Ölüm ile vahiy arasındaki mesafenin insanın gerçeklik algısını nasıl etkilediği inceleniyor

CAN ACER
Abone Ol

En büyük gerçeklik olan ölümü tecrübe edemeyiz. Her insan kısa ya da uzun bir ölme süreci yaşar elbette. Fakat ölümün cesametiyle, en keskin hamlesiyle gerçekleştiği an bizim de gerçeklik algımızın tükendiği, algı dünyasının dışına düştüğümüz andır. Bize olan, ama bizim içinde olamadığımız, kavraması güç, faili olmadığımız, bize ait bir eylem. Dolayısıyla bir gerçeklik olarak ölümün uzağındayız. Onun üzerine ancak düşünülebilir. İnsan bu gerçekliğe başkasının somut yaşantılarından ulaşır.

Bizim tecrübemizi aşan, başkasının somut yaşantısı üzerinden kavradığımız bir diğer büyük gerçek vahiydir. Ölümü tecrübe edemezken ölümle aramızda bir mesafe yoktur. Bize içkindir ama bilemeyiz. Vahyi ise bir mesafeden izleriz. Peygamber Efendimize (sav) mescitte, dizi bir sahabenin dizi üzerinde otururken vahiy inmiştir. Bazen vahyi bu kadar yakın bir mesafeden izleriz. Bazen de yüzyıllar sonrasından, bir anlatının içinden. Fakat mutlaka aramızda bir mesafe vardır. Ölümü de vahyi de tecrübe edemeyiz, müşahede ederiz. Deneyim alanımızın dışındadır ikisi de. Bizim dışımızda gelişen bir gerçeğin, deneyimin bedenimizin mekânı olduğu gerçeklik biçimleriyle arasında bir hiyerarşi var mıdır? Bu zor bir soru. Fakat ölümün ve vahyin insandaki gerçekliğinin sorgulanması açısından gerekli bir soru.

Bizim tecrübemizi aşan, başkasının somut yaşantısı üzerinden kavradığımız bir diğer büyük gerçek vahiydir.

Vahiy üzerinden sorarsak, vahyin bize ulaşan gerçeğinin bizdeki karşılığı, dünyanın bize ulaşan gerçekliğinin karşılığından daha büyük olabilir mi? Dünyanın bize ulaşan gerçeklerinden bahsederken zevk karşısında insanın unutkanlığını da düşünerek acılar üzerinden ilerleyelim. Çünkü acı da vahiy gibi birdenbiredir. Zevkler bize birdenbire olmaz. Bir sürecin ilerleyişidir zevk. Acı ise bir yumruk yediğimizde olduğu gibi dışarıdan ya da bir kusma hissi ile içeriden, birdenbire gelebilir. Bu sebeple acı ile gerçekliği daha kolay kurarız. İçine düştüğümüz durumun hızlı belirimi gerçeği daha bütünlüklü idrak edebilmemize sebep olur. O halde soru şudur: Vahiy, acının verdiği gerçeklik kadar tesir edebilir mi bir insana?

Vahiy, acının verdiği gerçeklik kadar tesir edebilir mi bir insana?

Vahiyle aramızda iman denen kategorinin mümkün olabilmesi için mesafe gereklidir. Bu mesafe Yaratıcı’nın var oluşuna inanma mesafemizdir. Bedenimize ulaşan fizik tesir ise var olduğumuzun reddedemeyeceğimiz bir işaretidir. Bu tesir var olduğum bilgisini daha güçlü idrak etmemi sağlar. Dolayısıyla bedenimdeki acının bendeki gerçekliği vahyin gerçekliğinden daha güçlü olacaktır.

Peygamberin imanının üstüne çıkılamamasının sebebini belki de vahyi acı denli somut tecrübe edişinde aramak gerekir. Devenin üstünde vahiy geldiğinde devenin ağırlıktan çökmesi, vahiy esnasında yüzünün solgunlaşması, hava soğuksa bile vahiy inerken terlemeye başlaması bu somut tecrübenin çeşitli halleridir.

Ölüm düşüncesinin uyandırdığı acının gerçekliği ile ölme süreçlerinin yahut bedensel acıların gerçekliğinin arasında da benzer bir ilişki vardır. Bedenin şimdisinin muhayyel bir sonraya galebe çalması muhtemeldir. Yine de insanın acıyı fark etmedeki yeteneği düşünüldüğünde tabiatta neden ölümün işaretlerini görmeye vahyin işaretlerini görmekten daha yatkın olduğu anlaşılır. Ölümün direkt bedene ilişkin oluşu, vahye nazaran dünyevi acıların gerçeklik derecesine daha yakın algılanmasına sebep olur.

*Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.