt ise Anadolu’nun bütünüdür. Bu mekânlar metropol ve köy, kent ve kasaba olarak çatışma hâlinde sunulur. Mustafa Çiftci’nin dar alan olarak seçtiği mekân Yozgat olsa da esas mevzu İç Anadolu, Anadolu’nun bizzat kendi ruhudur.

Dil ve Üslüp

1. Mustafa Kutlu’yu Mustafa Kutlu yapan özelliklerin başında dil ve üslup gelmektedir. Sade bir dille ama derin bir anlatımla kurduğu hikâyelerde dil ve anlatımdaki samimiyet oldukça dikkat çeker. Buna benzer bir üslubu Mustafa Çiftci hikâyelerinde de yakalamak mümkündür. Dil ve üslup bakımından Mustafa Kutlu’ya en çok yakışan ismin Mustafa Çiftci olduğunu söylemek mümkündür. Çiftci’nin anlatımı da samimi, dili ise yereldir. Yer yer mizah ve ironi kullanmıştır. Tüm bunlar Mustafa Kutlu hikâyeciliğinin de belirleyici özelliklerindendir.

2. Kutlu hikâyelerinde ön plana çıkan bir özellik konuşmaların çok gerçekçi oluşudur. Diyaloglar içten, yapmacıksız, dilin günlük kullanımına uygundur. Mustafa Çiftci de Anadolu’ya özgü söyleyişler, deyimler, atasözleri ve hatta argolar oldukça fazla kullanılmıştır. İç Anadolu söylemi çok belirgin olmakla birlikte, belli yörelere ait kelime ve kavramlar sıkça kullanılmıştır.

3. Çiftci’nin anlatıcıları genellikle Mustafa Kutlu’nun anlatıcıları gibi “ben” anlatıcıdır. Hikâyenin dünyası içöyküsel ya da benöyküsel anlatıcıyla kurulur. “Ben ve etrafındakiler”inin hikâyesi çoğu zaman anlatıcı-karakter dediğimiz anlatıcı ile oluşturulur.

4. Çiftci öykülerinde sıklıkla tasvirlere başvurulur. Bu Kutlu’da da görülen bir özelliktir. Ancak Kutlu tasvirlerinde fotoğraf çeker gibi, resim yapar gibi kelimeleri serpiştirerek o tabloyu oluşturur, gösterir. Çiftci ise tasvirlerini anlatma yoluyla oluşturur, tasvirler müstakil değil belli bir olayın çevresinde verilir.

Sonuç olarak Mustafa Çifci konu ve tema, kurgu, karakterler, zaman ve mekân, dil ve üslupla Mustafa Kutlu öykücülüğüne en yakın isimdir. Cümle yapıları, yerel söylemlerin sıklığı ve argonun fazlaca kullanımıyla Mustafa Kutlu öykücülüğünden ayrılmaktadır.

MUSTAFA BAŞPINAR

Hikâyelerinde Mustafa Kutlu’nun etkilerini taşıyan bir diğer isim günümüz hikâyecilerinden Mustafa Başpınar (1979)’dır. Bu çalışmada yazarın mevcut iki hikâye kitabı Meleğin Gölgesi8 ve Annemin Gözleri9ndeki tüm hikâyeler incelenmiş ve bu hikâyelerde Mustafa Kutlu’nun etkilerine rastlanmıştır. Mustafa Başpınar da Hatice Ebrar Akbulut’un kendisiyle yaptığı bir söyleşiye şu cevabı vererek bu etkiyi doğrular:

  • 2008 sonunda sevgili Mustafa Kutlu ağabeyden “Sevgili Mustafa” diye başlayan elektronik mesaj aldığım gün hayatımın en güzel anlarından biri oldu. Aynı zamanda benim için bir milat oldu o tarih. Ülkemin yazarlarından, çok güzel bir insandan öykülerimi beğendiğine dair bir mesajdı gelen. Dergâh dergisini ve elbette onu yıllardır ayakta tutan bu ismi çok önemsiyordum. Benim tarafımdan yıllar önce başlayan ilişki o gün karşılık bulmuş oldu. Sonrasında, Sibel Eraslan’ın ifadesiyle söylemem gerekirse, Mustafa Kutlu’nun paltosundan çıkanlardan biri de ben oldum. Hatta şunu söyleyebilirim: Mustafa Kutlu’nun paltosundan son çıkan iki kişiden biri oldum. Diğeri kıymetli öykücü Mukadder Gemici’dir.”10

Kutlu’nun kendi yazarlık serüvenine ve metinlerine etkisini bu şekilde dile getiren Başpınar, onun paltosundan çıkan son iki kişiden birinin kendisi, diğerinin Mukadder Gemici olduğunu belirtir. Ancak çalışmalarımıza göre Mustafa Kutlu’nun paltosundan çıkan iki kişiden biri öncelikle Mustafa Çiftci, diğeri Mustafa Başpınar’dır. Etkinin derecesine göre, Mukadder Gemici bu iki yazardan sonra gelmektedir. Başpınar’ın hikâyeleri de tek tek incelendiğinde ortaya şu sonuçlar çıkar:

Konu ve Tema

1. Mustafa Başpınar da tıpkı Mustafa Kutlu gibi öykülerinde hem bireysel hem toplumsal konulara yer vermiştir. Onun temel meselesi insana dairdir. Ancak bu, toplumun içindeki insandır. Toplumdan etkilenen ama kendi hikâyesini anlatan insandır. Toplumsal konular ve sosyal temalar, metnin arka planına yansır. Özellikle işsizlik, sınav, seçim vb. temalı hikâyelerle toplumsal sorunlara ince göndermeler yapılır.

2. Mustafa Kutlu ve Mustafa Başpınar arasında ortak tema ve konularda birleşen hikâyelere rastlamak mümkündür. Bu hikâyeler birlikte okunduğunda ortaya fazlaca benzerlik çıktığı görülecektir. Mesela Mustafa Başpınar’ın “Çocuk Kadar Saftı” adlı hikâyesinde kitapları herkesten ve her şeyden çok seven Yahya Bey adında bir karakterin kitaplarla kurduğu derin bağ ve bu bağ sebebiyle başına gelenler anlatılır. Hikâye hem tema hem anlatım bakımından Mustafa Kutlu’nun Tahir Sami Bey’in Özel Hayatı’na benzer. Yine Mustafa Başpınar’ın birçok hikâyesinde olduğu gibi “Yaralarınız İyileşti mi” isimli hikâyesinde de kitap odak noktasıdır. Hikâyede kitapları ve çiçekleri özellikle menekşeyi seven ince, kırılgan bir karakter, kütüphane görevlisi Hicran’a âşık olur. Anadolu’nun bir kasabasında geçen bu aşk hikâyesinde âşıklar kendi arasında kitap aracılığıyla mektuplaşır. Kitap, bu hikâyede âşıkları birleştiren bir metafor olarak kullanılmıştır. Arka planda bir motif olarak menekşenin kullanımı da dikkat çekicidir. Bu hikâye Mustafa Kutlu’nun “Menekşeli Mektup” isimli hikâyesine hem tema hem anlatım bakımından oldukça benzer.

3. Başpınar da tıpkı Kutlu gibi gelenekten beslenen bir yazardır. İnsanın hikâyesini anlatır, Anadolu insanının hikâyesine yaslanır. Gelenekten besleniş hem konu hem dil ve anlatım hem de metafor şeklindedir. Bunun yanı sıra Mustafa Kutlu’nun olmazsa olmazlarından gelenek ve modern çatışması, teknolojinin insanı olumsuz yönde değiştirmesi ve özünden uzaklaştırması gibi konulara sıklıkla gönderme yapılır. Başpınar da teknolojiye, modernleşmeye karşı Anadolu’nun güzelliğini ön plana çıkarır. Hikâyelerinde apartman arasına sıkışmış cami, türbe gibi mimari yapılarla temsil edilen manevi değerler görülür. Yükselen binaların, modernleşmenin karşısında din, güzel ahlak, zarafet, Anadolu ve gelenek vardır.

4. Başpnar da tıpkı Kutlu gibi tabiatı ve Anadolu’yu anlatırken o yöreye ait terimleri, kavramları ön planda tutar. Bunlardan başlıcaları çökelek, bişi, yufka, soba, iğde kokusu, hasat zamanı, toprak vb.’dir. Tekne orucu, oruç satmak, din, çocukluk vb. gibi kavramlarla manevi değerler ve çocukluk arasındaki saf ilişki yüceltilir. Bunun yanı sıra özellikle tasvirlerde tabiat ve çiçek adları önemli yer tutar. Başpınar hikâyelerinde en çok kullanılan çiçeklerin akasya ve menekşe, en çok kullanılan hayvanın ise kuş olduğu görülür. Bu da Kutlu hikâyeciliğine yaslanan ince bir detaydır.

Kurgu

1. Mustafa Başpınar hikâyeleri de Mustafa Kutlu hikâyeleri gibi geleneksel anlatıyla oluşturulmuş düz bir kurguya sahiptir. Postmodern kurgular yok denecek kadar azdır. Parçalı anlatımla oluşturulmuş ve şaşırtıcı sonla biten birkaç hikâyenin dışında genel yapı gelenekseldir. Tahkiyeye dayalı bu metinler kronolojik bir zaman çizelgesine uygun olarak anlatılır. Sıra dışı anlatımlar, yeni teknikler, olağanüstü ya da fantastik ögeler yoktur ki bu da Mustafa Kutlu hikâyeciliğinin belirleyici bir özelliğidir.

Karakterler

1. Başpınar’ın hikâyelerinde tıpkı Mustafa Kutlu’nunkilerde olduğu gibi normal insan portreleri vardır. Hikâyelerin evreni tuhaf, sıra dışı, fantastik karakterler yerine günlük hayattan gerçek insanlarla oluşturulur. Ve bu insanların yine en önemli özelliği tıpkı Kutlu hikâyeciliğinde olduğu gibi hepsinin iyiye meyyal olmalarıdır. Başpınar’ın ana karakterleri de genellikle iyilik yapan, iyiliğe çağıran, hayatın ince yönlerine dokunan ve bir derdi olan naif insanlardır.

Zaman ve Mekân

1. Mustafa Başpınar hikâyelerinde hem zamanı hem de mekânı Mustafa Kutlu gibi yaşadığı dönemden seçmektedir. İçinde yaşadığı zamana hikâye aracılığıyla tanıklık eden Başpınar için de bir dönem hikâyecisi demek mümkündür.

2. Hikâyelerinde hem yer hem de anlatım olarak oldukça önemli bir alan teşkil eden “mekân” Mustafa Başpınar’ın hikâyesinin temel yapı taşlarındandır. Onun başlıca mekânlarını Anadolu’nun kırları, köyleri, kasabaları oluşturur. Eski köy evleri de sıkça anlatan yazarın şehirleri genellikle Tokat, Yozgat, Bursa’dır. Bunun yanı sıra tıpkı Kutlu öykülerindeki gibi kasaba-köy ve kent karşı karşıya yani birbirine zıt bir şekilde işlenmiştir. Mekânsal çatışmayı kent ve taşra oluşturur.

Dil ve Üslup

1. Mustafa Başpınar’ın dilinin de Kutlu’nunki gibi sade ve derin olduğunu söylemek mümkündür. Ancak üslup bakımından Mustafa Kutlu’ya Mustafa Çitci kadar yaklaşmaz. Yer yer ironi ve mizah kullansa da bunun dozu bellidir. Aynı zamanda anlatıcı ve karakter arasına konulan mesafe, yer yer dışöyküsel anlatıcının kullanımı bu uzaklığı biraz daha açar.

2. Başpınar’ın da tıpkı Kutlu gibi diyaloglara önem verdiği görülür. Birçok öyküde anlatım diyaloglar üzerinden yapılır. Ve bu diyaloglar köy insanlarının sıcaklığını yansıtacak şekilde, samimiyetle aktarılmıştır. Özellikle yaşını almış, ihtiyar karakterler bahsi geçen samimi Anadolu atmosferini vermek için kullanılmıştır.

3. Başpınar’ın dilde belirleyici bir diğer özelliği ise halk söylemleridir. Hikâyelerde ağız, atasözleri, deyimler, yöresel kavramlar kendini çok belli eder. Özellikle Annemin Gözleri kitabında bu dilsel özelliklerin ön plana çıktığı görülür.

Sonuç olarak Mustafa Başpınar, konu ve tema, karakter, kurgu, zaman ve mekân, dil konusunda Mustafa Kutlu öykücülüğüne yaklaşırken özellikle üslup bakımından bu çizgiden ayrılmaktadır.

MUKADDER GEMİCİ

Mukadder Gemici (1974), Mustafa Kutlu’dan gerek ekol gerekse metin olarak etkilenmiş bir hikâyecidir. Bu çalışmada yazarın mevut iki hikâye kitabı Asla Pes Etme11 ve Kar Makamı12nda yer alan tüm öyküleri incelenmiş ve yazardaki Mustafa Kutlu etkileri metin üzerinden aranmıştır. Ancak öncesinde şunu belirtmek gerekir ki Mukadder Gemici’de var olan Kutlu etkisi “metinsel yakınlık”tan çok edebî çevre ile gelen yakınlıkla ilişkilidir. Mustafa Kutlu’nun Gemici üzerindeki etkisi metinden ziyade yazarın edebiyat serüvenine dayanır. Gemici, kendisiyle yapılan bir söyleşide “Hikâyelerini Mustafa Kutlu’yla tanıştırma sürecin nasıl oldu, ne tepki verdi?” sorusuna cevaben Mustafa Kutlu macerasını şu cümlelerle anlatır:

  • “Hikâyeleri okuyan çok küçük bir arkadaş gurubum vardı. Onlar bana ısrar ettiler, ya sen Mustafa Kutlu’yu tanıyorsun gönder hikâyelerini Dergâh’a dediler. Dergâh dergisini bilenler bilir kendi içerisinde ve edebiyat çevresinde ağırlığı olan bir dergi. Ben dergiye daha doğrusu Mustafa Bey’e hikâyeleri mail olarak gönderdim, sonra Mustafa Bey beni aradı ama benim o tanıdığı bildiği Mukadder olup olmadığımdan emin değildi. ‘Sen bizim Mukadder misin? Bunlar güzel hikâyeler Mukadder’ dedi. Üç hikâye yollamıştım ilk olarak, okudu. Sonra Mustafa Bey benim böyle olaylardan etkilendikçe yazan mekanizmamı hızlandırdı. Yani dergide yayınlanmasının bende böyle bir etkisi oldu. Hani marifet iltifata tabidir kısmını orada bizzat yaşadım. Ben dergiye hikâye yollamaya devam ettim, Mustafa Bey de o anlamda bana böyle şeref tabelaları koydu. Büyük katkısı oldu. Ama ben de her zaman yazdım, hiç boş durmadım. Yazdım, sildim, tekrar yazdım, yeniden kurdum, yeniden yazdım.”13

Bu cevaptan da anlaşıldığı üzere aslında Mustafa Kutlu’nun Gemici üzerindeki etkisi yazarın “yazan mekânizmasını hızlandırmak”a yöneliktir. Ancak elbette, metinlere yansıyan bir etki de söz konusudur ve bunlar şu şekilde sıralanabilir:

Konu ve Tema

1. Mukadder Gemici’nin konu ve tema bakımından en belirgin özelliği gerçek hayatın içindeki küçük detaylardan büyük hikâyeler oluşturabilmesidir. Hikâyelerin bütününde insanın özünde yatan manevi değerlere dokunma amacı vardır. Bu durum Mustafa Kutlu hikâyeleri için de geçerlidir. Kutlu da küçük insanların büyük hikâyelerini anlatır, bunu yaparken insanî değerleri yücelten bir anlayışla kalem oynatır.

2. Bir önceki madde ile ilişkili olarak Mukadder Gemici’nin öykülerinde tıpkı Mustafa Kutlu hikâyelerindeki gibi iyiliğe çağrı olduğunu gözlemlemek mümkündür. Küçük iyiliklerin büyük kurtuluşlara sebep olduğu, hikâyelerin hikmet ve tasavvuf yönünün ağır bastığı görülür.

3. Mustafa Kutlu’da olduğu gibi Mukadder Gemici’de de hem bireysel hem toplumsal konular mevcuttur. Anadolu insanının dertleri, yoksulluk, eğitimsizlik, kız çocuklarının okuması vb. gibi sorunlar Mukadder Gemici’nin hikâyelerine girebilmektedir. Hikâyelerin genelinde olağanüstü konular, temalar, hayatlar yoktur; çoğu öyküde her şey sıradan, sade, günlük hayatın akışı içinde sunulur. Ancak bunlar özellikle ilk kitap Asla Pes Etme için geçerlidir. İkinci kitap Kar Makamı’nda yazarın farklı bir çizgide ilerleyen öyküleri dikkat çeker ve bu öyküler aslında Mustafa Kutlu etkisinin kırıldığının da bir göstergesidir. 24 öyküden birkaç tanesi fantastiğe ya da bilim-kurguya yatkındır. “Deneyin İlk Günü” ve “Müsait Bir Yerde” öyküleri buna örnek olarak gösterilebilir.

3. Mustafa Kutlu hikâyelerinde ön plana çıkan özelliklerden biri kaybolan değerlere ve kavramlara dikkat çekmektir ve bunu Gemici’nin hikâyelerinde görmek mümkündür. Bunların başında aile, vefa, sadakat gelmektedir. Gemici’de aile kavramı oldukça ön plandadır. Ailenin ve aile olmanın önemi, eşler arasındaki sadakat ve iletişim, kardeşlik, evlat ve anne-baba ilişkileri, küçüklerin büyüklere vefa ve saygı göstermesi, büyüklerin küçükleri sevmesi başlıca özelliklerdendir. Öykülerin çoğunda bir ya da birkaç aile büyüğü vardır ve aileler genellikle çekirdek değil geniştir.

Kurgu

1. Gemici’nin birçok hikâyesi geleneksel hikâye etme anlayışıyla oluşturulmuş, düz bir kurguya sahip metinlerdir. Özellikle ilk kitabı Asla Pes Etme’de kurgular sıradandır, sıra dışı, fantastik, bilim-kurgusal özellikte hikâyelere rastlanmaz. Ancak Kar Makamı’nda Gemici’nin hem konu hem kurgu bakımından farklı bir yola girdiğini de gözlemlemek mümkündür. Mustafa Kutlu hikâyeciliğinde hiç rastlanmayan bu tarzda öyküler Mukadder Gemici’de kısmen de olsa karşımıza çıkar, bu da Kutlu etkisini bariz bir şekilde kırar.

Karakterler

1. Gemici’nin hikâyelerinde de karakterler iyi ya da iyiliğe meyyal insanlardır. Bu insanlar küçük şeylerle mutlu olan ya da küçük bir dokunuştan büyük hikâyeler çıkaran insanlardır. Olağanüstü karakterler, deliler, tuhaf, sıra dışı, fantastik karakterler yoktur. Gemici de tıpkı Mustafa Kutlu’da olduğu gibi sıradan insanların sıradan öyküsünü anlatır. Ama bu suradanlıkta büyük hikâyeler, büyük karakterler vardır. Karakter, iyilik yaptığı için büyüktür. Onun karakterleri bu açıdan “hikmet” özelliğiyle ön plana çıkar. Bu hikmet yüklü insanlar ise genellikle Anadolu insanlarıdır.

2. Gemici, özellikle Mustafa Kutlu’dan farklı olarak karakter-yazar ve anlatıcı arasına derin bir mesafe koyar. Yazar, okur, anlatıcı ve karakter birbirinden ayrı durmaktadır. Hepsinin yeri bellidir. Oysa Mustafa Kutlu’da kimi zaman anlatıcı ve karakter iç içe geçer, okur devreye sokulur, yazar bir karakter olarak metne dâhil olur. Bu da ayırıcı bir özelliktir.

Zaman ve Mekân

1. Mukadder Gemici, öykülerinde Mustafa Kutlu gibi genellikle kendi yaşadığı çağı anlatsa da bazı öykülerinde zaman dilimi olarak geçmiş zamana gittiği ya da çok ileri bir zamana sıçradığı görülür. Mesela “Kar Makamı” geçmiş zamanın öyküsü iken “Müsait Bir Yerde” teknolojinin çok geliştiği ileriki bir zaman dilimine aittir.

2. Gemici’nin öykülerinde kullanılan mekânlar genellikle İstanbul ve Anadolu’dur. Ancak mekânlar ön planda değildir, hikâyenin fonu olarak kullanılır. Kullanılan bu mekânlar gerçektir ancak bahsi geçen birkaç öyküde bu gerçeklik de kırılır. Zaman-mekân birlikteliğinden hareketle değişen zamanla birlikte mekânın da değiştiği gözlemlenir.

Dil ve Üslup

1. Mukadder Gemici de dili Mustafa Kutlu diline benzeyen sade, yalın, derin biçimiyle kullanır. Kelime seçimleri özenli ve anlaşılırdır. Ancak üslup bakımından Mustafa Kutlu’dan ayrılır. Çünkü bilhassa anlatım Mustafa Kutlu’nunki gibi değildir. “Karakter” başlığında da değinildiği gibi Mukadder Gemici’nin öykülerinde yazar, anlatıcı, karakter arasındaki mesafe çok belirgindir ve bu uzaklık kendini özellikle dilde gösterir. Mustafa Kutlu hikâyelerinde yazar, anlatıcı ve karakter üç farklı kimlik olarak bir masada oturup hikâye üzerinden sohbet ederler, uzlaşırlar, atışırlar, iletişim kurarlar. Bu iletişimin anahtar kelimesi ise “samimiyet”tir. Kutlu’nun olmazsa olmazlarından içten diyaloglar, yer yer muziplikler, mizah ve ironiyle birlikte harmanlanmış sohbet ortamı hikâyelerin üslup bakımından en belirleyici özelliğidir. Mukadder Gemici’de ise diyaloglar daha çok göstermeye dayalıdır ve mizah-ironi neredeyse hiç yoktur.

2. Dil bakımından üzerinde durulacak başka bir özellik ise tasvirlerdir. Mustafa Kutlu özellikle manzara tasvirlerinde bitmeyen cümlelerle, ara ara serpiştirilen kelimelerle âdeta resim yapar gibi cümleler kurar, manzarayı kendi gözleriyle gösterir. Mukadder Gemici de hikâyelerinde tasvire önem verir ama o daha çok olayım gözlemcisi olarak gördüğü manzarayı müdahale etmeden anlatır. Tasvirlerinde hem anlatma hem gösterme tekniklerini kullanır.

Sonuç olarak Mukadder Gemici öykülerinin konu ve tema, karakter ve dil bakımından Kutlu öykücülüğüne yaklaştığını ifade edilebilir. Ancak zaman ve mekân, kurgu, üslup bakımından özellikle ikinci kitapta başka bir çizgide ilerlediği gerçeğini de kabul etmek gerekir. Etki bakımından bu durum Gemici’nin metinden ziyade ekolden beslendiğini göstermektedir.

Görüldüğü üzere Mustafa Kutlu gerek Dergâh Yayınları ve Dergâh Dergisi aracılığıyla gerekse hikâye kitaplarıyla kendinden sonraki hikâyecileri etkileyen bir kalemdir. Bu etkiyle birlikte ortak sanat görüşüne ve hikâye anlayışına sahip yazarlar Kutlu’nun açtığı yoldan giden ama aynı zamanda kendi hikâyesini bulan ve anlatan isimlerdir. Bu isimleri çoğaltarak belli bir ekolden bahsetmek de mümkündür. Ancak bu tespitlerin hepsi hâlihazırda ürünlerini vermeye devam eden isimler ve yaşayan bir edebiyat dönemi üzerinden yapılmıştır, dolayısıyla zaman en doğruyu söyler.