Yeni Başlayanlar İçin Edebiyat

AYKUT ERTUĞRUL
Abone Ol

Edebiyat aşkı önce -çoğunlukla- körlükle gelir. Açık konuşalım yazdıklarınızı bir halt sanırsınız. Elinizden çıkan şeye (şey diyorum) karşı tarafsız olamazsınız. Beğenirsiniz. İnanması güç ama evet yazdığınız o şeyi beğenirsiniz. Üstelik başkalarının da onu beğenmesini istersiniz.

"Hakikate Temas Etmek:

Şair, öykücü ve özellikle de kitap tanıtıcılarının kullanmayı çok sevdiği ifadelerden biridir hakikate temas etmek. İyi ama tam olarak ne manaya gelir? Belki anlamamıza yardımcı olur diye bir miktar tekrar edelim; “Hakikate temas etmek istiyorum. Şair …. şiirinde hakikate temas ediyor. Hakikate temas eden öyküler yazan öykücü… Benim sanat anlayışıma göre bir eser hakikate temas etmelidir. Hakikate temas ettim. Hakikate temas etti. Hakikate temas ettin. Hakikate temas ettiler. Hakikate temas etmeliyiz.” Iıh. Olmuyor. Anlayamıyorum. Hakikate temas etmek derken tam olarak neye temas etmiş olduğumuzu, bu temasın neye karşılık geldiğini anlayamıyoruz. “Allah” deyince mi temas gerçekleşiyor? Karakter namaz kılıp, oruç tutunca, haramlardan uzak durup, helali tavsiye edince mi? Karakter işin sonunda hidayete erince mi?

Bu ifadeyi aslında ne söylediğinden emin olmayan yazarın gevelemesi olarak işaretliyoruz. Sert mi oldu? Kestirmeden gitmiş gibi mi görünüyorum? Anlamaya çalışmaya devam edelim o halde.

Yeni örneklerle elbette: Mesnevi-i Şerif’te hakikate temas edilen şiirlerle karşılaşırız. Oldu mu? Mantıku’t-Tayr’da Attar, hakikate temas ederek bir İslam klasiğine imza atmıştır. Oldu mu? Yunus Emre, şiirlerinde hakikate acayip temas ediyordu. Oldu mu? Olmuyor. Hakikate temas etmek, gelenekten büyük kopuştan sonra dilimize çöreklenmiş bir ifade. Hakikatten ona temas etmeyi ümit edecek kadar uzaklaştıktan sonra… Bir metnin, bir kişinin yemeğe ekmek banar gibi kalemini hakikate banıp banıp geri çekeceğini düşünmek içler acısı değil mi?

Çünkü bildiğimiz kadarıyla hakikat, içinden konuşulacak bir bahis. Dışından, yanından, üstünden, altından değil. Öyle dehşetli bir parçalanma yaşamış olmalıyız ki (sekülarizm mi desek) hakikat ve onun zıddı her ne ise onu aynı zamanda yaşayabileceğimizi; kah onda kah ötekinde otlayabileceğimizi düşünmüşüz. Son olarak toparlayalım; hakikate temas etmek, bu kopuşu sezen ve başka türlüsü elinden gelmeyen Müslüman sanatçının vicdan azabı sonucu ortaya çıkan yarım yamalak ve ne yazık ki cahilane tavrının sonucu söylenen içi boş bir ifadedir. (Aykut Ertuğrul)

"Edebiyat Sersemliği:

Bir şekilde edebi eser üretme gayretiyle eline kalem almış zevatın, adım adım değil, bir bahar akşamı gibi değil, aheste değil, sabah ezanı gibi ağır ağır değil, pat diye aniden ne olduğunu anlayamadan içine düştüğü bir çeşit kuyudur. Susuz, bereketsiz ama her nasılsa yapış yapış balçık dolu bir kuyu.

Edebiyat aşkı önce -çoğunlukla- körlükle gelir. Açık konuşalım yazdıklarınızı bir halt sanırsınız. Elinizden çıkan şeye (şey diyorum) karşı tarafsız olamazsınız. Beğenirsiniz. İnanması güç ama evet yazdığınız o şeyi beğenirsiniz. Üstelik başkalarının da onu beğenmesini istersiniz. Beğenmeyenlerin kör olduğunu, kötü niyetli olduğunu, sizi bitirmek istediklerini düşünürsünüz. Bu bir virüstür. Sersemlik virüsü. Bu virüs bulaşıcıdır. Sizi sevenler, öykü/şiir yazmaya devam etmenizi isteyenler, birdenbire, pat diye, yukarıda anlatıldığı gibi sersemleşir ve sizi beğenirler. Beğeniverirler; düşünsenize sizin yazdığınız o şeyden önce Dostoyevski’yi, Atay’ı, Tanpınar’ı, Kafka’yı beğenen arkadaşınız bir de bakmışsınız ki sizin kötürüm metninizi beğenmeye başlamış. Şaşırtıcı değil mi?

Bununla kalsa iyi, yani herkes beğenilmek ister, bazen devam edebilmek için kötü de olsa yazdıklarınızın beğenilmesi gerekir. Buraya kadar sorun yoktur. Ama virüs/sersemlik/kuyu büyür. İyi bir yazar olduğunuza inanırsınız, iyi bir yazar olmadığınız halde iyi bir yazar olduğunuza inanırsınız. Edebiyat mahfillerinin size karşı birleştiğine, eserlerinizi dikkatli okumadıklarına, hak ettikleri ilgiyi göstermediklerine, hakkını veremediklerine… İnanırsınız. İnsanın kendine olan inancı genelde sersemliktendir zaten.

Kendinizi yoklarsınız; edebiyata olan aşkınızı, inancınızı… Samimisinizdir, arkadaşlarınızın inancını… Samimilerdir. Öyleyse beğenmeyenler gebersindir. Virüs/kuyu/sersemlik büyür. Öfkeniz de büyür. Bir şekilde kitabınızı bastırırsınız. Kredi kartına on taksit! Ve sersemliğiniz, daha iki paragraf önce yani başlangıçta sizi saf, şirin gösteren bu sersemliğiniz geri dönülemez şekilde çirkinleştirir sizi. Virüs tüm bedeni, tüm arkadaşlarınızı sarar. Böylece birbirinizi ağırlayan, birbirini seven ama gerçekten okuyup beğenmediği metinler yazmaya devam edersiniz.

Edebiyat sersemliği o kuyu devasız değildir aslında. İlle de oralardan bir kervan geçer, ille de sizi birileri görür, ille de kuyuya bir ip sarkıtan çıkar. Bu kervan, sizi beğenmeyenler kervanıdır, sizi eleştirebilenlere aittir. Böylece metninize karşı gözünüz açılır. Böylece ileri doğru adım atmaya başlarsınız. Kuyudan çıkar, sersemlikten kurtulursunuz. Böylece edebiyat mahfilleri de size karşı planlar yapmazlar, paranoyanız sizi terk eder. Bu tüyler ürpertici ihtimal, bu rota; yazmaya yeni başlayan, halihazırda yazan herkesin ensesinde Demokles’in kılıcı gibi sallanmaktadır.

(Aykut Ertuğrul)