Ve Bir Tayım Ben

SELMA TÜRKÖZ
Abone Ol

Baydar’ın edebi şahsiyeti, ürün verdiği şiir, resim ve öykü dalları birbirine geçmiş iç öğelerden oluşur. Yazdığı şiirleri ve öykülerini üç ay gördüğü “en sevdiği için” yazdığını söyler. Alman lisesi mezunu ve eski Alman yazarlarını çağrıştıran bir auraya sahip, rafine, sakin ve düşünceli kişiliği eserlerine yansımıştır.

Seksen kuşağının özgün edebi şahsiyetlerinden Sami Baydar 30 Ekim 2014 günü, kitaplarında hep başköşede yer verdiği ama bir türlü barışamadığı “dünya”dan ayrıldı. 1962 doğumlu münzevi şair, aynı zamanda ressam ve öykücü kimliğiyle tanınıyordu. 1980 yılında ilk şiirleri Beyaz dergisinde yayınlanan Baydar’ın, yayımlanmış sekiz kitabı vardı.

Sese Gelen Sevgili, Sami Baydar, Yapı Kredi Yayınları

Ardında iki de öykü kitabı bırakmıştı: Dünyadan Çıkış Yolları (1990) ve Dünyadan Anılara Bakıyorum (1991). Bu iki kitabına; YKY Yayınları -Hasan Aydın’ın sunumuyla- yirmi beş yıl boyunca kimi dergilerde yayımlanmış, kimi daktilolu sayfalarda dostlarının elinde kalmış on altı öykü daha ekledi ve Sese Gelen Sevgili adıyla edebiyat dünyamızın istifadesine sundu.

Baydar’ın edebi şahsiyeti, ürün verdiği şiir, resim ve öykü dalları birbirine geçmiş iç öğelerden oluşur. Yazdığı şiirleri ve öykülerini üç ay gördüğü “en sevdiği için” yazdığını söyler. Alman lisesi mezunu ve eski Alman yazarlarını çağrıştıran bir auraya sahip, rafine, sakin ve düşünceli kişiliği eserlerine yansımıştır. Öykülerinde sürekli bir olay açlığı ve aşırılık isteği gezinir. Bu durum, öykülerini “diri” kılar, aynı zamanda okuru devamlı bir “rahatsızlık”a çeker. Bazıları onu “Edebiyatla bir alıp veremediği vardır, çekişip durur, pek az fark edilmiştir.” şeklinde tanımlamaktan sakınmamışlardır.

Öykülerinde sık sık başvurduğu betimleyici dil, bu alandaki ustalığını sergiler: “Sanki bu yabani incir ağacı kılıklı serseri, benim içimden geçirip de kendime bile söylemeye utandığım adilikleri dile getiriyordu.” “Karen”, 36.

Kimi öykülerinde felsefeye kaçış izlerine de rastlayabiliriz; “Doğanın varlığı böylece kendinden emindi. Saklanarak da başkalarını yaşatabilirdik: Cenini yaşatıyordu bilemedi. Cenin organlarını bağışlamıştı: onun gövdesiyle şimdi yaşayan biri var.” “Ayrıntı Anlamsız Bir Sözcükse”, 40.

Bazı öykülerinde dinsel motiflere rastlanırken bazılarında mitolojik figürlerden yararlandığını görürüz. “Sinüs Dalgası” adlı öyküsünde “musahip” ile “eros”u aynı diyalog içinde buluşturması bunun örneklerindendir. İlerleyen satırlarda ebcet hesabıyla kadın erkek ilişkilerinin geleceğini çizer bir ara. Âmak-ı Hayal tadı alırsınız aynı öyküde, sonra “Mızraklı İlmihal’den” bir bölüm… Çok renkli, zıtlıkları bir arada kullanmayı başaran, ağzınızda hiciv tadı bırakan bir üsluptur bu.

Dünya ile bir probleminin olduğunu sık sık dile getirir; anlama problemi; “Dünyadaki bütün dilleri bilmek isterdim, anlayabilmek için doğanın bilinmezini.” “Dünyadan Çıkış Yolları”,77.

“İmajlar, düş halindeki zihnin anlık fotoğraflarıdır.” diye tanımlanabilen şair yönünü öykülerinde de görmek mümkündür aynı zamanda. “Yüz Kırk Bin Melek” ve “Kral King” öykülerinde soyut varlıkları kullanmadaki ustalığı göze çarpar. Bu iki öyküde, farklı dünyalardan kavramları özel bir dikkatle el ele tutuşturur ve şiir başarıyla girer sahneye:

“Kanatları tanrılara tak Melekleri incitme

Kral King başka bir saray yaptır

İçinde savaş barış

Âdem ve Havva

Ve erosla Psike olsun

Al götür müneccimi

Gidin n’olur” “Kral King”,143.

Kitaba adını veren “Sese Gelen Sevgili” öyküsünde bilmediği ama özlediği bir sevgiliyi çağırır. Bazen ona “Prometeus” bazen “Uzaylı Sevgili” olarak seslenir. Hem ona kavuşmak ister hem ondan uzaklaşmak. Duyguları gerçek ile hayal arasında gider gelir. Özlemi duyulan bir yok–nesnenin aranışından, ölümden ve dilden kaynaklanır kavuşma isteği. Diğer öykülerinde olduğu gibi bu öyküde de satırların içine gizlenmiş bir sinyal sisteminin varlığı şüpheye düşürür sizi fakat bir türlü ona ulaşamazsınız. Gizli bir korunmuşluk barındırır bünyesinde.

Öykülerinde “De te trace fabula narratur” mottosunu hissedersiniz, hatta “Leonardo da Yusufçuk” öyküsünde bunu açıkça dile getirir yazar: “Bu öykü senin içinde yazılmış, söylenmiş olabilir sevgili okur.”

Kitabın “Kalanlar” adlı son bölümünde, kitaplarında olmayan öyküler ve anlatılar yer alır. Bu bölümde yazarın, Sait Faik Abasıyanık ve Perihan Mağden’e ithaf ettiği iki öykü bulunmaktadır: “Son Kuşlar” ve “Dünyada İlk Kez”.

Şiirlerindeki; soruların bilindiği, cevapların olmadığı dünyadaki soran özne kimliği öykülerinde de ortaya çıkar. Kişiliğinden gelen naif yanı, şiiri ve resimleri gibi öykülerini de belirler. Her öyküsü, düşsel bir çocukluğun izini, masumiyetini yansıtır diyebiliriz. Türkçe şiirin “unicorn”u olarak tanımlanan yazarın “Bir Sirk Tayı” öyküsünün sonunda yer verdiği dizelerle yazımızı nihayetlendirelim:

  • Haldun Taner’in kitapları Yapı Kredi Yayınları’ndan birer birer çıkıyor. Bizi Bilgi Yayınları’nın çamur gibi baskılarından kurtardığı için bile teşekküre değer. Aynı durum, Can Yayınları, Vonnegut ve April için de geçerli. April’in iri punto, ağır kağıt numarası pek berbattı.