Mahmud Derviş'in bıraktığı yerden: Marcel Khalife

ZEYNEP KANTARCI
Abone Ol

Başlangıçta müzik vardı. Anneyle her hafta gidilenkilisede çalan ilahilerin müziği, Kur’an-i Kerimayetlerinin, camiden sesi günde beş defa yayılanezanın müziği, balıkçıların arasında gerçekleşenalelade konuşmaların, kapı önlerinden gürültüylegeçen köylülerin, çingenelerin, Beyrut’un Amşitköyündeki mütevazı gündelik düzenin ve pektabii denizin, yerin, göğün, evrenin müziği...

Marcel Khalife, tıpkı müzik tarihine adını henüz hayattayken yazdırabilmiş pek çok müzisyen gibi, kendisine bahşedilen bir duyunun ve yeteneğin; duyma yetisinin henüz oldukça küçük bir yaşta farkına varmış. Her ne kadar sanatçı biyografilerinde -sanki bir başlangıcı ve sonu varmış gibi- “müzik hayatı” gibi terimler kullanılsa da sanatçının sanatını icra ettiği yaşantı, dünya algısından ve şahsi yaşam tecrübesinden elbette bağımsız olamaz.

1970'ten 1975'e kadar Beyrut'ta konservatuvar eğitimi aldı.

Mütemadiyen dinleyen, alımlayan ve biriktiren zihin, kendini bedende dışa vurur: Marcel Khalife duyduğu tüm bu seslerden öyle etkilenir ki dokunduğu her obje bir enstrümana, birer ses “üretme” aracına dönüşür. Masalara, sandalyelere, tabaklara ve hatta tencerelere vurarak kendi müziğini oluşturmaya çalışan çocuk, çıkardığı seslerle ailesine rahatsızlık vererek kendini en nihayetinde fark ettirir. Hâlihazırda çalışan, duramayan ellerini yönlendirmek amacıyla bir enstrüman alınır küçük Marcel Khalife’ye. Bir ud. Bu enstrümanı çalmayı öğrenebilmesi için onu köyün bir yerlisi ve emekli bir asker olan, müzikten ise az çok anlayan Hanna Karam’a yollarlar. İlk müzik hocası, üç ay geçtikten sonra ailesini arayıp: “Öğretebileceğim başka bir şey kalmadı, onu bir konservatuara gönderin.” diyecektir.

Annesini genç bir yaşta, bulaşıcı bir hastalığa yakalanması sonucunda kaybeden Marchel Khalife, bu ani ölüm ile bir çocuğun dünyasını oluşturan esas kişiyi ve müzik macerasının henüz başındayken en büyük destekçisini kaybeder aynı zamanda. Sanatçının yokluğa, kimsesize, düşküne olan duyarlılığının tohumunu kim bilir, belki de çocukluğunda yaşadığı bu büyük yitim atmıştır. Bir yanı yarım, yoksun kalmış bir çocuk olarak devam ettiği yaşamına müziğin ve şiirin girmesi anne hasretini ifade etmek için isabetli bir vasıtadır. Sözleri Mahmud Derviş’in on altı yaşındayken hapishanede bir sigara paketi üzerine karaladığı Anneme adlı şiirinden oluşan “I Long For My Mother’s Bread” parçasını gerçekten de hiç kimse Marcel Khalife’den daha içli söyleyememiştir.

1976 yılında, Al Mayadeen orkestrasını kurdu.

Arap dünyasını, Lübnan’da yaşanan krizleri ve İsrail’in Filistin’e sistemli olarak uyguladığı soykırımı kendine dert belleyen Marcel Khalife, bir entelektüel olarak da toplumdaki görevini ömrü boyunca etkin bir şekilde yerine getirmiştir. Üniversitede dersler veren sanatçı, kendini toplumdan soyutlamaz; fildişi kulelerine çıkmaz. Filistin’in milli şairi olarak bilinen Mahmud Derviş, bu manada Marcel Khalife’nin iç dünyasında oldukça büyük bir yer kaplayan bir aydın olmuştur. Topraklarını savunan Arap halklarını konu alan şiirler yazması, ona henüz yirmi iki yaşındayken “Direniş Şairi” unvanını kazandıran bir adamdır Derviş. Khalife, Şair Mahmud Derviş’in nüfuzlu kelimelerini kendi özgün tınılarıyla harmanlayarak yüzyılın en etkileyici seslerinden birini yakalar. Zulüm karşısında her zaman dimdik duran bu iki yürekli adamın davaları birleşince ortaya Passport, Promises of the Storm gibi güçlü, kendinden emin şarkılar ortaya çıkar.

  • “Dünyadaki tüm insanların kalpleri / benim milletimdir / O yüzden kurtarın beni bu pasaporttan.” (Pasaport, Mahmud Derviş).

Bugün dünyanın her yerinden çok sayıda insanın aşina olduğu bu seslerin amacına çoktan ulaştığı rahatlıkla söylenebilir. Bunda hem şarkı sözlerinin mahiyeti hem de Khalife’nin ürettiği müziğin niteliği elbette büyük bir etkendir. Ortak, üstün bir derdi ve ideali paylaşan bu şarkılara ud enstrümanında ve Orta Doğu’nun melodilerinde bulunan mistik, ağır hava baskındır. Ancak Khalife, bu kederli havayı batının daha masalsı, hafif bir rüzgâr gibi esen enstrümanlarını da ekleyerek müziğini sofistike kılmayı başarır.

Şair Mahmud Derviş'in

Sanatçı, doğu ile batı müziğini sentezler; yanık ud sesine burjuvanın timsalleri olarak anılagelmiş keman ve piyanoyu da ekleyerek yeni bir soluk, işitsel bir şölen oluşturur. Doğduğu kasabanın kimliği, Beyrut’un kozmopolit yapısı tarzına da tesir etmiştir. Arap ve batı müziğinin bütün imkânlarını kullanmakta tereddüt etmez; modernden antik müziğe değin çeşitli usuller kullanarak deneysel bir zeminde dolaşır. Katı, kuralcı ve geleneksel olmak yerine dışarıya, farklıya, alışılmadık olana her zaman açık kapı bırakıyor olmasıdır onu “Marcel Khalife” kılan. Farkına varılan ve takip edilen kimliğini, öncü kişiliğini, bir efsane hâline gelmiş ismini de bu cesareti sonucunda alır.

Arap halkının benimsediği bir isim demiştik onun için. Evet, halklar tarafından benimseniyor, son derece de yaygın bir biçimde dinleniyordu, fakat gizlice. Adaletsiz siyasetin, pervasız gücün, yaptırımı kişiye göre farklılık gösteren yasaların karşısında ve mağdurların yanında yer alması Marcel Khalife’yi iktidar sahipleri için tehlikeli bir isim kılmaya yetiyordu. 2005 yılında Serçe şarkısı Tunus’ta, I am Joseph, My Father şarkısının hakaret içerdiği gerekçesiyle kendi ülkesinde senelerce yargılanmasının üzerine birçok parçası Arap ülkelerinde yasaklandı. Devlet adamlarının, diktatör rejim başındakilerin hiçbir zaman sevmediği biri oldu Marcel Khalife. Bu, onun için ise yalnızca bir gurur kaynağıydı.

2005 yılında dünya barışına sağladığı katkılar nedeniyle UNESCO tarafından barış elçisi ödülünü aldı.

Başlıca Filistin Müzik Ödülü, UNESCO’nun Barış Sanatçısı unvanı, Lübnan’ın Kudüs Madalyası olmak üzere pek çok ödüle layık görüldü. İçinde kaynayan, varlığını direten sesi önce ailesini rahatsız etmiş ve böylelikle kendine bir enstrüman aldırabilmiş olan Marcel Khalife, tüm hayatını aynı sebat ve çağlayan bir iç-melodi ile, hakikatin, barışın, hürriyetin gücendirdiği kişileri huzursuz ederek geçirdi. Yıllar içerisinde ismi direnişin sembolü, şarkıları halkların şarkıları oldu; bağımsızlığın, gerçeği haykırmanın, tereddüt etmeksizin “Zulüm bizdense ben bizden değilim.” diyebilmenin, ırklardan, şehirlerden ve ülkelerden geçmiş bir adalet arayışının şarkıları…