Yeryüzü Gerilimi

HASAN ŞENTÜRK
Abone Ol

Babamı toprağa verdiğimiz gün annemle sahile gelip iskelede sessizce oturup hava kararana dek babamın kayığını seyretmiştik. Yaklaşık bir ay sonra yine iskelede olduğumuz bir akşamüstü annem çantasından babama ördüğü şapka ve atkıyı çıkarıp; bunları mutlaka takmam gerektiğini yoksa üşütüceğimi söyleyerek bana verdi.

Milattan sonra ikibinsekiz, onbir ekim cumartesi, saat yirmibir küsür. Yeryüzünde, insanlar tarafından Yeşilköy, Ayastefanos. İnsanlar tarafından Halit Ziya olarak adlandırılmış insan tarafından Yeşilköy olarak adlandırılan kara parçasının üzerinde ve yine insanlar tarafından Marmara Denizi olarak adlandırılan büyük su birikintisinin kıyısındayım. Aynı anda birkaç yerde değil bir bütün olarak Yeşilköy sahilinde, iskelede bütün bir insan olarak oturuyorum. Yeryüzünde bir insan olarak. İnsan, ad. İnsanlar tarafından şeylerin kendilerine uydurulmuş, giydirilmiş kelimeleri kullanmak suretiyle içinde bulunduğum durumu sağlama almaya? İdrak etmeye. İÇİNDE BULUNDUĞUM DURUMUN İÇİNE. Etmeye. Evet, durumun içine etmeye durmadan devam ediyorum. HAYIR, içinde boğulduğum denizin dışına çıkmaya, nefes almaya, karaya ayak basmaya, evrimimi en baştan alarak yeniden insan olmaya, haşa. ALLAH tarafından yaratılmaya, yeryüzüne gönderilmeye, adları öğrenmeye ve daha sonra Babil Kulesi’nde her şeyi birbirine.

Babamı toprağa verdiğimiz gün annemle sahile gelip iskelede sessizce oturup hava kararana dek babamın kayığını seyretmiştik. Sonra bu bizim için bir nevi tören, alışkanlık veya ALIŞKANLIKLARDAN alıştıra alıştıra sıyrılma terapisi olmuştu. Yaklaşık bir ay sonra yine iskelede olduğumuz bir akşamüstü annem çantasından babama ördüğü şapka ve atkıyı çıkarıp; bunları başkasına vermeye kıyamadığını ama artık kendisinin de saklamak istemediğini çünkü onu çok üzdüğünü üstelik benim burada kendimi üşüteceğimi eğer bunları takarsam buraya gelmeme belki de gerek kalmayacağını ama yine de en azından buraya geleceksem bile bunları mutlaka takmam gerektiğini yoksa kafamı üşütüceğimi yok yok öyle demek istemediğini kendimi üşüteceğimi demek istediğini, söyleyerek bana verdi.

O akşamdan sonra iskelede ben, atkı ve şapka bir ay daha oturduk. İkinci ayın sonuna doğru yine bir akşamüstü ben, atkı ve şapka iskelede otururken annem aradı. Başıma gelecekleri biliyordum. Telefonu açmak, sesini duymak istemedim. Sesi neşeli hatta coşkuluydu, bana her neredeysem hemen eve gelmemi benimle konuşması gereken çok ciddi bir konu olduğunu hatta hayırlı bir konu olduğunu ama yine de mutlaka benimle konuşması gerektiğini en azından ilk haberi olması gereken kişi olduğumu yok yok benim fikrimi alması gerektiğini hadi hemen eve gelmemi, söyledi. Atkıyı ve şapkayı çıkarıp kayığa attım, halatlarını çözüp kayığı ittirdim.

Kayığın ağır ağır iskeleden uzaklaşmasını izlerken böyle bir durumda yaptığım hareketin dramatikliğine şaşıp sonunda beni de kendinize benzettiniz, dedim. Oturduğum yerden kalkıp koşarak eve gittim. Annemin yakasına yapıştım ve bağırdım: HAYIR! BUNU YAPAMAZSIN, KABUL ETMİYORUM, İZİN VERMİYORUM, ENGEL OLURUM, HAYATINIZI MAHVEDERİM. Yüzünde şaşkın bir ifadeyle bana bakıyordu, sanki kendi yaptığı normalmiş de benim tepkim anormalmiş gibi, delirmişim gibi. Devam ettim: BİLİYORUM YAPMAYACAKSIN, YAPMAZSIN, NASIL YAPARSIN, NASIL OLABİLİR, LÜTFEN. Delirmiştim. Annemi bırakıp tekrar sahile koştum. Akıntıyla kıyıdan biraz uzaklaşmış kayığı gördüm, iskeleden atlayıp kayığa kadar yüzdüm. Motoru çalıştırıp dümeni sabitledim. Kayıktan atladım: ALLAH BELANIZI VERSİN!

YERYÜZÜNE DAĞILMIŞ İNSANLAR

İnsanoğlu yeryüzüne gönderildiğinde aralarından iki genç karanlığın içinden aceleci adımlarla, etraflarını kollayarak, tedirgin, heyecanlı, kararlı ve nihayetinde çelişkili bir vaziyette Yeşilköy sahiline geldiler: ADRENALİN!

İNSANLIK TARİHİNDE İLK ADRENALİN: AV

Avcı-toplayıcı kültürün kadını topladığı değerli taşları henüz av olan erkeğin kafasına fırlatarak nesiller boyu sürecek büyük avı başlatmıştı. Bu çağ açan hareketin devamında avcı-erkek mağarasına güneş battıktan sonra ve kendisine atılan taşları atarak avladığı hayvanların postlarıyla döndüğünde, toplayıcı-kadını bu ürkütücü görüntüsüyle korkutup onu gafil avlayarak egemenliği ele alabilecek olmanın heyecanıyla ilk adrenalini yaşadı. Fakat toplayıcı-kadın uzun tüylü kalın kürkleri ve kürklerin altından heyecanlı bakışlarla kendisini süzen avcı-erkeği gördüğünde büyük bir soğukkanlılıkla kürklere uzandı ve eline geçirdiği kürklerle moda çarkına ilk hareketini vererek avcı-erkeği avcılığından avladı. Haliyle av teknolojisi hızla gelişti.

GERİLİME KAPILMIŞ İNSANLAR

İki genç yaklaştığında birbirinden, biri tedirgin ve heyecanlı diğeri aceleci ve kararlı olarak ayrıldılar. Tedirgin ve heyecanlı olan büyük gözleriyle ürkek bir ceylan gibi kesik bakışlarla sürekli etrafını kolluyordu, aceleci ve kararlı olan ise gözlerini kısmış doğrudan hedefine yürüyordu. Kayalıkların üzerinde sekerek ilerlemeye başladıklarında, tedirgin olan kayalıklarda bir şey arıyor gibi ve kararlı olan da cebinden beyaz kumaş bir eldiven, eldivenin içinden de küçük bir paket. Hava harp öğrencileri-uçuş talimi.

ADRENALİN: Bir duruma kayıtsız şartsız kapılabilme yetisi körelmemiş insanlarda, organizmayı acil harekete hazırlamaya ve acı hissini azaltmaya yarayan hormon.

İlkbahardı. Neşe ile okulu kırıp sahilden açılmıştık. Neşe’yle beraberken biraz romantizm adına saatlerce kürek çeker, her seferinde de leş gibi terlerdim. Kollarımın acısını daha az hissetmek için Neşe’ye babamla balığa çıktığımızda yaşadığımız ilginç hikayeleri anlatıp Neşe’nin yüzündeki merakı ve heyecanı seyreder, seyrettikçe ben de heyecanlanır yepyeni hikayeler ve akıl almaz yalanlar uydururdum. Sanırım altıncı hikayenin en can alıcı yerindeydik. Neşe’nin yüzündeki ifade birden bire donuklaştı. Boynundan kolyesini çıkardı. Ben, onun da hikayelerin heyecanına kapıldığını zannederken -yani aslında buna emindim- birden yaptığı bu harekete anlam veremedim. Ucunda küçük bir çapa olan bu kolyeyi ilk teklifimi sembolik olarak yapmak adına henüz arkadaşken ona hediye etmiştim. O zamanlar bence gayet yaratıcıydı. Sonra kolyeyi denize fırlattı. Gayet yaratıcıydı.

Kayığın burnunu karaya çevirip küreklere asıldım. Susmuştum. Neşe’nin de yüzü susmuştu. Suya batırıp çıkardığım küreklerin birdenbire ne kadar da dramatikleştiğini düşünürken. NE OLUYOR! dedim. Bu ne saçmalık, bu tavırlar hareketler de neyin nesi, neden bir kelime bile söylemeden, nasıl olabilir böyle bir şey, neden? Neşe duruşundan taviz vermedi. Öyle mi! dedim. Küreğin ipini çözmeye başladığımda, ilk tepkiyi aldım: MERAK. Küreği bütün gücümle ve hızla sudan çıkartıp havaya kaldırdığımda ikinci tepki de geldi: KORKU. Neşe yere yatıp kendini sakınmaya çalışıyordu. HAHAHAHAHAHA yakaladım seni, dedim. Ne oldu artist tavırlarına? Sakince yerden kalkıp oturdu ve vuramazsın, dedi. Herhalde vuramam, nasıl vurayım şu küreği görmüyor musun, bununla insana vurulur mu hiç, şuracıkta ölür gidersin, hadi konuş, anlat ne oldu, dedim. Tek bir kelime dahi etmedi. Kıyıya kadar hışımla kürek çektim. Neşe’yi iskeleye çıkardım. Bana kendine iyi bak, dedi “KENDİNE İYİ BAK”. Ayağa kaltım, küreği elime alıp havaya kaldırdım ve arkasından bağırdım: ALLAH BELANIZI VERSİN!

KURŞUNLARDAN BİR KURŞUN

AV TEKNOLOJİSİNİN ULAŞTIĞI EN ZALİM EN SİNSİ VE EN DEHŞET VERİCİ SİLAH: Olta. NEDEN? ÇÜNKÜ: Diğer silahlar gibi gürültülü değildir, ava avlandığını haber vermez, öldüğünü, ölmek üzere olduğunu. Avın tüm iç güdülerini ve savunma mekanizmasını devre dışı bırakır, av bu silahı kendisine sunulan bir yiyecek sanar ONU KANDIRIR- ve ağzını açıp lokmayı yuttuğunda DAMAĞINA BATAN İĞNEYLE HIZLA YUKARI DOĞRU ÇEKİLİR NEYE UĞRADIĞINI ANLAYAMADAN SUDAN ÇIKMIŞ BALIĞA DÖNER AVCI BALIĞIN ŞAŞKINLIKTAN PÖRTLEMİŞ GÖZLERİNE VE AÇILMIŞ AĞZINA BAKARAK: HAHAHAHAHAHA GERZEK BALIK, der.

OLTA BALIKÇILIĞI: Olta avının en önemli püf noktalarından ikincisi; zihninizin yüzeyi durağanlaşana dek nefes almamak. Eğer nefes alınırsa olta sallanır, zihin bulanır, balık kaçar.

PÜF NOKTASI BİR: ZİHNİ SABİTLEMEK

UYGULANIŞI

1- Avımızı türlü bahanelerle yemleyerek peşimizden deniz kıyısına kadar sürüklüyoruz.

2- Avımızı iskeleye oturtup, deniz yüzeyindeki yansımasına bakmasını sağlıyoruz.

3- Avımız yansımasına bakarken, zihnine yansımasına bakan bir av görüntüsünü (kendisini) sabitliyoruz.

4- İKİNCİ PÜF NOKTASI

5- Durağanlaşan zihin yüzeyini hareketlendirecek bir balığın oltaya gelmesini bekliyoruz.

ALTIN KURAL: EN BÜYÜK BALIKLAR HER ZAMAN DERİNLERDE OLUR.

İNSANLIĞIN EN BÜYÜK İSRAFI: NEFES

Hava harp öğrencileri uçuş talimi için kalkış pistindeki yerlerini almışlardı. Gerekli hazırlıklar yapılmıştı. Denize doğru beyaz bir eldiven fırlatıldı. KALKIŞ BAYRAĞI. Kayaların arasından gökyüzüne doğru yoğun bir duman bulutu yükseldi. PİLOTLAR GEMİYİ UÇURUYORDU. Dumanların arasından beyaz eldivenin battığı görüldü.

Sisli bir Kasım sabahydı. Hava henüz aydınlanıyordu. Ben, babam ve babamın arkadaşı Şevket abi balık tutmak için Yeşilköy’den açılmak üzere kıyıdaydık. İlk balık seferimdi. En önden iskeleye koşup hangi kayığın bizimki olduğunu sormuştum. Babam beyaz olanı göstermişti. Adı ne dediğimde ise, Beyaz demişti. Ben bir tür kelime oyunu olduğunu sanıp sırıtmış ve tekrar sormuştum. Babam yine ciddiyetle, beyaz boyayla boyanmış teknenin üstüne beyaz boyayla “Beyaz” yazdığını söylemişti. Ben yine sırıtmıştım. Babam iskeledeki halatı sökmeye başladığında Şevket Abi beni kayığa indirmiş şamandıradaki halatı nasıl çözeceğimi öğretiyordu. Her şeyi dikkatle izliyordum. Babamın motoru nasıl çalıştırdığını, dümeni nasıl kullandığını, Şevket Abi’nin düdük öttürüşünü. İlerledikçe kıyı yavaş yavaş sisin içinde kayboluyordu. Yeteri kadar açıldığımızda babam motoru kapattı.

Şevket Abi’yle beraber oltaları hazırlamaya başladıklarında etrafıma bakındım ve rüya gibi bir yerde olduğumuzu farkettim. Tamamıyla sisin içindeydik. Deniz yüzeyi durgun ve griydi. Babam benim oltamı atıp bana verdikten sonra yapmam gerekenleri tek tek anlattı. Sonra Şevket Abi’yle kendi oltalarını da attılar. Hep beraber beklemeye başlamıştık. Ben çok çabuk sıkılmış, sürekli arkama dönüp bana arkası dönük olan babama ve burunda bize arkası dönük olan Şevket Abi’ye bakıyordum. Onların da sıkılmasını ve bir şeyler konuşmalarını bekliyordum ama sıkılacak gibi görünmüyorlardı ve hiçbir şey konuşmadan hatta kıpırdamadan duruyorlardı. Daha fazla dayanamayıp balıklar ne zaman gelecek, dedim. Şevket Abi güldü, babam üşüdün mü deyip kendi montunu çıkarıp bana giydirdi.

İki mont üst üste sıcaktan mayışmış ve beklemekten sıkılmış, kapanmaya çalışan göz kapaklarımı açık tutmak için oltamı havaya dikip misineyi deniz yüzeyindeki yansımamın ağzına denk getirmeye çalışmak gibi bir oyun oynuyordum. Birden oltama çok ağır bir şey takıldı, bütün gücümle makineye asıldım, misinenin kopmasından da korktuğum için ağır ağır ama sağlam bir şekilde balığı çekmeye çalışıyordum. Balık o kadar ağırdı ki beni oltayla beraber denize düşüreceğini sanmıştım. Heyecandan ve telaştan babama ya da Şevket Abi’ye seslenmek aklıma bile gelmiyordu. Balık yüzeye yaklaştıkça hafiflemeye başlamıştı, suyun altındaki karartısını görebiliyordum, tam balığı sudan çıkarttığımı sandığım anda yakaladığımın ben olduğumu görüp dehşete kapıldım.

Oltanın ucundaki ben oltanın diğer ucundaki benim korku dolu yüzümü gördüğünde korkuya kapıldı ve kendini bütün gücüyle dibe attı, ben de peşinden suya düşecekken, babam sırtımdan yakaladı. Seni tuttum, dedi. Rüya görmüştüm ama az kalsın gerçekten düşüyordum. Yüzeydeki yansımamı gördüm, yüzümde çok büyük bir dehşet vardı. Babam beni geri çekip yerime oturttu ve kendini uyanık tutmaya çalış, dedi. Kıyıya dönene kadar rüyanın ve yüzümde gördüğüm dehşetin tesirinde hiç konuşmadan ve kıpırdamadan yansımamı seyrettim. Öğleden sonra döndük, üçümüz de tek bir balık bile tutamamıştık. Eve giderken babam balıkçıdan iki kilo balık almıştı. Eve döndüğümüzde her şey tıpkı babamın her zaman balıktan döndüğünde olduğu gibi olmuştu.

YERYÜZÜ GERİLİMİ: Bir tür bilinç gerilimi olarak; yeryüzünde bulunuyor olmanın kesintisiz farkındalığı. Bilincin oto-koruma sistemi tarafından, kapılması ve kanıksaması sağlanana dek bilince sürekli uygulanan gerilim.