Panoptik plaza

ERHAN GENÇ
Abone Ol

Dünya koca bir değirmen diyor içinden. Markete yaklaşırken motorun sesini duyuyor. Kalbi çıkacak yerinden. Koşmaya başlıyor. Sokağın başında boyundan büyük iki bacak. Bileklerine kadar etek. Önüne baraj kurmuş sanki. Otomatik kapının gıcırtısı geliyor kulağına.

Kapıyı usulca çekiyor. Merdivenleri tek tek iniyor. Her adımında taa derininden bir şeyleri geride bırakıyor. Her basamakta biraz daha eksiliyor. İçeride kalan, bebeği değil de küçük bir kız çocuğu sanki. Gözleri dolu, omuzları düşmüş bir kız çocuğu odanın ortasında kalıyor tek başına. Etrafında oyuncaklar. Bez bebek, renkli bir beşik, plastik fincanlar, tabaklar, çatal kaşıklar... Oyuncakları bırakıp koşmaya başlıyor. Boyundan büyük iki bacak arasında kalan eteğe yumuşak bir dokunuşla çarpıyor koşarken. Tanıdık bacaklar bunlar, tanıdık etek. Kokusu bile. Sıcaklığı, sarılışı.. Binadan dışarı çıkınca adımları hızlanıyor. Üç dakika içinde sokağın başında olmalı. Site marketinin önünde. Dakika sektirmiyor servis. Öyle talimat verilmiş. Kimse geç kalmamalı. Şirketler hiç durmadan çalışan birer makine, servisler ise onlara her gün öğütecekleri malzemeleri taşıyan birer kamyon adeta. Dünya koca bir değirmen diyor içinden. Markete yaklaşırken motorun sesini duyuyor. Kalbi çıkacak yerinden. Koşmaya başlıyor.

İlk günden geç kalma. Bu arada güvenlik şirketiyle konuştum, sistem aktif olunca ikimize de mesaj gelecek.

Sokağın başında boyundan büyük iki bacak. Bileklerine kadar etek. Önüne baraj kurmuş sanki. Otomatik kapının gıcırtısı geliyor kulağına. Eteğe çarpıp kalıyor sokağın ortasında. Sonra şoförün gaza yüklenme sesi. Marketin önünde kalan egzoz dumanı ciğerlerine doluyor. Her basamakta eksilen şeyin yanına bir de geç kalma korkusu oturuyor. İlk gün böyle olmamalıydı en azından diye düşünüyor. Bu kadar hassasken hem de. Telefonunu çıkarıp bir uygulamadan taksi çağırıyor. Taksinin sekiz dakika içerisinde geleceği düşüyor bildirim ekranına. Sokağın başında bekliyor. Suçluluk hissediyor içinde. Geri dönmek istiyor. Uygulamaya tekrar girip taksiyi iptal etmek, rahat adımlarla evine dönmek ve bebeğine sarılmak. Eşini arayıp kamera sistemini iptal ettirse, evdeki yabancı kadına teşekkür edip uğurlasa, kapıyı mutlu bir yuvaya kapatmış olsa. Patron denen mefhumu silip atabilse hayatından. Sırtında bir kambur gibi taşıyor diplomasını.

Sarı rengiyle önünde duruyor taksi. Saatine bakıyor. Tam sekiz dakikada gelmiş. Arka koltuğa gömülüyor hemen. Adresi söylüyor. Trafiğin olmadığı yerden gidelim diyor lütfen. İlk günden, daha masasına geçene kadar birkaç asık suratla karşılaşmak istemiyor. Ara sokaklara sapıyor şoför. Kavşaklardan geçiyor. Servisleri solluyor. Emniyet şeridini kullanıyor. Taksinin camından, akıp giden şehri izliyor. Bir gözü taksimetrede.

Eşine mesaj yazıyor: servisi kaçırdım. Oyuncakların içinde bir kız çocuğu beliriyor ön koltukta. Hiç peşini bırakmayan. Saçları iki örgü halinde sırtına sarkıyor. Gözleri dolu dolu. Duvardaki saate bakıyor. Sayıları biliyor fakat saatlerin farkında değil. Çok saat olduğunu biliyor yalnızca. Eteklerin içindeki bacaklar bir o yana bir bu yana gidip geliyor. Boyundan büyük. Bazen o bacakların sahibi önüne bir tabak bırakıyor.

Kimisinde meyve kimisinde fındık, ceviz, incir. Eşinden cevap geliyor: taksiye bin canım. İlk günden geç kalma. Bu arada güvenlik şirketiyle konuştum, sistem aktif olunca ikimize de mesaj gelecek. Masaüstünden, tabletten ve cepten izlenebilecek. Sistemin aktif oluşuna kadar bekleyecek güç bulamıyor kendinde. Çantasından sandviçini çıkarıyor. Araçta kahvaltı yapmamın bir sakıncası var mı diye soruyor. Başını sallıyor şoför. Ufak bir ısırık alıyor ekmekten. Kaşarlı tarafına denk geliyor ısırık. Canı hiçbir şey istemiyor aslında ama yemesi gerek. Hâlâ eski kurallar geçerliyse masa başında sadece kahve serbest. Saatine bakıyor, navigasyona bakıyor, yola bakıyor. Geç kalmayacak. İsteksizce yarısını bitiriyor sandviçin. Cüzdanının neredeyse yarısını bırakıp iniyor taksiden. Kapıdan geçiyor(Panoptik Plaza, hoş geldiniz) ve turnikeden(çıkırt) ve yüz tanıma sisteminden(dıııt) ve asansörden(klasik müzik) ve koridorlardan(topuk sesleri).

Sistemin yüzünü unutmadığı bir ortamda kimse onu tanımıyor. Altı ayda yabancılaşmış hissediyor kendini. Şirketin eski binasını hatırlıyor. Herkesin birbirine günaydın dediği, temizlikçilerin yüzlerinin güldüğü, iş arkadaşlarının birbirine çay kahve taşıdığı, birlikte kahvaltı yaptıkları o eski binayı. Eski patronun babacan yüzü canlanıyor zihninde. Alimden zalim doğarmış diyor dudakları. Oval, ortası boş ve ruhsuz bir bina burası. Binanın ortasındaki boşlukta camları filmli uzun bir kule kendini gösteriyor. Yeni patronun ve yönetim kurulunun herkesi gören ama kimse tarafından görülmeyen bu kulede olduğunu söylüyorlar. Oval binanın her katında onlarca küçük oda. Her biri birbirinden ince bir kartonpiyerle ayrılmış odalarda birer masa, ekranları neredeyse masa kadar birer bilgisayar, bilgisayar başlarında ise sırtı kuleye dönük insanlar.

Kimi ceketli kimi kazaklı bir sürü sırtın arkasından geçerek buluyor masasını. Yüreği evde. Oturuyor hemen. Bilgisayarı açmanın yoklamaya imza atmak demek olduğunu hissediyor. Masa bıraktığı gibi. Kupası, evrakları, rengârenk kalemleri. Bilgisayarı açılıyor. Masaüstünde Panoptik Plaza’nın Galata Kulesi’ni andıran kocaman logosu. Bilgisayarının açılmasıyla sigorta primi tekrar başlıyor, maaş sayacı kaldığı yerden dönmeye devam ediyor, aile bildirimi tamamlanıyor. Artık çocuk yardımı da alacak. Evinde bir parçasını bıraktığını hatırlatıyor bu bilgi. Hiç tanımadığı bir yabancı ele. Hiç değişmedin anne diyor içinden. Küçükken beni komşuya bırakıyordun, şimdi de ortada bırakıyorsun. Cep telefonuna gelecek mesajı beklerken ekranın sağ alt köşesinde şirket içi yazışma programından bir mesaj geliyor: Aramıza yeniden hoş geldin Buse.

Kimi ceketli kimi kazaklı bir sürü sırtın arkasından geçerek buluyor masasını. Yüreği evde. Oturuyor hemen.

Bu mesajın arkasındaki kuleden geldiğini ve gözümüz üzerinde demek olduğunu biliyor. İzlenmekten değil de izlendiğini bilmekten rahatsız oluyor gibi tedirgin bir bakış atıyor etrafına. Birazdan yapman gereken işler ekranına düşecek. Bu sıralar şirketin iş yoğunluğundan dolayı süt iznini öğlen molasında kullanamayacağını üzülerek bildirmek istiyoruz. Bunun yerine mesai bitimine kırk dakika kala çıkabilirsin. Şirketimiz yaptığın fedakârlıkları unutmayacaktır. Fiyat teklifleri hazırlıyor. İçinde bir boşluk. Excel dosyalarının birini kapatıp bir diğerini açıyor. Karnında bir ağrı. Maillerini kontrol ediyor. Tedirginlik. Tercüme yapıyor, cevaplar yazıyor. Ne yapıyor acaba? Ne yapıyorum ben diyor. Can parçası yabancı bir eldeyken. Klasörleri düzenliyor, çıktılar alıp dosyalıyor. Süt sağıp bırakmıştı.

Telefonla konuşuyor uzun uzun. Kapatmak bilmiyor adamlar, kadınlar. Kahve istiyor. Çantasındaki sandviçten bir ısırık alıyor. Eşinden mesaj geliyor: sistem aktif olmuş. İzleyebilirsin. Bilgisayardan sisteme giriş yapıyor. Açılan sayfada dört ayrı kamera. Mutfak, çocuk odası, salon ve koridor. Tedirgin bir el hareketiyle çocuk odasını tıklıyor ilkin. Kimse yok. Oyuncaklar yerde. Beşik boş. Yumuşacık yorgan beşiğin kenarına tutunmuş. Mutfağı tıklıyor hemen. Ocakta çaydanlık, masada biberon, lavaboda akşamdan bıraktığı bulaşıklar. Eteğin içinde boyundan büyük iki bacak beliriyor ekranda. Gözyaşları eteğe bulaşan bir kız çocuğu. Endişe kaplıyor tepeden tırnağa bütün vücudunu. Ekranın sağ alt köşesinde mesaj bildirimi gösteriyor kendini:

  • Sevgili Buse, çalışma bilgisayarlarını özel işlerimizde kullanmaman gerektiğini hatırlatmak isteriz.(sana tahsis ettiğimiz bilgisayarda başka şeylerle meşgul olma!) Şirketimizin her dakikana ihtiyacı var(senin de buradan alacağın maaşa ihtiyacın var), biliyorsun.

Tıklarsa, "okundu"ğu anlaşılacağı için bildirim kutusunu değil de salonu tıklıyor korkuyla. Can parçasını babasının koltuğuna oturmuşken görüyor. Derin bir oh çekiyor sonra. Etrafına yastıklardan destek koymuş bakıcı. Rahatlıyor. Ekrana yaklaşıyor. Kokusunu duyacakmış gibi. Televizyon izliyor keyifle. Elinde en sevdiği çıngırak. Salladıkça ses çıkıyor. Duyuyor sesleri. Bakıcı giriyor görüntüye. Elinde kenarlarını özenle çevirdiği mendille. Ağzını silip yanı başına oturuyor. Birlikte izliyorlar çizgi filmi. Eve taktırdıkları kamera sisteminin arayüzünü, bilgisayar ekranının altına indiriyor. Bildirimi tıkladıktan sonra işine kaldığı yerden devam ediyor. Ensesinde hissediyor kulenin nefesini. Neyse ki içi, şimdi daha rahat. Telefon konuşmaları uzun gelmiyor artık. Teklifleri, dosyaları, e-postaları işini özlediğinin farkına vararak elden geçiriyor. Upuzun bacakların önüne koyduğu tabaktan fındık, ceviz, meyve atıyor ağzına.

Can parçasını babasının koltuğuna oturmuşken görüyor. Derin bir oh çekiyor sonra.

İki bebeği alıp yan yana oturtuyor halının kenarına. Büyük olanı anne yapıyor, küçük olanı kızı. Anne kız birlikte oyun oynuyorlar. Oyunun içinde yeni bir oyun daha kuruyor. Sonra bir oyun daha, bir oyun daha. Saate bakıyor. Annesinin gelmesine daha çok var. Bir çay söylüyor kendine. Kamera sistemine gidiyor eli. Kocaman ekranı kaplayan görüntüleri köşesinde tutup biraz küçültüyor. Mutfağa geçmişler. Bakıcı kucağına almış yavrusunu. Bir yandan biberonu çalkalıyor. Çaydanlığın altı mutfağın mermerinde. Tarif ettiği gibi yapmış demek ki devam sütünü, diye rahatlatıyor kendini. Tam eline biberonu verirken ekran kapanıyor. Sağ altta yine bildirim kutusu. Tıklamıyor. Yeni bir sayfa açıp yeniden girmeye çalışıyor kamera ara yüzüne. Şifresini yazıp entera basınca yine kapanıyor ekran. Kalbi küt küt. Yeniden deniyor. Her seferinde ekran kapanıyor, her seferinde ellerinin titreyişi biraz daha artıyor.

Mamayı yapmadan biberonu kaynatmasını söylemediği geliyor aklına. Korku kaplıyor içini. Titrek elleriyle ne yapsa giremiyor sisteme. Bir bildirim daha düşüyor ekranın sağ alt köşesine:

  • Sevgili Buse, şirketimizin bilgisayarları artık sadece iş ve işe ait sitelere girebiliyor. (Sen evindeki kamerayı izleme diye engelledik.) Çok geçmeden kendini işe vereceğini umuyoruz. (Yoksa seni kuleye çağırmak zorunda kalacağız.)

Başını ellerinin arasına alıyor. Şimdi bilgisayarının fişini çekse, sandalyesini kenara çekip arkasını dönse, kuleye, kuledekilere "alın şirketinizi başınıza çalın" dese. Diyebilse. Kredisi olmayan araçla eşi gelip onu alsa ve kredisi olmayan evlerine götürse. Kapıyı açınca, içeri girince oğlunun gözleri gülse. Sarılsalar. Bakıcıya teşekkür etse, kameraları söküp atsa. Küçük kız çocuğu beliriyor uzun bacakların eteğinden sıyrılarak. Bebeklerini gösteriyor ona. Kurduğu oyunları anlatıyor. Tabaktaki fındıklardan bir tane de ona uzatıyor. Saat hızla dönmeye başlıyor. Dakikalar, saatleri kovalıyor. Bildirimler bildirimleri. Mail kutusunda birikiyor işler. Birer birer eritmeye başlıyor yeniden onları. Arkasında, filmli camlar ardında, kaç çift olduğunu belli olmayan gözlerin her hareketini takip ettiğini biliyor. (belki de yoklar) Öğlen molasına kadar sabrediyor, güzel şeyler düşünüyor. Herkes yemeğe çıkarken o, yarım sandviçiyle balkona çıkıyor. Cep telefonundan kamera sistemine giriyor.

Titreyen elleri şifreyi yazıyor. Çocuk odasındalar. Biricik oğlu beşiğinde. Bakıcı beşiğin yanına çektiği sandalyede telefonuna gömülmüş, eliyle beşiği sallıyor. Emziğin ufacık ağzında hareket ettiğini görüyor. Uyumak üzere. Dünyanın en huzur verici görüntüsü olduğuna emin. Gözünü ayırmıyor telefondan. Telefona bakıp bakıp gülüyor bakıcı. Oğlunun uyuduğunu fark etmiyor resmen. Sallamaya devam ediyor beşiği. Ekranı aşağıdan yukarı doğru kaydırmaya devam ediyor başparmağıyla. Üstünü açıyor oğlu bir tekmeyle. Bazen durup iki kere tıklıyor ekranı. Sonra yine kaydırmaya devam. Uyuyan insanın üstüne kar yağarmış diyor içinden. Örtsene. Birden kafasını kaldırıyor bakıcı. Onu duymuş gibi kameraya bakıyor. Telefonun ekranını kilitleyip kenara bırakıyor. Çocuğun uyuduğunu işte o anda fark ediyor. Üstünü örtüyor yavaşça. Telefonunu alıyor ve çıkıyor odadan. Oğlu beşiğinde. Mışıl mışıl. Ekran görüntüsünü alıyor. Birkaç kişi daha gelmiş balkona, yeni fark ediyor. Mola bitmek üzere.

Anne Borges'i tanıyor musun?
Post Öykü

Ellerindeki karton bardaklara sigaralarını söndürüyor ve içeri giriyorlar. Peşlerinden o da giriyor içeri. Masasına geçiyor. Çocuk odasının kamerasını kapatıyor. Mutfağı tıklıyor. Telefonunu klavye ile bilgisayar ekranının arasına sıkıştırıyor. Sırtını dikleştirip telefonun kuleden görünmediğine emin oluyor. Sonra salonun kamerasını tıklıyor. Bakıcı salonda. Kendisi çalışırken bakıcı oturuyor. Önünde uzun bir iş listesi varken bakıcı almış eline kumandayı kanal kanal geziyor. Etrafı toplasa eline mi yapışır diyor içinden. E-postaları tıklıyor birer birer. Listeler çıkarıyor. Malzemeleri tek tek telefonla temin ettikçe her birinin başındaki kutucuğa tik atıyor. Kutularla geçiyor zaman. Küçük bir kız çocuğu makarna kutusundaki oyuncakları döküyor yere. Uzun bacaklar yanından eteğini savurup geçerken çok dağıtma etrafı diyor. Bir de onunla uğraşmayayım. Daha yemek yapacağım zaten. Annen gelir birazdan. Bir gözü saatte küçük kızın. Saatin içindeki kısa çubuğun ilerleyişine seviniyor içinden. Mesainin azaldığına seviniyor.

Bir yandan kule tarafından izlenirken bir yandan da cep telefonundan bakıcıyı izliyor. Uzun zamandır sandalyeye oturmamaktan ağrıyan sırtıyla çalışmaya devam ediyor. Bakıcı hâlâ salonda, hâlâ televizyonun başında. Telefonun elinden düşmemesine sinirleniyor. Kulaklığını takıyor bakıcı. Yüreği hopluyor. Ya uyanırsa. Koltuğa uzandığını görüyor. Kumandayı bırakıp telefonla konuşmaya başladığını sonra. Küçük bir kağıt çıkarıyor. "Çocuk uyuyana kadar telefonu eline almak yok, çocuk uyuyunca kulaklıkla telefon konuşması doğru değil, etraf toplanacak." yazıyor sinirli sinirli. Neyse ki çok sürmüyor telefon konuşması. Salondan çıkıyor. Mutfağı tıklıyor, çocuk odasını(oğlu yan dönmüş uyuyor. Biraz kalıyor burada.) Sonra koridoru. Sonra tekrar salonu. Bakıcıyı takip ederken buluyor kendini. Yatak odamıza girmemesi gerekiyordu diye düşünüyor. Belki de tuvalete gitmiştir diyor kendi kendine. Not kağıdına "yatak odamıza kesinlikle girilmeyecek" diye ekliyor.

İşini yapıyor, kamerayı izliyor, bildirim gelmiyor. Kuleden çalışıyor göründüğüne seviniyor. Motive oluyor işine. Biraz daha eritiyor fiyat tekliflerini, zamanı, mesaiyi. Evrakların arasında kayboluyor. Bir gözü hep kulenin göremediği telefonunda. Şarjını takmıyor dikkat çekmemek için. Bakıcı tekrar görünüyor. Mutfakta bu sefer. Biberonu, yedek emziği ve rengarenk mama kaşıklarını kaynamış suyun içine bırakıyor. Küçük bir kız çocuğu peşinde. Oyuncaklarını unutmuş, annesi düşmüş aklına. Uzun bacaklar bir mutfak tezgahında bir ocağın başında. Eteği savrulup yüzüne değiyor peşindeki kızın. Ağlamaya başlıyor küçük kız. Gözyaşları anne diyen ağzının kenarlarından akıyor. Tuzlu tadını duyumsuyor dilinde gözyaşının. Susadım diyor. Bir bardak sertçe iniyor masaya. İç de sus artık der gibi. Çaydanlıkta kaynattığı suyu tencereye boşaltıyor. Ayağının dibinde su içen kızı görmüyor bir an. Takılıyor kıza. Kaynar su ayağına dökülüyor. Hemen kucağına alıp banyoya koşuyor uzun bacaklarıyla. Etekleri savruluyor peşinden. Soğuk suya tutuyor boğum boğum bacağını.

Ağlamaktan sesi katılıyor küçük kızın. Nefesini zor toparlıyor. Oturmaktan uyuşan bacaklarını üst üste atıyor. Saate bakıyor. Mesainin bitmesine bir saat on dakika var. Son yarım saat, dayan biraz daha diyor kendine. Telefonuna bakıyor. Bebek odasına. Uyanmış ağlıyor oğlu. Bacağını tutuyor ağlarken. Bakıcı koşuyor yanına. Kucağına alıyor. Sırtını okşuyor. Başını bakıcının omzuna koyuyor yavrusu. Odadan çıkıyorlar. Diğer kamerayı tıklıyor. Salonda koltuğa yatırıp altını değiştirdiğini görüyor. Telefon çalıyor. Uzun uzun anlatıyor nasıl bir malzeme istediğini karşı taraftaki. Dinliyor, not alıyor, tamam diyor. Bir gözü kendi telefonunda. Beni dinliyor musunuz diyor kulağındaki telefondan gelen ses. Dediklerinizi not aldım, hemen gönderiyorum fiyat teklifinizi diyor. Elinde çıngırakla neşesi yerine gelmiş görünüyor oğlunun. Şarjı bitmek üzere. Uyarı veriyor telefonu. Kabloyu çıkarıp takarsa kulenin dikkat çekeceğinden korkuyor. Bunun daha sonra ki günleri tehlikeye atmak anlamına geldiğini biliyor.

Sabredebilirim diyor kendine. Zaten ne kaldı şunun şurasında. Dosyaları toparlıyor. Masaüstünü tekrar düzenliyor. Bilgisayar ekranından bir kez daha şansını deniyor. Yine kapanıyor sistem otomatik olarak. Patronu kendisini izlerken, onun kendi çalışanını izleyemiyor oluşunun hiç adil olmadığını düşünüyor. Kalan dakikaları da bitirip kalkıyor masasından. Tanımadığı bir sürü sırtın önünden geçiyor(topuk sesleri), asansöre biniyor(klasik müzik), turnikeden geçiyor(çıkırt), kapıdan çıkıyor.(Panoptik Plaza, yine bekleriz) Servis saati olmadığı için yine taksiye binmek zorunda kalıyor. Yolda böyle giderse çalışmanın bir anlamı kalmayacak diye düşünüyor. Taksiye para vermek için koştur koştur gözetim altında durmanın manası yok diyor kendi kendine. Kız çocuğu yine ön koltukta. Bacağına buz sarmış etekli uzun bacaklar. Elindeki bebeğin üstünü çıkarıyor. Burası küvet diyor. Banyo yaptırıyor. Arkaya dönüp bakmayın bebeğime ayıp diyor. Eteğinin kıvrımlarına sarıp kuruluyor.

Acele ile giydirmeye başlıyor sonra. Uzun bacaklar yine mi ıslattın üstünü diyor. Ne kadar yaramazsın sen. Bak daha yeni uf oldu bacağın. Biraz uslu dursana. Annenin eli kulağındadır. Nereden kabul ettim bu işi diye söyleniyor eteklerini savurup giderken. Nereden döndüm şu işe diyor arka koltukta etrafı izlerken. Nereden çıktı bu çocuk. Neden çektik onca krediyi. Neden yoksun anne... Bir şey mi dediniz diyor şoför dikiz aynasından. Yok diyor, kendi kendime konuşurum ben öyle arada. Aynadaki kamera dikkatini çekiyor. Eteğini bacaklarının altına topluyor, oturuşuna çeki düzen veriyor. Cüzdanının diğer yarısını bırakıp iniyor taksiden. Markete uğrayıp bir şeyler alıyor. Sabah her adımda eksildiğini hissettiği sokağı tamamlanarak geçiyor. Apartman merdiveninin her basamağından kendinden birer parça toplaya toplaya çıkıyor daire kapısına.

Zile basıyor. Küçük bir kız çocuğu koşuyor kapıya. Kim o de diye sesleniyor içeriden uzun bacaklar. Kim o demeden açıyor kapıyı. Oğlu onu görünce birden atılıyor üzerine doğru. Kucaklaşıyorlar. Boynuna sarılıyor sıkıca. İlk gün için teşekkür ediyor bakıcıya. Elini cebine atıyor. Not aldığı ufak kağıdı iş yerinde unuttuğunu fark ediyor.