Varlayok Ramazan

HÜSEYİN KILIÇ
Abone Ol

“Nasip” demişler böylece kabul etmeye hazırlanmışlardı, ama Ramazan biraz para biriktirince bir gün aniden ortadan kaybolmuş, iki ay sonra kaybolduğu gibi geri gelmiş, hiçbir şey olmamış gibi aynı lokantaya işe girmişti. Bu durum askere kadar böyle devam etmiş, dönünce uslanacağını umsalar da bir şey değişmemiş, adı Varlayok Ramazan’a dönmüştü.

“Zaman geçmiyor be Melek, beklemek çok can sıkıcı be Melek.” dedi. Melek çok oralı gibi görünmüyor, bir oraya bir buraya gidiyordu. O konuşurken Melek alık gözlerle karşısına bakıyor, dediklerini de muhtemelen duymuyordu, ama onun da pek umurunda değildi.

Önündeki helvadan bir kaşık alıp önce ağzında bir süre tuttu, yavaş yavaş çiğnemeye başladı ve çaydan bir yudum daha alıp yuttu. Aslında ne diyeceğini de bilemediğinden “Kuru mu biraz?” dedi. Hiç gitmemiş gibi oturmaya çalışıyordu. Annesi baktı, ne diyeceğini bilemedi, ağlıyordu sessiz sessiz. “Oğlum niye haber vermedin?” Gideceğini de haber vermezdi, geleceğini de. “Başını belaya sokmasaydın yine.”

Annesi de babası da öğretmen olmasına rağmen derslerle arası hiç iyi olmamıştı. Tarih dersinde Cengiz Han anlatılırken “Amma da pistopatmış” demiş, herkes gülünce iki üç kere deneyip ancak doğrusunu bulabilmişti: “Pist... psit... pist... psikopatmış” Bu lakap onun serkeşliğiyle çok güzel örtüşmüştü. Sevmeyenler de piçkopat deyip dalga geçmişlerdi aralarında.

Tarih dersinde Cengiz Han anlatılırken “Amma da pistopatmış” demiş, herkes gülünce iki üç kere deneyip ancak doğrusunu bulabilmişti

Annesi, anneydi işte. Yemeklerini yapar, kıyafetlerini yıkar, bazen hayvan dese de odasını toplar, dışardan bu hayvana bakanın insan demesi için elinden geleni yapardı. Elinden geleni yaptığı için de çok kıymeti harbiyesi yoktu. Babası ise iyi bir matematik öğretmeniydi. Hem dersi iyi anlatır, hem kendini dinletir hem de öğrencileriyle bir arkadaş gibi konuşur, dertleriyle dertlenir, gerekirse aileleriyle konuşup problemlerini çözerdi. Babasının babası değil de öğretmeni olmasını ne kadar çok istemişti. Olmayınca da hem annesinden hem babasından intikamını kötü bir öğrenci olarak almıştı.

Hocam t haça benziyor, Batı’nın tuzağı bunlar


Bir tek iyi dersi beden eğitimiydi, ama lisede ısınma hareketlerini gösteren öğretmenini mindere serdikten sonra o da zayıf gelmeye başlamıştı. Matematik için “Zaten anlamıyorum, bir de bu parantezler nerden çıktı.” der, ötesine geçmez, fizik dersi için “Hocam t haça benziyor, Batı’nın tuzağı bunlar” deyip onun için fiziği sevmediğini söylerdi. Edebiyatta Namık Kemal’i çok beğendiğini söylemiş, hoca neden deyince edep adap düşünmeden anlatmıştı o fıkrayı. Fıkradan sonra güzel bir dayak yemiş, bir öğretmen olarak babası bunu hak ettiğini söylemişti. Annesi ise öğretmeniyle ve okul müdürüyle konuşmuş, en azından bundan sonra davranışlarını düzeltirse öğretmenin onu affedeceğini söylemişti.

Poşet
Post Öykü

Ama babası bunu hak ettiğini söylemişti. Hak ettiğini düşünmüş ve okulu öylece bırakmıştı. Ve ilk defa evden kaçmış. Sadece bir gün sürmüştü bu kaçış. Arkadaşının evine gitmişti ve ilk sigarasını içmişti. Bir gün sonra eve döndüyse de okula dönmeyip sokaklarda gezmeye başlamıştı. Annesiyle babası ne yaptılarsa okula dönmemiş, onlara “Hem o edebiyatçıyı hem kendimi öldürürüm”, kendine “Ben bunları hak ettim” demişti. Nereden bulduysa çete işi bir sustalısı olduğunu bildiklerinden bir şey diyememişlerdi. Aslında ilk üç sustalısını bulup çöpe atmıştı annesi, ama artık pes etmişti.

Harçlığı kesmeyi denemişler, o zaman ilk defa bir işe girmişti lokantaya Ramazan.“Nasip” demişler böylece kabul etmeye hazırlanmışlardı, ama Ramazan biraz para biriktirince bir gün aniden ortadan kaybolmuş, iki ay sonra kaybolduğu gibi geri gelmiş, hiçbir şey olmamış gibi aynı lokantaya işe girmişti. Bu sefer kumara bulaşmış ve bir gün yine kaybolmuş ve yine aynı şekilde geri dönmüş, borcunu ödemiş, masaları silmeye, bulaşık yıkamaya devam etmişti. İşe gittiği zamanlarda masa silme bulaşık yıkama demeden işini çalışkanca ve saygıyla yapmış, bazen sınıf arkadaşları gelse de istifini bozmamış, böylece işi her zaman hazır olmuştu.

  • Bu durum askere kadar böyle devam etmiş, dönünce uslanacağını umsalar da bir şey değişmemiş, adı Varlayok Ramazan’a dönmüştü.

Sonra bir ara akrabalar ve eş dost evlenirse akıllanır demişlerdi. Evlendirin, sorumluluk hissetsin, bi de çocukları olsun düzelir bak demişlerdi. Annesi de babası da Tabii ya, demişlerdi, Tabii ya. Evlensin. Kimle evlensin? Şunla evlensin. Yok o olmaz bunla evlensin. Tamam canım şu da olur demişler, şunla evlendirmişler ve beklemeye başlamışlardı.

Annesinin ödü kopuyordu kendisinin yıllardır düzeltemediği oğlunu gelin iki ayda düzeltecek diye, ama tek Ramazan’ım iyi olsun da diyordu. Ramazan içmezse sı*mazsa demeyecekler miydi bak Sabiha hanımla Ali Bey’in yapamadıklarını Şermin nasıl da yaptı diye. Hem ne konuşacaktı günlerde akrabalarda. Ramazan da yine bi şey yapmadı. Yine işe gidip geliyor başka da bir şey yapmıyor mu diyecekti? Oysa şimdi Ramazan’ın nerde olduğu her zaman konuşulacak bir şeydi.

En son gidişinde yine bir anda ortadan kaybolmuş, tam beş ay on üç gün boyunca geri gelmemişti Varlayok Ramazan.

Babası “Tamam evlensin, ama daha da bir kuruş istemesin benden, düzelirse düzelir düzelmezse canı cehenneme.” demişti. Rezil etti bizi ele güne. Oysa keşke düzelseydi. Öyle bir anda ortadan kaybolmasaydı. Gelin kız şifa olsaydı ona da, el de gün de Ali Efendi de yerin dibine batsındı.

Evlenince başta bir süre sakin sakin yaşamış, annesi içten içe üzülmüş, babası kıvanmıştı yine içten içe. Bununla birlikte öğretmenler odası muhabbetlerinde annesi gelinine kötü bir söz, babası da Ramazan’a iyi bir söz söylememişlerdi.

  • Evliliğinin altıncı ayında eve geç gelmeye, dokuzuncu ayında ortadan kaybolmaya başlamış, iki yıl olmadan karısı baba evine dönmüştü ve Ramazan kendisine ben bunu hak ettim demişti.

En son gidişinde yine bir anda ortadan kaybolmuş, tam beş ay on üç gün boyunca geri gelmemişti Varlayok Ramazan. Geri geldiğinde ise kapının önündeki ayakkabılardan annesinin gününün olduğunu düşünmüştü, ama ne bilsindi Ali öğretmenin öldüğünü. Küt diye, kalp krizinden. Kaç kere kaçarsa kaçsın evden, babasına Ali öğretmen demeye devam etmişti kafasında. Keşke benim de öğretmenin olsaydı. Şimdi Ali Öğretmen yoktu. Beş ay on üç gün önce vardı, şimdi yoktu.

Babası öleli bir hafta olmuş, yedi mevlidinde gelmişti eve. İçeri girip annesini görmesi, Ali öğretmenin öldüğünü anlaması, annesine sarılması üç dakika sürmüş, sonra evden koşarak çıkmış, gece yarısına kadar şehrin bütün sokaklarını gezmiş ve eve geri dönmüştü.

Bugün kırk mevlidi vardı babasının ve sabah yine çıkmış gece yarısına kadar eve gelmemişti. Geldiğinde annesini onu bekler buldu. Annesi çay demledi ve helvadan da bir tabak koydu. Önündeki helvadan bir kaşık alıp önce ağzında bir süre tuttu, yavaş yavaş çiğnemeye başladı ve çaydan bir yudum daha alıp yuttu. Aslında ne diyeceğini de bilemediğinden “Kuru mu biraz?” dedi. Hiç gitmemiş gibi oturmaya çalışıyordu. Annesi baktı, ne diyeceğini bilemedi, ağlıyordu sessiz sessiz. “Oğlum niye haber vermedin?” Gideceğini de haber vermezdi, geleceğini de. “Başını belaya sokmasaydın yine.”

Kara kedi öldü
Post Öykü

Annesine baktı, bir şey diyecek oldu diyemedi, masada da duramayıp odasına gitti sinirli sinirli. Babasının akvaryumunu odasına götürmüş, bir ay boyunca babasının günlük denmese de aldığı notların olduğu defterleri okumuştu. Güldüğü ya da canını sıkan yerleri “Gerçi sen zaten biliyorsundur” diye başlayıp akvaryumdaki melek balığına anlatmıştı 33 gün boyunca. “Ramazan’ım doğdu” cümlesini okuduğunda Ali öğretmene kafasında baba demiş, kaç kere okuduğunu bilemediği “Ramazan’ım yine gitti” ve “Ramazan’ım geldi”leri okudukça utancından nereye gireceğini bilememişti.

Şimdi de ne diyeceğini, nereye gireceğini bilemeyip balıkla konuşmaya başladı odaya girer girmez. “Yaa Melek işte böyle piç gibi kaldı piçkopat Ramazan” dedi. “Melek sen kim Varlayok biliyor musun?” dedi ve ekledi “Zaman geçmiyor be Melek, beklemek çok can sıkıcı be Melek.” Melek çok oralı gibi görünmüyor bir oraya bir buraya gidiyordu. O konuşurken Melek alık gözlerle karşısına bakıyor, dediklerini de muhtemelen duymuyordu, ama onun da pek umurunda değildi.