Ne de Olsa İnsan Bir Gün Tamamlanacak

SELMA AKSOY TÜRKÖZ
Abone Ol

Kitaba adını veren öyküden başlamayı uygun gördük yazımıza. Hem adının orijinalliği hem de kapsamıyla özgün bir öykü Yeraltı Bulutları. Kahramanın aynasında insanın metaforik yaşam yolculuğuna şahit olacaksınız bu öyküde.

“Yeraltı Bulutları, dünyanın eziyetli sıcağına; yürüyen, öksüren, selamlaşan sesleriyle bir gölgelik inşa ediyor satır satır. Gemisiz çöllerde kurulan tılsımlı cümleler…“

Bünyamin Demirci’nin Şule Yayınları’ndan çıkan ikinci öykü kitabı Yeraltı Bulutları okuyucusuyla buluştu. İçinde on beş öykü barındıran kitap; samimi anlatımı, yalın tasvirleri, son grup öykülerdeki psikolojik çözümlemeleriyle farklı bir dünyanın kapılarını aralıyor okuyucuya.

Yeraltı Bulutları, Bünyamin Demirci, Şule Yayınları

Kitaba adını veren öyküden başlamayı uygun gördük yazımıza. Hem adının orijinalliği hem de kapsamıyla özgün bir öykü Yeraltı Bulutları. Kahramanın aynasında insanın metaforik yaşam yolculuğuna şahit olacaksınız bu öyküde:

“Atlar gidecekleri yolun sonunu görürler, yolu göremezler”

“Keşke insanı konuştukları takip etse, dolunca bir bulut gibi sahibinin üstüne boşalsa, belki o zaman insan susmayı öğrenirdi.”

“Yeraltı Bulutları” öyküsünü okurken zaman zaman batı algısındaki “Everyman” imajı canlandı zihnimde ve tabi ki mücadelesi. İngiliz Edebiyatı’nda alegorik bir kahraman olan ‘Everyman’, kendi ruhsal yolculuğunun ve bu yolculuktaki yalnızlığının peşinde koşar. Son durağa geldiğinde, ölüm, ona eşlik etmesi için çalmadık kapı bırakmaz ama deyim yerindeyse kendine kendinden başka yoldaş bulamaz. İçimizden biridir o, içimizdeki “biz”dir. Yaşamla yüzleşme; ölümün, karşısında durulamayacak bir gerçek oluşunun idraki… Demirci, ortak soyutlamalarla insanın yolculuğunu insanoğlunun yolculuğuyla ustaca birleştiriyor bu öyküde; hırs, merhamet, iyilik algısı, yaşam çabası, adalet…

Kitabın açılış öyküleri ve devam eden öyküler; kır hayatının sadeliğini, samimiyetini, bakirliğini gözler önüne seriyor. Kah hüzünlendirerek kah “hüznün en koyu bulutunda bir neşe gediği” açarak:

“Ninem horozu dedeme benzetirdi hep. Biz çok gülerdik bu benzetmeye. ‘Bir kasketiyle sigarası eksik, yürüyüşü bile aynı’ derdi.” (Başı Kesik Horoz).

“Yürüyen Cami” öyküsünde yenisi yapılana kadar öküz arabalarıyla kenara çekilen eski ahşap caminin çırpınışlarına şahitlik ederiz:

“Öğlen vaktinden sonra camiyi yine kenara çektiler. Her gece iki kişi nöbet tutacaktı. Sabah oldu nöbetçiler uyandı. Cami eski yerindeydi.”

“Şeytan Uçurtması” ve “Boşluk” gibi öykülerde yaşadıkları travmaların etkisiyle iç dünyalarında çalkantılar yaşayan tipler çıkıyor karşımıza. Bu öykülerde ağır basan ironik dil, kahramanın ruh halini ustaca bir çözümlemeyle ulaştırıyor okuyucuya:

“İnsan aklını yalnız bırakınca canavarlaşır. O gece aklını yalnız bırakanlar canavarca saldırdı. Kalbini yalnız bırakan insansa mücadele edemez. Herkes aksini düşünür ama insan kalbiyle delirir yüzbaşı.” (Şeytan Uçurtması).

Öykülerin genelinde karakterlerin dünya ile naif ve hesapsız bir iletişim içinde olduğunu görüyoruz. Kendilerine ait hikâyeleri olan, büyük resimle bütünlük içinde, davet üzere oraya gelmiş olmazsa olmaz konuklar gibi…

Kuru bir dal sesi, birkaç kanat sesi, hışırtı ya da çocuk sesleriyle yakalanmış ritim, tahkiyede dip akıntı olarak yoluna devam ediyor. Bu tür işitsel öğeler öyküleri, tabiatın bir parçası haline getiriyor; akıcı dil eşliğinde farklı bir resim çiziyor okuyucunun kafasında ve ilgisini diri tutuyor. Çevresini iyi dinleyen, izleyen bir yazarla karşılaşıyoruz her öyküde. Hayatın içinden sesli, samimi, renkli öyküler sevenlere tavsiye edebileceğimiz bir kitap Yeraltı Bulutları.