Küçük insanın hâli

CAN ACER
Abone Ol

Küçük insanın hayatında entelektüel bir gerilime yer var mıdır? Devletle ilişkisi nedir? Toplumsal hiyerarşide belirli bir yeri var mıdır? Varlığı sınıfsal bir vaka mıdır yoksa sınıfları aşan bir davranış biçimi, hayat algısı mı bizi “küçük insan” ayrımına zorlar? Sözgelimi köylü ve küçük insan arasındaki fark nedir? Küçük insanın köylü-şehirli, sermayedar- işçi gibi bir toplumsal zıttı var mıdır? Trajik insanı küçük insanın zıttı olarak kabul edebilir miyiz? Yirmi birinci yüzyılın dijital insan toplumu küçük insanı içinde barındırabilir mi? Eğer dijital toplum içinde yeri yoksa elindeki tek sermayesi olan Garipvari neşesini varlık şartlarıyla birlikte yitirmiş bir nostalji midir küçük insan? Entelektüalizm ile küçük insan kavramı arasındaki bağlantı nedir? Halk ve küçük insan birbiriyle örtüşür mü, örtüşmüyorsa onu halkın diğer tabakalarından ayıran nedir? Sanat tercihlerini küçük insanın kimliğini belirlemede temel bir işaret olarak görebilir miyiz? Küçük insan tarihin belirli bir döneminde mi karşımıza çıkar yoksa zaman ve mekân kayıtlarından bağımsız bir insan gerçeği midir?

Bu sorulara Malinowski’nin Yabanıl Toplumda Suç ve Gelenek kitabında aktardığı, Trobriand Adaları’ndaki alan çalışmaları sırasında şahit olduklarından hareketle cevap arayabiliriz. Malinowski kendi klanından evlenmesi yasak olan ama bu suçu işlemiş Kimai adında bir gencin toplum tarafından dışlanması sonucu bir Hindistan cevizi ağacına çıkarak haykırışlarla intihar edişini aktarır. Burada Kimai tam bir trajik insandır. Onun haykırışı, uzlaşmaz çatışmaların arasında iradenin yaralı haykırışıdır. Peki, Trobriand Adaları’nda trajik insana rastlarken orada küçük insanı bulabiliyor muyuz? Bu sorunun cevabı küçük insanı ortaya çıkaran şartları nerede aradığımıza bağlı. Trajik insan, değer çatışmaları üzerinden insanlık acısının bilincine varan, belli çizgilerle toplumdan ayrışan benlik sahibi insandır. Küçük insanı bunun zıttı olarak görüyorsak eğer, o, her toplumsal sınıfta bulunabilecek, hatta çoğunluğu teşkil edecek psikolojik bir kategoridir.

Küçük insan tarihin belirli bir döneminde mi karşımıza çıkar yoksa zaman ve mekân kayıtlarından bağımsız bir insan gerçeği midir?

Psikolojik bir insan gerçeği olmanın ötesinde toplumsal bir sonuç olarak değerlendirildiğinde ise ona Trobriand Adaları’nda rastlayamayız. Çünkü küçük insanın görüntüsü sınıfsal tabakalaşma ile belirginlik kazanır. Komünal yaşamda çağımızdaki gibi keskin iktisadi ve kültürel ayrımları göremiyoruz. Mustafa Kutlu’nun küçük insanı için taşra-kent, muhafazakarlık-modernlik çatışması; Orhan Veli’nin küçük insanı içinse sermaye ve kent içinde bu sermayenin dışında kalmış yeni düzenin lakayt insanı arasındaki çatışma gerekir. Burası küçük insanın, yazar nezdinde halktan ayrıldığı yerdir. Her yazar kendi küçük insanını kendi yaratır ve onu genel kalabalıktan ayrıştırır. Mustafa Kutlu ve Orhan Veli’nin küçük insanları arasındaki ahlâk ve yaşam biçimi farkı bunun göstergesidir. Orhan Veli’nin küçük insanı alt tabakadan olmasına karşın Batılıdır ve yer yer züppeleşir. Kutlu’da ise geleneğin hem şehir içindeki hem de şehir yaşantısının motiflerini taşıyan kasabadaki varlık mücadelesidir. Dikkat edilmesi gereken nokta, Mustafa Kutlu’dan Orhan Veli’ye, Necatigil’den Sait Faik’e küçük insan, köylü değildir. Elbette köylünün anlatıldığı roman ve hikâyelerde de küçük insana rastlıyoruz. Fakat bu eserlerde köylü devletle ve sermayeyle karşılaşması sonucu küçük insanlaşır. Sabahattin Ali’de devletle, Orhan Kemal’de sermayeyle ilişkisi köylüyü küçük insan yapar. Nasıl Trobriand Adaları’nda küçük insanı bulamıyorsak bu ilişkilerin dışında kalmış bir köy hayatında da bulamayız. Salt köy hayatının anlatıldığı eserlerde tabiat karşısındaki trajik insanı, temel güdülerinin sebep olduğu toplumsal çelişkilerle görürüz genellikle. Tıpkı Kimai’deki gibi.

Küçük insan köylü olmadığı gibi entelektüel de değildir. Akçaburgazlı Yekta ile Orhan Veli şiirinin karakterleri arasında sınıfsal bir ayrım olduğunu düşünmeyiz. Buradaki fark hayatın dramını algılayış biçimindedir. Akçaburgazlı Yekta’nın dramı entelektüel bir dramdır. Küçük insanı merkeze alan hiçbir eserde göremeyeceğimiz huzursuz bir alanda devam eder Yekta’nın hikâyesi.

Küçük insanın görüntüsü sınıfsal tabakalaşma ile belirginlik kazanır.

Bugün küçük insanın daha az görünür oluşunu toplumda bu dramatik duyuşun artışında arayabilir miyiz? Bence hayır. Kalabalığın hayatı Akçaburgazlı Yekta gibi algılaması mümkün değil. Böyle bir toplum katlanılmaz olurdu zaten. Bu duyuş tarzı her zaman belli bir azınlığın tattığı cehennem meyvesi olacak. O hâlde küçük insanın hayatımızdan çekildiği yanılsaması içinde miyiz? Ya da küçük insan, artık başka biri olduğu yanılsaması içinde mi? Küçük insanın köylü ve entelektüel olmadığını söyledik. Köylünün toplumda yaşam alanı sürekli daralırken, devlet ve sermaye de bütün cesametiyle aramızdayken, küçük insanın hayatımızdan silinişinin sebeplerini yeni entelektüel sınıfın kimliğinde aramalıyız. Yeni entelektüel toplum adına düşünsel ve vicdani bir ıstırabı yaşayan çok yönlü entelektüelden farklıdır. Pragmatik görev noktalarında rol almaktan başka vasfı olmayan yetenekli oyunculardır aslında yeni entelektüel sınıf. Entelektüel gururları dışında elli yıl öncesinin rençberinden ya da nalburundan farkları yoktur. Bu sahte gurur onu küçük insandan ayıran belki de tek vasfıdır. Küçük insanın hayatımızda daha az görünür oluşu, yeni entelektüel sınıfın içinde bulunduğu yanılsamadan kaynaklanmaktadır. Büyüyen orta sınıfın yanılgısı da benzer bir yanılgıdır. Yeni entelektüeller ile orta sınıf vasatından doğan ve toplumun her yanına sirayet eden davranış kalıpları da küçük insanın suretini belirsizleştirmektedir.