Gönlümüzde İşbiliyye, haritada Sevilla

H. YILDIRIM AĞANOĞLU
Abone Ol

İspanya’da Sevilla denince siz turistlerin aklına gazpacho çorbası, tapas, polvoron mantecados gibi gıdalar ya da eğlenceli flamenco geceleri gelebilir. Benim gönlüme ilk gelen İşbiliyye olsa da haritada yoktur. Çünkü şimdiki adı Sevilla’dır ama dikkat edin Seviyya diye okunur. Siz hiç görmediğiniz bir şehre hasret duydunuz mu?

Gezimizde İspanyolların milli bir bayramına rast gelmemiz bizim için bir şanstı. Burada modernite ile geleneğin bir çatışmasına da şahit olduk.

Ben bu hasretle, Kurtuba’dan sonra yaklaşık iki saatlik bir otobüs yolculuğuyla, Endülüs Müslümanlarına başkentlik yapmış ikinci şehir İşbiliyye'ye/Sevilla vardım. Sevilla'nın günümüzdeki nüfusu 1.750.000 civarındadır. Atlas Okyanusu'na sadece 87 km. uzaklıkta olup ortasından akan nehirden, eskiden denize bağlantısı vardı. Yüzyıllardır biriken alüvyonlar artık gemilerin gelişine müsaade etmiyor. Gece vakti İspanya'nın bu tarihi ve modern şehrini gezmeye başladık. İlk dikkat çeken 1700'lü yıllar sömürgeci döneminden kalan, envai çeşit renkte çiçek ve ağaçları barındıran bahçeleriyle saray yavrusu köşk ve binalardı. Hele bu şehirde hayatımda ilk defa gördüğüm mor çiçekli koca ağaçları hiç unutmayacağım. Şehrin tarihi ve ekonomik zenginliği, planlı büyümesi ve tarihi mirasa sahip çıkılması bizde takdire şayan duygular uyandırdı.

Gezimizde İspanyolların milli bir bayramına rast gelmemiz bizim için bir şanstı. Bir parktan çıkan, hepsi bakımlı atlar ve üstündeki geleneksel giysileriyle erkek-kadın İspanyollar ortama değişik bir hava katıyordu. Burada modernite ile geleneğin bir çatışmasına da şahit olduk. Çünkü atı sürenin arkasında, geleneksel kıyafeti, topuzlu saçında bir gül ile yanlamasına oturan İspanyol kız, elinde cep telefonu ile uğraşıyordu.

Sevilla’da Yahya Kemal’i hatırlamak

Sevilla’nın merkezindeki park adeta bir bayram yeri haline gelmiş. Öğrendiğimiz kadarıyla halk bu festivale çok önem veriyormuş. İspanyolların neredeyse tamamı özel diktirdikleri rengârenk kıyafetleri ve danslarıyla festivale mahsus hazırlanan stantlarda eğleniyor, yiyip içiyorlardı. Ünlü şairimiz Yahya Kemal'in Endülüs'te Raks şiirindeki

Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı… Şevk akşamında Endülüs üç defa kırmızı "

laza de Espana.

dizeleri boşuna değilmiş. Ertesi gün şehrin kenarındaki geniş ve modern caddelerden imparatorluk döneminden kalan dört ana kule ile simgelenen büyük havuzlu İspanya Meydanı’na (Plaza de Espana) girdik. Burada İspanya'nın simgelerinden yelpaze satan Çingenelerin çokluğu dikkat çekmekteydi. Sonra tarihi surların içine girerek Santa Cruz semti ve daracık sokaklarını gezdik. Eğer zenginseniz buradaki eviniz balkonlu olma imtiyazına sahipti. Evler balkonsuz ise geliri düşük insanların oturduğu anlaşılırmış. Sosyal statü tarihin her devrinde hep vardır. Şehrin bu kadar zengin olmasının ana sebebi ise sömürgelere gidişin limandan başlaması ve Güney Amerika'dan gelen gemilerin paha biçilmez yüklerini burada indirmesiydi.Cervantes'in, Don Kişot adlı romanını Sevilla Hapishanesinde bulunduğu sırada tasarladığı da söylenir. Ayrıca 1930'lu yıllardan itibaren İspanya'nın en büyük fuarının Sevilla’da düzenlenmesi, şehrin ekonomik yapısına ayrı bir güç katmaktadır.

Sevilla’nın sembolü minare

İşbiliyye Muvahhidler döneminde Marakeş'ten sonra ikinci hükümet merkezi durumuna geldi ve bayındırlık çalışmalarıyla şehir imar edildi. Şehrin ihtiyacını karşılamak üzere uzaktan su getirildi. 1171 yılında yaptırılan, İşbiliye Ulucamii, şehir ele geçirildikten (23 Kasım 1248) sonra İspanyollar tarafından kiliseye çevrildi, minaresi çan kulesine dönüştürüldü ve Giralda adıyla şehrin sembolü haline geldi. Cami ise daha sonra yıktırılıp yerine Santa Maria Katedrali inşa edildi (1401-1506).

Santa Maria Katedrali.

İşbiliyye Ulu Camii'nden geriye kalan 70 metre minaresi (günümüzde ekleme yapılarak çan kulesine dönüştürülmüş kısımla birlikte 97 metre yüksekliğindedir) ve müze giriş kapısı ve bahçesindeki devasa büyüklükteki cami bahçesinin ana girişinde bulunan demir kapı Endülüs Müslümanlarından yadigâr kalmıştı. Bu kapı o kadar büyük ki yaklaşık 6 metre boyunda ve üzeri işlemeli her kutucuğunda kûfi hatlı Arapça ibareler yazılıdır.

Katedralin içinde Kristof Kolomb'un mezarı bulunuyor ve zamanın İspanya’sında hüküm süren 4 kral temsili tabutu taşıyordu. Katedrali hızlıca gezdikten sonra minareye tırmanmaya başladık. Minare eğimli bir şekilde katlar arasında yükselen bir yolu içinde barındırıyor. O kadar yüksek ki, zamanında yaşlı müezzinler yukarıya ancak bir eşeğin sırtında çıkıp ezan okurmuş. Yukarı çıkınca eşsiz manzarasıyla Sevilla’yı seyretmeye doyamadık.

Alkazar Sarayı ya da Hristiyan İspanya'da Müslüman izleri…

Alkazar Sarayı.

Arşivci merakıyla, katedralin hemen yanında bulunan Amerika Sömürgeleri Genel Arşivi'ni yani tarihî Archivo General De İndias'ı ve Alkazar Sarayı'nı ziyaret ettik. Alkazar adı El-Kasr'dan geliyor. Neticede kelime İspanyolca’ya evrilerek, aynı kalıyor. 10. yüzyılda burada, Kurtuba Halifeliği'nin hizmetinde bir kale bulunuyormuş. Esasında dönemin İspanyol hükümdarı, Endülüs mimarisine hayran olduğu için burada Müslüman mimar ve ustalar çalıştırılıp bu sarayı yaptırmıştır. Bundan dolayı şark dünyasını konu alan bazı Hollywood filmleri hep burada çekilmiştir. Sarayın iç mekânlarında sütunlar, motif ve işlemeli kemerlerle, duvarlarda ince işçilikle bütünleşen sanat anlayışı görmeye değer. Saraydaki mimari unsurlarda Endülüs etkisi, bu kültür ve medeniyet ikliminin İspanyollara ne şekilde tesir ettiğini ispatlamaktadır.

Bu, adeta yenilgiye uğratılan bir medeniyetin kültürel zaferidir. Sarayın arka bahçesinde, insan boyunda yüksek servi cinsi çalılarının duvar gibi perdelenmesiyle içinde kaybolunabilecek labirent yürüme yolları vardı. Bahçe içinde birçok köşk ve irili ufaklı fıskiyelerin bulunduğu havuzlar yer alıyordu.

Şehirdeki Endülüs etkisi, yenilgiye uğratılan bir medeniyetin kültürel zaferidir

İstanbullular hatırlarlar, Beyoğlu'ndaki iki tarihi sinemanın ismi Elhamra ve Alkazar’dır. Bu sarayları gezince sinema isimlerinin neden saray isimlerinden seçildiği anlaşılmış oldu. Vadiülkebir nehrindeki köprüden geçerken Endülüslülerin hazine dairesi olarak kullandığı Altın Kule'yi selamlayıp, kalbimizi burada bırakarak Sevilla’ya veda ettik.