Yağmur yağar

YELDA SÖZDEMİR
Abone Ol

Kitabın geneline baktığımızda karakterlerde sürekli "bilinç kaybı" yahut "sanrı" hâli ile karşılaşıyoruz. Bu bazen madde kullanımı ardından bazense durduk yere meydana geliyor.

  • "Bu yağmur, kanımı boğan bir iplik, Tenimde acısız yatan bir bıçak"

Aynı Yağmur, Muhit Kitap etiketiyle raflarda yerini aldı. Eser, ismini de bünyesinde barındırıyor: "Aynı Yağmur." Türk kültüründe rahmet, bereket olduğu söylenir; birçok edebiyatçıya ilham olmuş, eserlerde işlenmiştir. Sezai Karakoç, "Ötesini Söylemeyeceğim"de "Melekler bir demir parçasının üzerine oturmuşlar/ Her biri bir damla atıyor aşağıya / İşte yağmur bunun için yağıyor / Ben bunun için yağmuru seviyorum / Yağmur bizim için yağıyor" der. Yağan yağmur, Cezayirli küçük kız içindir, rahmettir. Kitapta ise hemen her öyküde yağan bu yağmur genelde kasveti simgelemek ve karanlık ortamı tasvir etmek için kullanılmış diyebiliriz.

Kitaba adını veren öykü başta olmak üzere; problemli evlilikleri, onarılamaz derecede yıpranmış karı-koca ilişkilerini, travmatik çocuklukları, ölümleri, kavgaları, kaosları okuyoruz. "Son Bakış", karısı diyaliz hastası olan bir adamın hikâyesi. Mahallelerindeki Suriyeli genç kıza âşık olan yaşlı adam şu sözlerle açıklıyordu hâlini: "Kız nikâh altına alınırsa hayatı kurtulurdu. Olması gereken buydu. Böyle durumlarda birini nikâhlamak da hayra dâhildi. Nasıl etseydi?" Maalesef bu zihniyetin var olduğunu bilmek üzücü. Selma Aksoy Türköz, öykülerinin bir kısmında Suriye meselesine değinmiş. Toplumun büyük bir kesiminin mültecilere olan bakışını okura sunmuş. "Elma Kokusu" isimli öyküsünde ise savaşın tam ortasına kalmış çocukların kalbini, ruhunu, düşüncelerini kâğıda aktarmış. Suriye'nin, Filistin'in, Bağdat'ın, Gazze'nin, Kudüs'ün çocuklarının...

Sarsılmış evlilikler dedik; kadının ve erkeğin toplumda, evde konumlanış biçimlerinden, birbirleriyle olan ilişkilerine kadar uzun uzadıya bir okuma yapılabilir bu öyküler üzerinden. İki taraflı biten sevgilerin olduğu evlerde büyüyen çocukların yaşadığı travmaları problematize ettiğini görüyoruz. Zaman zaman klişe diye tabir edebileceğimiz şekilde kaleme almış olsa da bu konulara eğilmiş olması yine de kıymetli.

Kitabın geneline baktığımızda karakterlerde sürekli "bilinç kaybı" yahut "sanrı" hâli ile karşılaşıyoruz. Bu bazen madde kullanımı ardından bazense durduk yere meydana geliyor. Yazar, klasik bir öykünün tam ortasında fantastik öğeleri barındırmak için böyle bir metod kullanmış diyebiliriz. Bilincini kaybeden karakter aniden olmadık cisimler görüp, aykırı hadiseler yaşayabiliyor. İlk başlarda çok dikkat çekmese de sonlara doğru yazarın tekrara düşmesine sebebiyet verdiği yorumunu yapmak mümkün. Tekrar noktasına gelmişken; gökyüzü, kasvet, rüzgâr, baygınlık geçiren karakterler, hastane ortamı, doktor kapıları gibi unsurlar da çok sık kullanılmış. Bazı öyküleri dışarıda bırakarak, okurun tek bir metni okuyor hissine kapılmasına neden olmuş diyebiliriz. Yine de kullandığı dil ile, mesele hâline getirdiği gündelik yaşamın sancılarıyla, zorlu yollardan geçen karakter kadrosuyla ortaya nitelikli bir eser koyduğunu söylemek mümkün.