Efsane ve gerçek: Marlon Brando

MURAT ŞİMŞEK
Abone Ol

İsyankâr, karizmatik, aktör ve baba. 20. yüzyılın efsanevi sinema ikonlarından biri. Afrika’nın en ücra köşelerinde bile posterine ya da isminin varlığına delil olacak bir simgeye rastlayabilirsiniz. Yüzyılı aşacak kadar uzun sürmüş bir şöhretin sahibi. Hak edilmiş, çilesi çekilmiş, hesabı verilmiş ve ilmek ilmek örülmüş bir sinema hayatı.

Futbolda Pele neyse, sinemada Brando oydu. Dört kıtada var oldu, en güzel golleri o attı, adını dünyaya ezberletti ve jeneriklere geçecek bir meslek hayatı yaşadı. Kendi tarzını perdeye taşıyan belki ilk oyuncuydu, yönetmenlere teslim olmadan, aktörlüğünü kendi bakış açısıyla, kendi kurallarıyla ve kendi üslubuyla ortaya koydu.

Sinemanın Baba’sıydı. Devrinin geçtiğini söyleyenlere hiç kulak asmadan, deneme çekimlerine bile katılmayı göze alarak oynadığı 1972 yapımı Baba'da, Don Vito Corleone karakteriyle, evrensel bir üne sahip oldu. Küllerinden doğmuştu, doğru. Ama Brando bu filmle var olmadı ve bu filmden ibaret bir aktör değildi. İlk filmi The Men (1950) ve ardından gelen sinema tarihine iz bırakan performanslara imza attığı İhtiras Tramvayı (1951), Viva Zapata (1952), Kanlı Hücum (1953), Rıhtımlar Üzerinde (1954), Gönül Yolu (1955) filmleriyle kariyerinin zirvesine tırmanmıştı. 1952 yılında Cannes Film Festivali’nde Viva Zapata’daki rolüyle En İyi Oyuncu ödülünü onundu,1955 yılında Rıhtımlar Üzerinde filmiyle Oscar’ı kazanmayı başarmıştı. New York Film Eleştirmenleri, Altın Küre, İngiliz Film Akademisi ve daha birçok önemli ödül 30 yaşında dev bir aktör olarak ayaklarına serilmişti. Vito Corleone’den çok önce zirvede bir Baba’ydı.

The Godfather.

Şurası ederi kadar konuşulmuyor aslında; evet, kimse yokken o vardı. Efsane James Dean’den önce asi gençliğin isyankâr idolü, The Godfather’la birlikte sinemanın karizmatik Baba’sı. İkisi de oydu, iki fırtınayı da o estirdi. Robert De Niro, Al Pacino, Jack Nicholson ve diğerleri. Hepsi Marlon Brando’nun oyunculuğundan büyük-küçük bir iz taşımaya devam ediyorlar. Elia Kazan’a göre, oynarken yaşayan, içten dışa yansıttığı coşkusunun onu sürüklediği yere doğru akan, sürprizlerle dolu bir aktördü Brando. Kazan, İhtiras Tramvayı (1951) filmi özelinde “onun varlığı tüm öteki oyunculara âdeta bir meydan okumaydı” cümlesini kurarken ne söylediğini gayet iyi biliyordu.

İkinci Oscarını Amerika'nın Kızılderililere karşı uyguladığı politikayı protesto etmek için ödülü almaya dahi gelmemiştir.

1924 yılında Amerika’nın Nebraska şehrinde İrlandalı göçmen bir ailenin üçüncü çocuğu olarak doğdu. Sorunlu bir okul hayatı, yolunda gitmeyen işler ve can sıkıcı daha bir dolu mesele. Disiplinsizlikten atıldığı askeri eğitim akademisi, parçalanmış ailesi ve peşine düştüğü hayalleri. 20’li yaşlarında New York’ta başlayan tiyatro macerası sonrasında kariyerini sinemada devam ettirmeye karar vermesi, geniş kitlelerin ilgi ve sevgisine mazhar olmasına yol açacaktı. Bu beklenmeyen bir sonuç değildi aslında. Onu sinemaya taşıyan iki yıl kapalı gişe oynadığı Broadway başarısını, büyük oranda Elia Kazan, Cheryl Crawford ve Robert Lewis tarafından kurulan Actors Studio'dan mezun olmasına borçluydu. Stanislavski Yöntemi adı verilen, oyuncunun canlandırdığı karakterin hissettiklerini hissetmediği sürece karakterin anlatımının izleyiciye geçmeyeceği ön kabulüne dayanan özel bir oyunculuk metoduyla eğitim veren Actors Studio bir anlamda Marlon Brando’yu doğurmuş, sinemaya hediye etmişti.

Hollywood’la ve sistemle yıldızı hiç barışmadı. Hep ayrıksı, asi, başıbozuk ve “sorun çıkaran’’ adamdı. Oyuncu haklarıyla ilgili yaptığı açıklamaları stüdyoları, Kızılderililer, siyahlar ve ötekilerle ilgili konuşmaları sistemi rahatsız etti. Baba filmindeki performansıyla hak ettiği Oscar’ı almak için Sacheen Littlefeather isimli Kızılderili bir kadın oyuncuyu gönderdiği ödül töreninde, Littlefeather’in onun adına yaptığı konuşmada ABD’nin Kızılderililere yaptıklarını protesto etmek için kendisine layık görülen Oscar’ı kabul etmeyeceğini söylemesi tam Brando’luk bir eylemdi. Umursamazlığı, çalkantılı hayatı, başarısız evlilikleri, disiplinsizliği ve yaptığı böylesi politik eylemleri, her zaman aktörlüğüne dahildi.

1972'de The Godfather filmiyle aldığı Oscarı reddedecek kadar da asi biriydi.

Marlon Brando. Actors Studio’nun en başarılı mezunu. Baba filminde herkesin yardımını dilediği görkemli bir dağ gibi koltuğunda otururken, aslında bu görkemine yalnızca ailesinin bütünlüğü için sahip olduğunu da anlatıyordu bize. Oğlunun ölüm haberini aldığında alnında çıkan damarların söylediği de buydu, aile olmak/aile kalabilmek tek gerçek meseledir. Baba imgesiyle özdeşleşse de gerçek hayatta babasıyla ilişkisi sorunluydu. Marlon Brando, 11 çocuklu bir babaydı aynı zamanda. Oğlu Christian Brando, 1990'da üvey kardeşi Cheyenne Brando'nun sevgilisi Dag Drollet'i vurarak öldürdü. Oğlu için verdiği hukuk savaşında bütün servetini harcarken, kızı, babasını yani Marlon Brando’yu suçlayarak intihar etti. Hayat bir baba olarak çok sert davrandı ona. Üstelik hapisten çıkan oğlu babasıyla görüşmeyi reddedecekti. İki çocuğunun acısıyla yaşlandı. Don Vito Corleone’nin kederini yaşayacaktı. Ve 80 yaşında Los Angeles’ta akciğer yetmezliğinden hayata gözlerini yumdu.