Fransız bitkibilimci gözüyle İstanbul'un camileri

HALİL SOLAK
Abone Ol

Fransa krallık bahçelerinin bitkibilimcisi Joseph Pitonde Tournefort, Fransa kralı XIV. Louis’nin emriyle yenibitkiler bulmak için 1700 yılında Levant’a, yani DoğuAkdeniz’e gönderilir. Tournefort bu gezisinde sadecebitkilerle ilgilenmez, Ege’deki 35 ada ve adacığı ziyaretedip ardından Tokat’tan Trabzon’a, Kars’tan Erzurum’aAnadolu’yu arşınlarken gözlemlerini de mektup şeklindekaydedip gönderir (Tournefort Seyahatnamesi, Çev.: TeomanTunçdoğan, Kitap Yay., 2005). Bu uzun soluklu gezi de yoluelbette başkent İstanbul’a da düşecektir.

İstanbul’u Avrupa’nın tartışmasız en büyük kenti olan tanımlayan Tournefort, kentin dünyanın en güzel ve en avantajlı yerinde olduğunu, Çanakkale Boğazı ve İstanbul Boğazı’nın ise dünyanın dört bir yanından gelecek zenginlikleri ona ulaştırmak için açıldığını söyler.

Camiler ve Kiliseler

Joseph Pitton de Tournefort, Montpellier Üniversitesi çerçevesinde botanikte uzmanlaşarak 1683'te Paris Kraliyet Botanik Bahçesi'ne profesör olarak atanan bir doğabilimcidir.

“Yabancılar İstanbul’da önce selâtin camilerini gezerler” diyerek Osmanlı padişahları tarafından yaptırılan camileri ziyaretle şehri adımlamaya başlayan seyyah, hemen Fransa’daki kiliselerle bir kıyasa girişir:

“Türlerinin çok güzel örnekleri olan bu yapıların hiçbir eksiği yoktur ve çok iyi korunmuşlardır; oysa Fransa’da tamamlanmış hemen hemen tek bir kilise bile yoktur. Kiliselerimizin çoğu, özellikle de Paris’te, dindışı yapılarla tamamen çevrilidir; destek kemerlerin arasında koskoca aileler barındırılır, dükkânlar açmak için en küçük sundurmalardan yararlanılır, bu kiliselerin çoğunlukla ne meydanı ne de ağaçlıklı yolu vardır.”

Geniş Avlular ve Süslü Çeşmeler

Fransız bitkibilimci Tournefort, İstanbul’daki camilerdense çevredeki yapılara yapışık olmaması, güzel ağaçları, süslü güzel çeşmeleri olan geniş avlular içinde yer alması, camilerin avlusunda asla köpeklerin olmaması, buralarda saygısızca bir davranışla asla karşılaşılmamasından dolayı hayranlıkla bahseder:

Süleymaniye Camii, Kanuni Sultan Süleyman adına 1551-1557 yılları arasında İstanbul'da Mimar Sinan tarafından inşa edilen camidir.

“Çok güzel görünümlü ana kubbeleri ve yanlarında daha küçük birçok başka kubbe vardır; yapı her zaman başka yapılara uzaktır ve çeşmeler, tuvaletler ve İslam dininin ibadetlerini yerine getirmek için gerekli bütün kolaylıkları barındıran ağaçlı bir avlunun içindedir.”

Camilerin durumunun kiliselerden daha iyi olmasını da çok fazla gelirleri olmasına bağlar.

Osmanlı İstanbul'undan insan resimleri
SkyRoad

İstanbul’u Tanımak İçin…

Büyüklükleri ve sağlamlıklarıyla da Tournefort’un dikkatini çeken camilerin kubbeleriyle ilgili şu kanaate varır:

“Bütün Doğu’da iyi kubbeler yapılmaktadır; camilerin kubbelerinin orantıları doğrudur ve büyük kubbenin etrafında onu besleyen ve asla ondan yüksek olmayan küçük kubbeler vardır.”

Gördüğü camilerin içinde en güzelinin Ayasofya olduğunu söyleyen seyyah, Ayasofya’dan çıkınca otuz-kırk adım uzaklıktaki Osmanlı şehzadelerinin türbelerine uğramayı da ihmal etmez.

Ayasofya, Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından, 532-537 yılları arasında İstanbul'un tarihî yarımadasındaki eski şehir merkezine inşa ettirilmiş bazilika planlı bir patrik katedrali olup 1453 yılında İstanbul'un Osmanlılar tarafından alınmasından sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye dönüştürülmüştür.

Buradan çıktıktan sonra Süleymaniye Camii’ne gider. İstanbul’un bütün camileri arasında kubbesinin güzelliği bakımından Ayasofya’ya en yakın olanının Süleymaniye olduğunu söyler, hatta Tournefort’a göre, bu caminin dış bölümünün Ayasofya’yı aştığı bile söylenebilir. Seyyahın dikkatini yine avlu düzenlemesi çekecektir:

“Süleymaniye’nin çeşmesi çevresinde başka küçük çeşmeler vardır. Çeşmenin bulunduğu avlu çok güzeldir ve ağaçlandırılmıştır.”

Seyyahların gözünden İstanbul'da Ramazan
SkyRoad

İstanbul’da kaldığı birkaç günlük süre içinde oradan oraya koşturup duran Tournefort, bu büyük kenti tanımak için yıllarca burada kalmak gerektiğini söylüyor. Haksız da sayılmaz. Bu şehirde yaşayanlar bile İstanbul’u hakkıyla tanıyamazken…