İnsan kendini tanımadıkça herkes ona yabancı gelecektir

ÖMER MUSA TARGAL
Abone Ol

Tespihin ucundaki haç, aşağı doğru süzülüyordu her parmak hareketinde. Gözlerimi ellerinden onun gözlerine kaydırdım. Sanki hacdan yeni dönmüş Balıkesirli Pomak Nesibe Teyze gibiydi beyaz ve temiz yüzü. Başörtü tarzları aynı değildi ama Ege ağzını da yadırgamazdı bu yaşlı Rahibe Teyze diye düşündüm. Eminim her ikisi de hayatları boyunca tanrının adını bolca zikretmişti. Yıl 2011’di, Roma’daydım. Farklı dinlerden ve coğrafyalardan iki dindar teyzenin bu kadar benzeyebileceğine ilk kez tanık oluyordum.

Kahire’de ise Talat Harp Caddesi’nin arka sokaklarındaki kafelerde devrimci sosyalist gençlerle otururken bir anda ikinci ışık yandı zihnimde. Gittiğim ülkelerdeki sosyalist arkadaşlar neden bu kadar birbirlerine benziyordu acaba? Duruşlarından bakışlarına kadar hem de. Zihindeki düşüncelerin bu kadar yüze vurması mümkün müydü?

Çevremizdeki karakterlerin her birinin muadili farklı dillerde farklı ülkelerde karşımıza çıkmaya devam ediyor.

Tunus’ta çalıştığım dönemde de bir devlet dairesine işim düşmüştü. Sırada beklerken memurların yüzlerine odaklanmaya başlamıştım. Aman Allah’ım bu yüzler ne çok tanıdıktı. Sanki Ankara’da vukuatlı nüfus kayıt örneği için sıra bekliyordum. İnsanın meşguliyeti kılığına bu kadar mı yansırdı!

Sonra Hindistan’dan Nepal’e giderken saatler süren otobüs yolculuklarımdan birindeydim. Moladayken otobüse bir seyyar satıcı binmişti. Elindeki boya kitabını tanıtmaya başladı. Karşımda Neşeli Günler filmindeki Şener Şen’in jilet satma sahnesi yeniden dönüyordu sanki. Aynı ses tonu, aynı vurgular.

Buenos Aires’te bir halı dükkânının önünden geçerken yanımdaki arkadaşımı durdurdum. Bak dedim camın ardındaki adamı işaret ederek, Türkiye’deki bir halıcıdan farkı yok! Gözlüklerinin duruşuna kadar memleketimdeki Halıcı Ferhat’a benziyordu.

Peru Amazonlarında kaldığım günlerde nehrin karşısındaki komşularımızı ziyarete gitmiştik. Mandalina toplarken bulduk onları. Hemen ağacın tepesinden inip bir sepet mandalinayı yıktılar önümüze. Etrafına oturup muhabbet etmeye başladık. Ben birini bitirince hemen diğerini atıyordu bana Peru yerlisi teyzem. Sanki köydeki Hatçe Teyze karşımda “Utanma, yi yavrum!” diye sesleniyordu. Konuşma tarzı, misafirperverliği, samimiyeti, kıyafetleri. Nasıl da bu kadar aynıydı!

Gittiğim ülkelerdeki sosyalist arkadaşlar neden bu kadar birbirlerine benziyordu acaba?

Bebeği kucağındayken dünyadaki her annenin mimikleri birbirine benzer. Dünyadaki herkes benzer şekilde hıçkırır. Herkes hayal kırıklığına uğrar. Dünyadaki herkes felekten bir gün çalar. Dünyadaki herkes acıkır. Dünyaya gelmiş ve gelecek herkes hata eder. Şu bir gerçek ki beşeriyete dair değişen bir şey yok. Gündelik hayat bu! Çevremizdeki karakterlerin her birinin muadili farklı dillerde farklı ülkelerde karşımıza çıkmaya devam ediyor. Hislerimiz, endişelerimiz, ideallerimiz, inançlarımız, ihtiyaçlarımız, alışkanlıklarımız, mesleklerimiz... İçimizdeki ve dışımızdaki her şey bizi yoğuruyor. Kılık kıyafetimize etki ediyor, mimiklerimize yansıyor.

Bebeği kucağındayken dünyadaki her annenin mimikleri birbirine benzer

Hadi farklı bir yerden de bakalım. İnsanlar birbirine en çok ne zaman benzer? Elbette çocukken, daha yoğrulmamışken, toplumsallaşma tornasına girmemişken. Japon Animatör Hayao Miyazaki’nin Komşum Totoro’su ile İranlı Yönetmen Mecid Mecidi’nin Cennetin Çocukları filmlerini düşünelim. Miyazaki, Mei ve Satsuki’nin, Mecidi ise Ali ve Zehra kardeşlerin hikâyesini anlatmış. İki filmde de anneler hasta. Çocukların doğayla ilişkisi müthiş. Mei ile Zehra ne kadar çok birbirlerine benziyordu. Mei’nin annesine mısır götürmek için, Zehra’nın da abisi Ali’ye ayakkabılarını yetiştirmek için koşarken ki hâlleri gözümde aynı anda canlandı. Telaş ne kadar da insani bir duygu.

İnsanın dünyadaki mesaisi uzadıkça siyasi, kültürel, dini, sınıfsal ve toplumsal cinsiyete dayalı tüm kodları kuşanmaya başlar. Sonra da farklı ve belki de bazen biricik olduğuna kendini inandırmaya çalışır. Zihinsel duvarlar örer kendine benzemediğini düşündükleriyle arasına. Ancak ne kadar çabalarsa çabalasın gündelik hayat bizi birbirimize benzetir.

Aslında kişi karşılaştığı her ötekide, kendinin farklı bir suretiyle karşılaşacaktır. İnsan kendini tanımadıkça herkes ona yabancı gelecektir. Ya da bir başka yol daha var. Ötekine baktıkça benzeşen yüzleri, benzeşen hisleri ve benzeşen kalpleri görecektir.