İrfan Gürdal: Türk dünyasının insanları, müzik sayesinde birbirlerini hatırlayacak

ALİ OTURAKLI
Abone Ol

Türk Dünyası’nın müziği üzerine çokdeğerli çalışmalarda bulunan İrfanGürdal ile Türklerin müzikle nasıl birbirinibulabileceğini, hatırlayabileceğini,bu müzik üzerine nasıl ve nedendüşünmeye başladığını konuştuk.

1987 yılında Kültür Bakanlığı Devlet Türk Halk Müziği Korosuna katıldınız, ardından 1991 yılında kurulan İpekyolu Türk Müziği topluluğunu kurdunuz, Anadolu dışında yaşayan Türklerin geleneksel müzikleri ve çalgı aletleri konularında birçok araştırma yaptınız, Kültür Bakanlığı Türk Dünyası Müziği Topluluğu’nun sanat yönetmenliği görevini sürdürüyorsunuz ve Türk müziğine yıllarca katkı sağladınız. Hikâyenin başına gelecek olursak, Azerbaycan radyolarını keşfinize gelelim. Bu keşif nasıl oldu ve bu keşif sonucu nasıl harekete geçtiniz ve neler yaptınız?

Lise öğrenciliği yıllarında, Ordu Musiki Derneği'nde koro elemanı olarak görev yaptı.

Lise yıllarıydı. Memleketim olan Ordu’da radyo kanallarını kurcalarken Bakü radyosunu buldum. Azerbaycan’dan ve orada yaşayan Türk soydaşlarımızdan haberim vardı ama kültürlerine dair bir fikrim yoktu. Dilleri ve müzikleri bana çok ilginç ve cazip geldi. Tanıdık, bildik, anlaşılır ve bir o kadar da farklı. Fırsat buldukça müzik yayınlarını kasetlere kaydediyor ve sazla çalmaya çalışıyordum. Üniversite için Ankara’ya geldiğimde Azerbaycan Kültür Derneği ve Kırım Türkleri Derneği ile iletişime geçtim. Böylece Türk Dünyası müziklerine de ilk adımı atmış oldum. Bu derneklerin müzik ekiplerinde çalmaya başladım. Bu arada Türkistanlı sanatçı Sabir Karger’le tanıştım ve Orta Asya’nın müziklerine de ulaşmaya başladım.

Son yıllarda çoğu kimse sizi ''Diriliş Ertuğrul'' dizisi ile tanıdı. Ayrıca kült yapımlardan biri olan ''Derin Kökler''in etkileyici müziklerinde de imzanız var. Peki, sinemanın dışında, müziğiniz ile en çok üzerinde çalışmayı sevdiğiniz sanat dalı ve sizi en çok besleyen sanat dalı hangisi?

''Diriliş Ertuğrul'' dizisinin tanınmamda katkısı olduğu doğru. Medyada ve popüler kültürün içinde olmayınca maalesef sanatçının tanınması da zor oluyor. Yaklaşık 25 yıldır belgesel müzikleri yapıyorum. Enstrumantal beste tecrübesi açısından bana da çok yararı oldu. Sözlü eser besteleme çalışmalarım ise daha sonraları başladı. Ama beni en çok heyecanlandıran ve mutlu eden aktivite, canlı performans. Seyirci karşısında onların enerjisini hissederek yapılan icranın yeri çok başka. Alanımda beslendiğim kaynaklar ise tarih, eski edebiyat, mitoloji ve destanlarımız.

Bu sene sanatta 33. yılınız diye biliyorum. Bu 33 yılda farklı sazlarla bizleri tanıştırdınız veya bu sazların farkına varmamızı sağladınız. Gelecek projelerinizde bizleri farklı sesler veya enstrümanlar bekliyor mu?

Bu sıralar daha çok Anadolu’da eskiden kullanılmış fakat günümüzde unutulmuş olan çalgılarımız üzerinde çalışıyorum.

Şeşhane, ıklığ ve ikitelli gibi çalgıları yeniden imal ederek kayıtlarımda ve konserlerde kullanıyorum.

Bu sazların tınıları bizi Türk dünyasındaki soydaşlarımızla da yakınlaştırıyor, çünkü onlardaki çalgılarla oldukça benzer tınıları var.

Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesinde öğrenci olduğu yıllarda, Ankara Üniversitesi Türk Halk Müziği Topluluğunda müzik çalışmalarına devam etti.

Teknoloji ve bunun doğrultusunda bilgiye kolay ulaşılabilirlik kullandığınız sesleri ve müziğinizi etkiliyor mu?

Olumlu anlamda etkiliyor tabi ki. Stüdyoyu artık eve sığdırabiliyoruz. Ayrıca binlerce kilometre yol gitmeye gerek kalmadan dünyanın her yerindeki müzik örneklerine internet üzerinden ulaşmak mümkün. Yerinde incelemenin değerini elbette inkâr etmiyorum ama işlerin kolaylaştığını da kabul etmeliyiz.

Sizce, Oruç Güvenç ve Ayhan Songar’dan bugüne müziğimizde sizce neler değişti?

Bu ustaların başlattığı çalışmalar Türkiye’de alanında ilk idi. Onların bu çalışmaları yaptığı yıllarda Türk Dünyası siyasi pozisyonları gereği ulaşılması oldukça zor bölgelerdi. O şartlarda yapılan bu çalışmalar bence çok kıymetli. Orta Asya ülkelerinin Sovyet baskısı ve tecritinden kurtulmasıyla kaynaklara ulaşmak çok kolaylaştı. Günümüzde yapılan çalışmalar bu sebeple zenginleşerek gelişti.

Kazakistan’da yaklaşık 7 yıldır Türk Dünyası Müzik Festivali yapılıyor. O festivalde yer alan genç sanatçıları nasıl buluyorsunuz, sizi heyecanlandırıyorlar mı?

1987 yılında Kültür Bakanlığı Devlet Türk Halk Müziği Korosunda saz sanatçısı olarak göreve başladı.

Astana Arkau adıyla yapılan festival Türk dünyası geleneksel müziklerinin icra edildiği bir festival. İlk yıllarda bir sempozyum ile de destekleniyordu, daha sonraları sadece icraya yoğunlaştılar. Bu festivalde ben de dört kez yer aldım. İcracılığın yanı sıra sunuculuk da yaptım.

Türk dünyasının farklı bölgelerinden gelen müzisyenler genellikle gençler.

Bu gençler geleneksel müzikleri, geleneksel bir uslupla icra etmeye özen gösteriyorlar. Türkiye’de maalesef geleneğe sadakat bu kadar iyi değil. Festival bu anlamda Anadolu’dan katılanların ufkunu açmada da eğitici oluyor.

Bir röportajınızda atların Türkleri bir yerlere taşıdığını ve atlara vefa borcumuz olduğunu söylediniz. ''Atın Türküsü'' adlı albümünüz bu fikrinizi sizce nasıl tamamlıyor? Ayrıca AN-OK’u ve atınız Bulut ile olan bağınızı bize biraz anlatır mısınız?

At, Türk kültürünün hemen her alanında karşımıza çıkan bir figür. Avşar ozanı Dadaloğlu "Severim kır atı, bir de güzeli" diyor. At, Türk halkının sosyal ve kültürel hayatında çok önemli bir yere sahip. Bazen aileden sayılan bazen sevgili ile aynı derecede sevilen bir hayvan. "Kırat Samahı”nda olduğu gibi inanç alanında, "Cirit Havası"nda olduğu gibi sporda, "Askerler Marşı”nda olduğu gibi savaşta hep at var. Başka hayvanların da mitolojik ya da kültürel değeri olabilir ancak hiçbiri at kadar hayatın içinde olmamıştır. Bu yüzden biz Türklerin ata bir vefa borcu olduğunu düşünüyorum. Albümde de atın müzikteki etkisi ve yeri ön planda idi.

2009 yılında Atlı Okçulukla ilgili çalışmalar yapan küçük bir grubun içerisine dahil oldum. Ata ve atlı kültüre olan ilgim sebebiyle beni çok etkileyen bu faaliyetler kısa zamanda sporcu olarak işin içinde yer almaya kadar ilerledi. Ankara Atlı Okçuluk Kulübü (AN-OK) 2012 yılında kurduğum bir kulüp. Ata sporumuz olan atlı okçuluğu bir kültür olarak canlandırma ve yaşatma niyetiyle başlattığımız bu çalışmalar zamanla ülke çapında yayıldı. Atım bulut olmasaydı bütün bu işler olmazdı. Çok yardımını gördüm. 12 yıldır beraberiz. O benim için aileden biri.

Atölyenizde Türk Dünyası çalgılarını ve bunun yanında birçok şey üretiyorsunuz. Bunlardan biraz bahseder misiniz?

1991 yılında, İpekyolu Türk Müziği topluluğunu kurdu.

El işçiliğine çocukluğumdan beri ilgim vardı. Önceleri kendi çalgılarımı yaparak başladım. Daha sonra Türkiye’de temini mümkün olmayan dombıra, dutar, kemança gibi çalgıları üretme çalışmalarım oldu. Şimdi evimde bir atölye oluşturdum ve burada çalgıların yanısıra geleneksel Türk yayı, eyer vs gibi başka amatör çalışmalar da yapıyorum.

Türk Dünyasında müziğin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?

Popüler kültür, dünyadaki bütün ulusal kültürleri hızla birbirine benzetiyor. Türk dünyası da bu küreselleşmeden nasibini alıyor. Sovyetlerin dağılmasından sonra bu süreç biraz Türk halkının lehine işlemeye başladı. Sanırım gelecekte Türk dünyasının yakınlaşmasında ve kaynaşmasında müziğin çok önemli etkisi olacak.