Hayatta sorulamayacak bazı sorular

ÖMER MUSA TARGAL
Abone Ol

Masanın karşı tarafında sessizce sohbeti dinleyene dönerek şöyle dedi: “Merhaba, nasılsın? Sen ne yapmayı seversin?” Karşısındaki tebessüm ederek cevap verdi: “İyiyim, çok teşekkür ederim. Elektronik müzikle ilgileniyorum.” Hemen araya girdim. “Ya bi’ dakika! Sen ne güzel bir soru sordun! İlk defa tanışıyorsunuz ve karşındakinin mesleğini değil, hayatta ne yapmayı sevdiğini sordun. Bu müthiş bir şey!” Her ikisi de gülüşmeye başladı.

Evet gerçekten çok güzel bir andı ve bu ayrıntının farkında bile değillerdi. Buenos Aires’te karşılaştığım bu güzel ayrıntı daha yoğun bir biçimiyle Montevideo’da yeniden karşıma çıkıyordu. Evlerinde dört gece misafir olduğum arkadaşlarımdan biri tiyatro, diğeri sinema ve bir diğeri ise müzikle ilgileniyordu. Ancak sektörde hayatlarını idame ettirebilecekleri bir iş bulamamışlardı. Bu nedenle tamamen alakasız işlerde çalışıyorlardı. Tiyatro yapan arkadaşım bir saç ekim merkezinde sekreter, sinemayla ilgilenen arkadaşım bir acil serviste danışma görevlisi, müzik yapan ise ilkokul öğretmeni olarak çalışıyordu.

Elbette sorun meşguliyetlerinde değil. Başkaları için zevkle yapılacak işler belki de. Ama mesai bitiminde tamamen farklı sosyal kişilikler olarak hayatlarına devam ediyordu bu insanlar. Beni misafir ettikleri sürece işleri hakkında neredeyse hiç konuşmadık. Çünkü sevdikleri şeyler hakkında anlatacak o kadar çok şeyleri vardı ki. Şimdi düşünüyorum da tanıştığımız kişilere mesleklerini sorarak onları bir kalıba sokmaya ne kadar da meraklıyız. Hele Türkiye gibi statülerin havada çarpıştığı bir ülkede belki de buna çok daha alışığız. Sevdiğiniz işi yapıyorsanız çok şanslısınız elbette.

Böyle bir örnekle de Şili’nin güneyindeki göller bölgesi, Puerto Varas’ta karşılaştım. Llanquihue Gölü’nün kenarına kurulmuş küçük bir şehir burası. Göl kenarından Osorno Volkanı da bulutların üzerine çıkan karlı zirvesiyle görülebiliyor. Konakladığım hosteldeki iki Fransız arkadaşa “Hadi bir şeyler yapalım!” dedim. “Yemeğe gidelim o zaman, sonra da göle ineriz” diye karşılık verdiler. Yemeğe başlarken sevdiğim üzere “Ne yapmayı seversiniz?” diye sordum. “Biz mesleğimizi çok seviyoruz!” diye cevap verdiler heyecanla. İş arkadaşlarıymış zaten. Latin Amerika’da üç aylığına gezmeye çıkmışlar. Konuşma terapisti olarak çalışıyorlarmış. Otistik çocuklarla ve alzaymır hastalarıyla ilgileniyorlarmış. 'Bana yaşadığınız en ilginç tecrübelerden bahseder misiniz?' diye sordum hemen. Altı yaşında otistik bir çocukla ilgilenmişler bir süre. Yürüyebilen ancak tuvaletini tutamayan ve konuşamayan bir çocukmuş. Dört aylık terapi sonrasındaki en önemli adım ise çocuğun gülmeyi öğrenmesi olmuş. Ailesi çocuğun ilk gülüşünü gördüklerinde ağlamaya başlamışlar. İçim titredi, göz yaşlarımı tutamadım onlar anlatırken. Hayal edin o ailenin sevincini. 6 yaşında ilk kez gülen bir çocuğun duygularıyla çarpın hem de. İnanılmaz bir “an” değil mi?

İlk defa tanışıyorsunuz ve karşındakinin mesleğini değil, hayatta ne yapmayı sevdiğini sordun. Bu müthiş bir şey!

Alzaymır hastalarının aileleriyle aralarında bağlantı kuruyorlarmış bir de. “Haftada bir hastanın hayat hikâyesini dinledikçe tekrar yazıyoruz” dediler. Belirli bir hatıraya odaklanıp oradan aileyi de hatırlama sürecine dahil etmeye çalışıyorlarmış. Bir hastanın çok sevdiği çiçeklerle dolu bir bahçesi varmış örneğin. O bahçede yaşananlar ve kişiler üzerinden hatıraları canlandırmaya çalışmışlar.

“Biz mesleğimizi çok seviyoruz!” diye cevap verdiler heyecanla. İş arkadaşlarıymış zaten. Latin Amerika’da üç aylığına gezmeye çıkmışlar.

Dünyayı toptan kurtarmaya gelmedik.

Herkes gibi ölüm anında elimi tutacak bir yakınım/sevdiğim olmasını isterim hep. Peki ya ailesini ya da sevdiklerini tanımayan bir alzaymır hastası ölürken kimin elini tutacak? Düşünün etrafında evlatları bekliyor son nefesini verirken. Ama o yabancı hepsine. O “an” çok acı değil mi?

Dünyayı toptan kurtarmaya gelmedik. Koca koca ideallerde boğulmadan elimizle en basitinden hem kendimizde hem çevremizde neyi güzelleştirebiliriz ya da iyileştirebiliriz ona bakalım. İnsanları gerçekten tanımak, hikâyelerini dinlemek için onlara hayatta ne yapmayı sevdiklerini soralım. Yaşamak için çalışmak zorundayız ama mutlu yaşamak için sevmek zorundayız. Hadi sevdiklerimizden bahsedelim! Peki sen ne yapmayı seversin?