İnsanın aşık halleri

CAN ACER
Abone Ol

Tanrı aşkı, vatan aşkı, millet aşkı, meslek aşkı, sinema aşkı vs. Aslında aşk olarak adlandırılan bu ilişki biçimleri sevginin formlarıdır. Aşk içinde cinsellik barındıran tek sevgi biçimidir fakat biz özellikle kavram soyutlaştıkça sevgi yerine aşk kullanmayı tercih ederiz.

Aşk da din gibi dünyanın kötülüklerle dolu sıradan akışının sonlandığı yerde rastlar öznesine.

Kadın ve erkek arasındaki aşk, görme merkezli, maddi bir evrende inşa ediliyor. Tanrı ise görünmez, seslenir. İnsana ve Tanrı’ya duyulan aşk arasındaki bir ayrım da bu duyusal önceliktedir. Tasavvufi manasıyla kulak gözden, işitmek görmekten üstündür. Göz bir veçheye bakar, diğer veçheleri algılayamaz. Kulak ise bütün veçhelere açıktır.

İlahi aşka geçiş, gözlerimizi kapatmış, kör Arap’ın karanlığında beklerken, sesi işitmeyi ummakla mümkün olabilir.

Geleneğin beşerî aşktan ilahi aşka geçişi kabulü, aşkın içinde dinin yerine ikame edilen bir şeylerin olduğunun da kabulüdür aslında. Aşkın din yerine ikame edilişi, dinin sosyal hayatın dışında kaldığı zamanımızda gelenekteki gibi bireysel bir tecrübe olmaktan çıkmış, toplum hayatının belirleyici bir görünümü olmuştur.

Aşk da din gibi dünyanın kötülüklerle dolu sıradan akışının sonlandığı yerde rastlar öznesine. Birinde bu özne kadın ya da erkek, diğerinde Tanrı’dır.

Âşık kişi dünyadaki kötülüğe en uzak yerde görür sevdiğini. Dindeki kötülük problemine benzer bir problemle karşı karşıyadır. Tanrı mutlak iyi olarak ahlaki kötülüğün olmasa da doğal kötülüğün doğrudan mesulüdür. İnsanın hastalıklardan, doğal afetlerden, ölümden vs. duyduğu acının sorumlusu Tanrı’dır. Sevgili de mutlak iyidir, tıpkı Tanrı gibi aşığın çektiği acıların sorumlusu olarak.

Tanrı bize ölümsüzlüğü vaat eder, aşk bize ölümü unutturur. Aksi taktirde ölümün büyüklüğü karşısında aşk öznesinin küçüklüğü (sadece bir kadın, sadece bir erkek) bizi absürde sürükler ve aşktan vazgeçerdik.

Zarar görerek birbirlerine yaklaşabilecek iki insan arasındaki sevgi, aşktır. Tanrı zarar vermez.

İman, kesin bilgiye ulaşamadığımız yerde başlar. Tanrı’nın varlığına dair somut kanıttan mahrum olduğumuz gibi bu hayatta Tanrı’nın bize karşı hükmünün ve rızasının ne olduğunu da bilemeyeceğiz. Âşık da kul gibi, umut dolu bir iman ve korku dolu bir şüpheyle sevilmeyi umar.

Tanrı bize ölümsüzlüğü vaat eder, aşk bize ölümü unutturur.

Her din, sadece o dinin mensuplarının layıkıyla anlayabileceği, ancak içeriden kavranabilecek bir bütündür. Ümmetin dışında olan anlamın da dışında kalmıştır. Ümmetten olmayan kişi gibi aşk dairesinin dışında kalan kişi de hakikate karşı katıdır. Shakespeare’in dediği gibi; “Yarayla alay eder, yaralanmamış olan.” Yunus’un dediği gibi; “Aşk neydiğin bilmeyen / ona gülegen olur.”

Andre Gide’in Dar Kapı romanında kadın kahraman Alissa Jerome’ye bir mektup gönderir. Mektubun son cümleleri kadın-erkek ilişkilerinin yıkıcılığını, Gide’in üslubuna çok uygun bir şekilde, erdemli bir sakinlikle anlatır: “Tanrı seni korusun, sana yol göstersin. Bir tek ona zarar görmeden yaklaşılabilir.” Ancak zarar görerek birbirlerine yaklaşabilecek iki insan arasındaki sevgi, aşktır. Tanrı zarar vermez.