Endülüslü bir seyyah: İbn-i Cübeyr

ÖMER BAYRAM
Abone Ol

Yeryüzünün yaşayan en büyük şairi İsmet Özel, "eymerak, ey zafer haykırışı oğlum" diyerek selamlıyordu, insanoğlununbitmek tükenmek bilmeyen, onu her gün birazdaha ileriye taşıyan o derin duygusunu. Merak arayışı, tarihboyunca hem coğrafyayı değiştiren hem de tarihi şekillendirenen önemli saikı oldu insanoğlunun. İlk insanlardanbugüne serüven de sonuçları da değişmedi. Bugün deböyle.

12. Yüzyılda Endülüs'ten Kudüs'e nasıl gidilir?

Bundan 834 yıl önce de aynısı oldu. Ortaçağ’ın en büyük seyyahlarından İbn Cübeyr, notlarını gün gün aldığı büyük seyahatine bu tarihte başladı. Gırnata’dan yola çıkmış ve Doğu İslam dünyasını baştanbaşa dolaşarak iki yıl sonra tekrar İspanya’ya geri dönmüştü. İki yıllık bu büyük maceradan geriye, bugün de hayranlıkla okuduğumuz Rihletül’l- Kinani adlı seyahatnamesi kaldı.

Ortaçağ ve seyahatname deyince tüm dünyada akla gelen ilk isim şüphesiz öncelikle Ortaçağ’ın en büyük seyyahı İbn Batuta’dır. Batuta, Avrupa kıtası hariç dünyanın tamamını dolaşmış ve oldukça güvenilir bir seyahatname kaleme almıştı. İbn Cübeyr, İbn Batuta’nın da öncüsü olarak İslam dünyasında yaygın olan seyahat geleneğinin ilk büyük isimlerinden biri olmuştu. Kesin olarak bilemeyiz belki ama İbn Cübeyr’in Rıhle’si, büyük ihtimalle İbn Batuta’nın da ilk ilhamını aldığı yerdir.

Hikaye 1145'te Valencia'da başlıyor

Eldeki kaynaklara göre 740 yılında İspanya'ya gelen arap kabilelerinden birine mensuptu.

Ünlü seyyah İbn Cübeyr, 740 yılında Endülüs’e (İspanya) gelmiş büyük Arap kitlelerinin torunlarından biriydi.

31 Ağustos 1145’te Belensiye’de (Valencia) doğan ünlü seyyah, dünya yolcuğunu üçüncü uzun seyahatinden sonra yerleştiği İskenderiye’de 1217’de tamamlamıştır.

Devlet memuru olan babasının yanında iyi bir eğitim gören İbn Cübeyr, özellikle edebiyat alanında kendisini yetiştirmiş ve devrinin önemli şairlerinden biri olmayı başarmıştır. Yetenekleri ve başarıları sayesinde Gırnata Valisi tarafından fark edilmiş ve bir süre Gırnata Valisi’nin sekreterliğini de yapmıştır. Seyahate çok meraklı olan İbn Cübeyr, Doğu’ya üç ayrı sefer yapmış ve ünlü seyahatnamesini 1183’te çıktığı ilk seyahatinden sonra kaleme almıştır. İlk seyahatinden dört yıl sonra bir sefere daha çıkmışsa da bu seyahatinden kalan herhangi bir not bulunmamaktadır.

Üçüncü seferinde Endülüs’e dönmemiş ve yerleştiği Mısır’da hayata gözlerini kapamıştır.

İlk seyahatine, Hac vazifesini yapmak için 1183 yılında arkadaşı Ahmed bin Hasen ile Granada’dan başlamış, Tarif’ten Septe’ye geçmiştir. Septe’den İskenderiye’ye geçmek için Ceneviz gemisine binmiş, Sardunya ve Sicilya adalarına uğrayarak Mısır gümrüğüyle epey uğraştıktan sonra İskenderiye’ye gelmiştir. Kahire ve nihayet Kızıldeniz üzerinden geçerek Cidde’ye ulaşmış, ardından Mekke’ye geçmiş ve burada yaklaşık sekiz ay kalmıştır. Hac ibadetini de bitirdikten sonra Medine’ye geçen İbn Cübeyr, burada da bir süre kaldıktan sonra çölden ilerleyerek Küfe’ye varmış, ardından önce Bağdat ve Musul’a, sonra da Cizre’ye geçerek Halep ve Şam’a ulaşmış. Oradan Kudüs Krallığı’na ve Akka’ya giderek yine bir gemiyle Sicilya’ya ve 1185’te başladığı noktaya geri dönmüştür.

İbn Cübeyr, iki yıl süren yolculuğunun her safhasından ayrıntılı gözlemler yapmış, geçtiği yerlerin tarihi ve kültürel değerlerini ziyaret etmiş, gördüğü her şeye ilişkin pek çok detaylı bilgiyi seyahatnamesinde aktarmıştır.

İbn Cübeyr Seyahatnamesi, Haçlı Seferleri tarihi ile Ortaçağ’da Akdeniz gemi trafiği konusunda pek çok esere kaynaklık etmiştir.

Seyahatname, asırlar boyunca ortadan kaybolmuş ve 19. asırda Avrupa’da tanınmış; Fransızca, İtalyanca ve İngilizce başta olmak üzere pek çok dile çevrilmiştir.

Babasının kültürlü ve üst düzey bir devlet memuru olduğu, kendisinin de bir süre Muvahhidler'den bir emirin sekreterliği ile Granada valisinin nezdinde kâtiplik yaptığı bilinmektedir.

İbn Cübeyr, seyahatnamesinde geçip gördüğü bütün şehirleri, ekonomi, insani özellikler, folklor, kültür, dini inanışlar ve siyasi yönetimler açısından inceleyip notlandırmıştır. Özellikle Mekke ve Halep şehirlerini ayrıntılı bir şekilde tasvir etmiştir. Endülüs’te doğan ve ilk seyahatine kadar doğduğu şehirden hiç uzaklaşmamış olan ünlü seyyah, Sicilya adası yakınlarımdan geçerken ilk kez gördüğü yanardağ hakkında ayrıntılı bilgilere yer vermiştir. Seyahatnamede böyle pek çok ilginç gözlem ve bilgi bulunmaktadır:

"Denizde sağımızda dokuz adayı gördük; yüksek bir dağ gibi duruyorlardı. Bu adalardan ikisi Sicilya toprağına yakındı ve sürekli ateş püskürtüyordu. Tepesinden duman tüttüğünü görebiliyorduk. Geceleri alevleri havaya yükselen kızıl bir ateş halinde görülen ünlü volkan buydu. Bize anlatıldığına göre, gördüğümüz ateş i bu iki dağdaki kraterlerden fışkıran gazlardan oluşmaktaymış. Gaz, bazen öyle güçlü fışkırırmış ki, koca kayaları havaya fırlatır ve yeniden geri düşmesine engel olurmuş. Bunlar, duyduğumuz ve doğruluğuna inandığımız en garip şeylerdi."

Piramitler gerçekten tuhaf

İbn Cübeyr, gördüğü ve hayretle karşıladığı her durumda, bilgi edinmek için yerli halkla konuşmaya özellikle önem göstermiştir. Kahire’de karşılaştığı Mısır piramitleri ile ilgili mesela sadece gözlemlerine yer vermemiş, piramitlerin tarihi ile ilgili bilgiler de derlemiştir. Şaşırtıcı olmayan ama İbn Cübeyr’i 1184 yılında şaşırtan şey ise, piramitlere tıpkı bugün bizim şaşırdığımız gibi şaşırıyor olması.

1 Şubat 1183'de hacca gitmek üzere Granada'dan yola çıktı Ceuta ve İskenderiye üzerinden Kahire ve oradan yukarı Nil'deki Kus'a kadar dolaştı, yolculuğunu çöl üzerinden Ayzab, Kızıl Deniz, Cidde oradan Mekke'ye geçti.

"Yeni köprünün yakınında, görkemli yapıları, ilginç görüntüleri ile dört köşeli, kubbeler gibi göğe doğru yükselen eski piramitler yer alıyor. Özellikle ikisi, göğü yarıyormuşçasına yüksek. Her birinin köşeden köşeye genişliği üç yüz altmış altı adımdır. Yontulmuş büyük kayalardan yapmışlar. Şaşırtıcı biçimde üst üste konulmuş ve aralarına hiçbir şey konulmadan birbirlerine kenetlenmiş. Piramitler tepeye doğru sivrilerek yükseliyor. Tehlikeli ve zor olmakla beraber belki de tırmanmak mümkün. Sivri uçları olabildiğince geniş. Yeryüzündeki insanlar bir araya gelip bu yapıyı bozmak isteseler de aciz kalırlar. İnsanlar bunların niçin yapıldığı konusunda farklı görüşlere sahip. Kimilerine göre, Ad ve oğullarının kabirleridir. Kimilerine göre ise, bunların yapılış sebebini başkadır. Kısacası, ne olduğunu ancak Allah bilir.

İki büyük piramitten birini yerden bir boy veya daha fazla yüksekte bir kapısı var. Bu kapıdan eni yaklaşık elli karış, boyu da bir o kadar büyüklükte bir odaya girilir. Bu adanın ortasında kabir olduğu söylenen, havuza benzer, içi oyuk büyük bir mermer var. Doğrusunu Allah bilir. Büyük olanın aşağısında genişliği bir köşeden ötekine yüz kırk adım gelen bir piramit var. Bunun ötesinde beş küçük piramit daha bulunuyor. Üçü bitişik, ikisi de bunların yakınında birbirine bitişiktir. Piramitlerden bir ok atımı uzaklıkta "Sfenks" denilen, taştan yapılmış garip bir şekil duruyor. Ürkütücü görüntüsüyle insan şeklinde, dimdik durmakta. Yüzü piramitlere, sırtı kıbleye ve Nil’in yatağına dönüktür."

800 yıl önce Ortadoğu'da petrol

İbn Cübeyr seyahatnamesi, tıpkı bugün savaşlarla yıkılan şehirlerin eski muhteşem günlerine dair yaptığı ilginç tasvirler gibi, dünyaya ilişkin de ilginç bilgiler paylaşıyor, özellikle modern zamanlarda petrol kaynakları yüzünden Batılı devletlerin savaş bölgesi haline dönen Ortadoğu’nun en eski Türk şehirlerinden biri olan Musul’da gördüğü petrol kuyusunu şu satırlarla anlatıyor:

"Buranın doğusunda, Musul’a giderken sağda bulut gibi koyu renkli çukur bir arazi vardı. Allah burada katran kaynayan büyüklü küçüklü gözeler yaratmıştı. Bazıları kaynıyormuş gibi kabarcıklar çıkarıyordu. Katranı toplamak için havuzlar yapılmakta ve orada birikmekte ve siyah düz bir yüzey şeklinde bataklık gibi durmaktadır. Nemli ve parlak olup, kokulu ve çok yapışkandır; dokunur dokunmaz insanın parmaklarına yapışır. Bu gözelerin etrafında siyah renkli büyük bir su birikintisi vardı. Yüzeyini siyah, ince yosun gibi bir madde kaplamıştı. Bu madde, kenarlarda birikip katman haline geliyordu. Daha önce duyup garipsediğimiz bu ilginç maddeyi görmüş olduk."

1184 yılında zor şartlarla Messina'ya ulaştı. Hava şartlar yüzünden bir süre Mesina'da kaldı ve 25 Nisan 1185'te Granada'ya döndü.

İbn Cübeyr’in seyahatnamesi, 12. yüzyıl İslam dünyasının kültürel, iktisadi, siyasi ve düşünsel yapısı hakkında orijinal bilgiler elde etmemizi sağlayan olağanüstü bir yolculuğu anlatıyor.

Eserin gün gün yazılması, seyahatnameye klasik tarih yazıcılarının ıskalamak zorunda kaldığı kültür tarihi ile ilgili geniş oylumlu bir kaynak niteliği kazandırıyor. Başta İbn Batuta seyahatnamesi olmak üzere kendisinden sonra Müslüman seyyahların yaptığı yolculuklara ilham olan İbn Cübeyr seyahatnamesi, 12. Yüzyıl Doğu dünyasına, meraklı bir seyyahla yolculuk yapmak isteyenler için bulunmaz bir kaynak. Renkli kişiliğiyle İbn Cübeyr de bu büyük kaynağın müellifi olarak, kendisine gösterilecek her türlü ilgiyi sonuna kadar hak ediyor doğrusu. Kim bilir belki bir gün bu uzun ve eşsiz yolculuğu beyaz perdede görme imkânına kavuşuruz. Neden olmasın.