Okumanın büyülü sonuçları hakkında gerçek bir rüya: Borges

YUSUF GENÇ
Abone Ol

‘Ayna başkasıdır’ diyerek yaklaşmış bir adam. Kitaplara oldukça ilgili bir babanın oğlu olarak 1899’da Buenos Aires’de doğdu. O zamanın Arjantin şartları, bu zamanın Arjantin şartları gibi. Zor tabii. Babasının kapısından dünyanın her yerindeki bütün genç entelektüeller gibi şiirin bahçesine giriyor önce. İspanyolcadan önce İngilizceyi, ondan daha önce şiiri. Öğreniyor. Okuyarak geçiyor bütün ilk gençliği. Okuyarak ve sadece okuyarak. Sürekli ve devamlı okuyarak. Daha soylu bir uğraş bilmeden durmadan okuyarak.

Jorge Luis Borges, Arjantinli öykü, deneme yazarı, şair ve çevirmen.

Sadece gençliği değil, kütüphanenin kıyısında geçen. Aslında bütün bir ömrü kitapların karşısında geçiyor. Kutsal kitapların, mitlerin, masalların ve efsanelerin kapısını o büyülü kütüphaneler açıyor ona. Çocukluğu ağaç tepelerinde değil, kitapların ve beyaz boş kâğıtların arasında daha çok... Okuduklarını taklit ederek yazmaya çalışıyor. On beşine henüz bastığında iki dili vardı ve ikisinde de okuyabiliyordu. Babası da ona satrancı, felsefeyi ve edebiyatı öğretti.

Kitap meraklısı babası elbette yazar olmak isteyen oğlunu destekleyecekti. Coşkuyla okumaya devam etti. 20 yaşında Wilde’ın Mutlu Prens’ini İspanyolcaya çevirdi. 23’ünde müstear isimle ilk roman geldi sonra: Ormanlar Kralı. 1914’te babasının tedavisi için ailesiyle birlikte Cenevre’ye gitti. Birinci Dünya Savaşı başladı ve olaylara karışmadan mutlu bir savaş dönemi geçirdiler. Kayıtlara geçsin. O sırada önce Fransızca sonra da kendi kendine Almanca ve Latince… Dilinin genişliği, dünyasının genişliği…

Savaşın bütün gürültüsü sona erdikten sonra 1919’da önce İspanya’ya, ardından 21’de Buenos Aires’e geri geldiler. Birkaç yıl sonra da ilk kitabını yayınladı. "Gerçek öykücülüğüm ilk kez 1933’te basılan Alçaklığın Evrensel Tarihi ile başlar" diyecekti yıllar sonra. Yakından tanıdığı serserileri, kabadayıları ve kaçakçıları, çocukluğunun geçtiği mahalleden biriktirmiştir. O her ne kadar 1933 dese de bugün bildiğimiz Borges, 1935’te ortaya çıkacaktır. Henüz farkında değildir ama "büyülü gerçekçilik"in ilk eseri ortaya çıkmıştır artık.

Büyülü gerçekçilik akımının önde gelen isimlerindendir ve gerçeküstücülük konusunda yazdığı denemeleri ile ünlüdür.

Yazan herkesin kaderinin bir şekilde buluştuğu yer, ona da değer: maddi sıkıntılar. 1937’de belediye kütüphanesinde işe girer: kendi cenneti! 1946 yılına kadar kitapların arasında hayatına devam eder. İlkini atlayabildikleri dünya savaşının ikincisinden uzak duramaz ama. Hem kendisi hem ailesi… İstifa etmek zorunda kalır. Ancak zaman hızlı akar. 1950’de Arjantin Yazarlar Birliği Başkanı olur. Peron’u deviren askeri yönetim Borges’i Milli Kütüphane Müdürlüğü’ne getirir. Hâlâ meşhur değildir ama kraldır.

Borges, 24 Ağustos 1899 tarihinde Buenos Aires'te dünyaya geldi.

Gizemli Kütüphaneci, onlarca dev esere rağmen 1960’lı yılların başına kadar neredeyse hiç tanınmıyordu. Beckett ile paylaştığı bir ödül, dünyada duyulmasını sağladı. Ödül sonrası namı cihana yayıldı elbette. Çeşitli üniversitelerde pek çok dersler, şunlar bunlar. 73’te Peron geri gelince o da geri gitmek zorunda kaldı. Geri: Cenevre’ye…

Doğdu. Kitap okudu. Dünyayı gezdi. Bazı olaylara karıştı, bazılarından uzak durdu. Seyahat etti ve ders verdi. Başka kitaplar da okudu. Sonra daha başkalarını. Bir sürü kitap yazdı. Notlar, öyküler, şiirler… Büyülü gerçekçiliğin iki babasından biri olarak yaşadı. Çok okudu. Kör oldu. Sonra yaşlandı. 1986’da 86 yaşındayken öldü. Alef’in yazarıydı, diyerek bu yazıyı başlamadan bitirebilirdik aslında. Alef’in yazarıydı diyerek bitirelim o hâlde.