Aşkabat ve ötesi

ÖMER ERDEM
Abone Ol

Aşkabat’a ilk gittiğim zaman henüz her şey çok yeniydi. Bağımsızlığını kazanalı birkaç yıl olmuştu. İki taraflı bir heyecan dalgası esiyordu. Türkiye’den gidenlerin taşıdıkları heyecan ve yenilik duygusu burada yaşayanların meraklarıyla köpürüyordu. İlk elde bilinmesi gereken Türkmenlerin Oğuzca’nın doğu tadıyla konuşuyor olmalarıydı. Ele bir de Mahtumkulu Divanı’nı alırsanız Yunus Emre ile aynı neşvedeki bu yalın Türkmen şairinin iziyle Aşkabat sokaklarına yayılmış insanlarla daha yakından temas kurabilirsiniz.

Yaklaşık dört milyon nüfusluk bu ülkenin büyük kısmı çöldür. Aşkabat da çöle benzer bir yerde kurulmuştu ama özellikle yaşadığı son büyük depremden sonra yepyeni bir çehreye kavuşmuş, geniş ve ağaçlıklı caddeleriyle kendisine has bir kişilik kazanmıştı. Bu ilk ziyarette henüz oteller yeni yeni yapılıyordu ve ülke dünyaya kapalıydı. Kalmak için otel yerine bir ev ayarlanmıştı. Geceyi merak içinde geçirdiğimiz bu evden sabah çıkıp şehre karışınca üç şeyle karşılaşmıştık. Türkmen halısı, Türkmen kavunu ve çöl pazarı.

Mahtumkulu Divanı’nı alırsanız Yunus Emre ile aynı neşvedeki bu yalın Türkmen şairinin iziyle Aşkabat sokaklarına yayılmış insanlarla daha yakından temas kurabilirsiniz.

Elbette buna dillere destan Ahal Teke atlarını da eklemek gerekiyordu ama bu aşamada at ile temas kurmanın pek anlamı yoktu. Henüz Rus döneminin izleri ortadan kalkmamıştı hemen her tür eşyayı bulabileceğiniz mağazalarda astragan kalpaklar bulabilirdiniz.

Türkmen halısı sadece bir halı değil ülkenin alamet- i farikası gibidir. Her bir motif ülkeyi oluşturan toplulukları sembolize eder. Çürük kırmızısı rengi ve pürüzsüz yüzeyi ile göz doldurur. Bir Türkmen halısı karşısında dakikalarca vakit geçirilebilirdi. Fakat dışarı çıkarmak izne bağlıydı. Türkmen kavunu ise uzun yassı görünümü ve asıl sulu tadıyla bir çöl armağanı gibidir. İklimin yine bu bölgeye armağanı diye düşünmeli. Yazın uzun sürdüğü bu ülkede su sanki meyve olup korumuştur kendisini. Çöl pazarı ise Türkmenistan’ın sadece günlük ticaretinin döndüğü bir yer değil bir yandan etnografya bir yandan folklor öte yandan da sosyal sergi alanı gibidir. Gümüş takılar, işlenmiş boynuzlar, halılar, porselenler, rozetler, kalpaklar akla hayale gelmedik eşyalar ile güneşin doğduğu yer sayılır. Eğer Aşkabat’a gidip de çöl pazarı görülmediyse henüz bir şey görülmüş sayılmaz. Burada kadınların mutlak hakimiyeti vardır. Hayat kadınlar tarafından korumaya alınmıştır sanki geniş caddeler, büyük parklar ve insanları günlük olarak büyük törenler içinde oyalayacak hemen her şey düşünülmüştür şehir kurulurken. Sadece bir gününüzü bile sonbaharda yaprak süpüren kadınları izlemeye ayırabilirsiniz.

Türkmen halısı sadece bir halı değil ülkenin alâmet-i farikası gibidir. Her bir motif ülkeyi oluşturan toplulukları sembolize eder.

Aşkabat, bir başına Türkmenistan demektir ama benim gibi fırsatını bulup da bulanık akan Amuderya’yı (Ceyhun Nehri) Buhara tarafından aşıp ilkin Çarcov’a sonrasında da Selçuklu başkenti Merv’e varmışsanız ülkenin derinliğini daha içerden idrak edersiniz. Ortasında Sultan Sencer türbesinin yükseldiği Merv çok geniş bir ören yeri. Kızlar Kalesi’nin bazı parçaları ise ayakta. Selçuklu’nun şehir ve yerleşim fikrini yakalayabilmek için hâlâ bakir bir yer. Fakat bir ülkeye ruhunu veren sakin köşeleridir ve hâlâ bir yolunu bulup Merv’e gidebilirseniz geceleyin bir Türkmen çadırında konaklayıp yıldızları seyredebilirsiniz. Güneşin yazın yakıcı ama billur oklarla etrafı, dağları yıkadığı bu şehirde dünyanın son sakin köşelerini yaşamanın ayrıcalığına kavuşabilirsiniz.

Türkmenistan Milli Kütüphanesi.

Zengin doğalgaz yatakları ülke ekonomisinin can damarı. Her gelen yönetici biraz da devletin ve yönetimin gücünü göstermek istercesine yeni ve görkemli binalara öncelik veriyor. Nitekim şimdiki Türkmenistan ve Aşkabat görkemli mermer binaların şehri aynı zamanda. Aşkabat bana bir sonbahar şehri gibi göründü. Sanki tabiat kendi şiirini en çok bu mevsimde burada yazmak istemiş. Kendisine has elbiseler ve başlarına bağladıkları örtülerle sakin ve asilce yürüyen Türkmen kadınları ise şehre bambaşka bir hava katıyor. Evet, dünyadaki diğer başkentlerden Aşkabat’ı ayıran taraflardan birisi de bu esmer ve sessiz kadınların geçidi olmalı. Çok kısa bir süre içinde anlaşabileceğiniz insanlarla Türkçenin alabildiğine yalın ve dolaşıksız konuşulduğu bir şehre kavuşmak az ayrıcalık değil.