Servisdışı

TUGAY ÖZDEMİR
Abone Ol

otobüs belli bir güzergahta ilerliyor. yolcu indirmiyor ama yolcu alıyor. içerisi bir mahalleyi dolduracak kadar insanla doldu. genci yaşlısı, kadını erkeği hep burada. sanki hepsi her gün bu levhasında servisdışı yazan otobüsle bir yere gidip geliyor.

balkondayım. işte yatsıyı kılmış, sıra sıra dizilmiş amcalar. akıllarında ne düşünce var bilmiyorum. kimi ibadetini bitirmemiş daha, elinde tesbihi yanındakileri dinleye dinleye zikir çekiyor. kimiyse suskun, kimi yanındakiyle sıcaklardan bahsediyor. akıllarından ne geçiyor, hangi dertle boğuşuyorlar bilmiyorum ama yüzlerinde yatsıyı kılmış olmanın o tatlı huzuru var. bu tatlı huzur.

yatağımdayım. dışarıdan ara sıra yüksek sesli müzikle geçen araba sesleri geliyor. onun dışında çocuk cıvıltıları. tabi bazıları bunu çocuk çığıltıları diye de adlandırabilirdi değil mi sayın okur. balkondayım. o heyecanlı sesleriyle tüm sokağı dolduran çocuklara bakıyorum. ne oynuyorlar. bir taraftakiler top bir taraftakiler saklambaç. bir çığlık sesi geliyor sonra. çocuklar dağılıyorlar. çığlık atan kamyonun lastikleri. lastikler ve kamyon biraz nefes aldıktan sonra yola devam ediyor. kamyon geçtikten sonra çocuklar kaldıkları yerden dönüyorlar oyunlarına. kamyon şoförünün homurtusunu kamyonun gürültüsünden daha çok duyuyorum. peki sen?

yatağımdayım. bir ses duyuyorum. ses balkondan geldi, evet. bu sesler neye benziyor. sanki birden fazla çığlık var. ama bizim balkona o kadar insan sığamaz ki. balkona doğru gidiyorum. bu kez sesler uzaklaşmaya başlıyor. balkondayım. balkonda bir kuş kanadından başka bir şey yok. bu öyle serçe kanadı falan değil, büyük bir kanat. etrafıma bakıyorum, kuğular havalanmış gidiyorlar. kanadının birini bırakmış olan kuğu da gökte. tek kanadının eksikliğini duymadan süzüle süzüle göçüyor. kanadı elime alıyorum, o zaman kanadın ne kadar kanlı olduğunun farkına varıyorum. tiksinerek atıyorum. başım dönüyor. attığım yerden bir kurbağa fırlıyor. Allah Allah. kurbağanın zıplamasıyla kendimi geriye atıyorum. ayağım balkon eşiğine takılıyor. yerdeyim. duvarda bir serçe. ötüyor ama cıvıldamıyor. bir şeyler söylüyor bana. anlıyorum. sahi ne demişti?

dışarıdayım. biraz önce rüyadan mı uyandım? rüyaysa ne garip bir rüyaydı Allah kahretmesin. ya delirdiysem? ortalıkta mahşer kızıllığı. bu nasıl tanımlama diyorum kendi kendime. kaç kez mahşer gördün Allah aşkına? ortalık kararıyor her yer sis içinde. hayatımın senaryosunu miyazaki’nin eline mi verdiniz? işte bir otobüs geliyor. biraz önce balkonda izlediğim amcalardan birisi otobüse el kaldırıyor. otobüs nereye gidiyormuş diye bakıyorum ama şu yazıyla karşılaşıyorum:


amca maytap geçiyor diyorum içimden. servisdışı yazısını görmedi mi acaba. şoför tanıdığı falan olmalı. değilmiş. otobüs durdu. hem öyle levhası falan da yok, öyle yolun ortasında durdu. koştum. kapı kapanmadan bindim. hayret tüm sokak burada. o top oynayan çocuklar da burada oyunlarına devam ediyorlar. otobüsün içi ne kadar genişmiş böyle. her zaman ekmek aldığım büfe de burada. otobüsün içi sokağa dönüşmüş. camdan dışarı bakıyorum. gökte kuğuları görüyorum yine. rüyada mıyım hâlâ? gözüm hemen o kanadı kopmuş olan kuğuyu arıyor. buluyorum işte en başta öncülük ediyor diğer kuğulara. çocukların oynadığı top ayağıma geliyor. kaleyi arıyorum iki tutunma direğinin arasını kale yapmışlar. vuruyorum. top açık camdan dışarı çıkıyor. çocukların yüzü düşecek diye bekliyorum. ama olmuyor. başka bir top buluyorlar hemen. devam ediyorlar maçlarına. bu bir rüya diyorum tekrar tekrar. rüyadan kurtulmak için otobüsten inmeliyim. bir buton arıyorum yok. “kaptan!” diyorum “müsait yerde inecek var!” kaptan başının üzerindeki levhayı gösteriyor. “durak harici yolcu indirmek yasaktır”

otobüs belli bir güzergahta ilerliyor. yolcu indirmiyor ama yolcu alıyor. içerisi bir mahalleyi dolduracak kadar insanla doldu. genci yaşlısı, kadını erkeği hep burada. hiçbiri benim gibi neden burada olduğunu sorgulamıyor. sanki hepsi her gün bu levhasında servisdışı yazan otobüsle bir yere gidip geliyor. içimde tuhaf hislerle yine camdan dışarı bakıyorum kuğular hâlâ bizim gittiğimiz yönde uçuyorlar. kanadı kopmuş olan kuşta ne bir yorulma var ne de yalpalama. diğer kuğulardan eksik kalır yönü yok gibi duruyor. birden bir homurtu sesi başlıyor. bu sesi tanıyorum diye düşünüyorum. daha bugün duydum. başımı aşağıya indirdiğimde o sokakta birden fren yapan kamyonu görüyorum. gözlerim öncamındaki led ışıklarıyla parlayan yazıya denk geliyor. servis dışı şöfore bakıyorum. hâlâ homurtsuna devam ediyor. kamyondan daha fazla ses çıkarıyor. bu kez yalnız ben değil diğer yolcular da bakıyor camdan. yüzlerini ekşitiyorlar. bir nefretle bakıyorlar. benim gibi onların da rahatsızlıkları belli. kamyon yanımızdan geçip giderken homurtu gitgide azalıyor. yolcuların yüzleri yine o rahat duruma dönüyor.

kamyon homurtulu şöforü de alıp gideli hayli zaman oldu. bu kez yanımızda bir otobüs daha beliriyor. herkes yine o alışkın tavırlarıyla sohbetlerine devam ediyor. bu otobüste de mi aynı yazı aynı tabela var diye düşünüyorum. Bakıyorum, evet. ama bu biraz daha farklı: yabancı plakalı bir otobüs. içine bakıyorum bizim otobüsle aynı dolulukta görünüyor. o kadar yol aldık mı diyorum. sınırları da mı aştık? bu esnada bir anons yapılıyor. “son durağa gelmek üzereyiz. lütfen inişlerde öncelikle yaşlılara ve kadınlara öncelik veriniz.”

tüm yolcular indikten sonra ben atlıyorum otobüsten. içimdeki huzursuzluk devam ediyor. bir limana gelmişiz. iskelede gemiler de var. yan tarafımızda bir tren garı. burada bulunan tüm taşıtların üzerinde aynı yazı var. servis dışı. göğe bakıyorum. kuğular denize iniyor. balkonda gördüğüm serçe gelip sağ omzuma ilişiyor. yine cıvıldıyor bir şeyler söylüyor ama ötmüyor. bu kez anladım diyorum. sesim cıvıltılı ama…