Ruh hallerimizin portreleri ya da sadece yaşamak: Mark Rothko

CELİNE SYMBİOSİS
Abone Ol

20. yüzyıl sanatının önemli isimlerinden ve Soyut Dışavurumcu akımın önde gelen üyelerinden Mark Rothko, canlı renklerden oluşan büyük dikdörtgen blokların hâkim olduğu basit ama güçlü sanat eserleriyle tanınır. Rothko, elli yıla yayılan kariyeri boyunca kendini renk, biçim, denge, mekânsal algı, düzenleme ve boyut gibi biçimsel unsurları titizlikle keşfetmeye adamıştır. Anıtsal resimleri, eserleriyle ilgilenenler için farklı ve benzersiz bir karşılaşma sunmaya devam ediyor.

  • Composition I, 1931.
  • Weber'in genç sanatçı üzerindeki en önemli etkisi, ona resim yoluyla duyguları ifade etmeyi öğretmesiydi. Akıl hocası tarafından Cezanne'ın eserleriyle tanıştırılan Rothko, temsili olmayan resmin yenilikçi görsel dilini araştırdı. Bu keşif, hayatı boyunca sanatsal yoluna rehberlik eden itici güç oldu. Geleneksel temsilden uzaklaşan Rothko, çocuk sanatındaki duygusal niteliklerden ilham alarak özneleriyle dokunaklı bir bağ kurdu.

Sanatsal uyanış

Asıl adı Marcus Rothkowitz olan Mark Rothko, 1903 tarihinde Rusya'da Yahudi cemaatinin yaşadığı bir bölge olan Dvinsk’de (günümüzde Letonya'da, Daugavpils) dünyaya geldi. Saygın bir eczacı olan babası Jacob Rothkowitz mütevazı gelirine rağmen çocuklarının iyi eğitilmesi için elinden geleni yapmıştı. Ancak Rothko'nun ilk yılları Yahudi karşıtı devrime denk geldi ve babası oğullarının Rus İmparatorluk Ordusu'na alınacağından korkarak Amerika Birleşik Devletleri'ne göç ederek Oregon'a yerleşmeye karar verdi.

1913’te babasını ölümüyle sarsılan Rothko, Lincoln Lisesi'ne devam ederken ailesinin geçimini sağlamak için çalışmaya başladı. Tüm zorluklara rağmen derslerinde başarılı oldu ve 1921'de Yale Üniversitesi'ni burslu olarak kazandı. Başlangıçta mühendis ya da avukat olmayı hedefleyen Rothko, Ivy League okullarının kampüslerinde yükselen siyasi olayların dalgası nedeniyle eğitimini yarıda bırakarak New York'a taşındı.

  • Entrance to Subway, 1938
  • Kariyerinin ilk döneminde resimlediği sokak ve metro sahneleri, yaşamın katı bir şekilde "gerçekçi" tasvirini sunmak yerine, şehir hayatının enstantanesini yakalamak ve mimari mekânın algısal deneyimini aktarmak üzerineydi. Giacometti’yi hatırlatan figürlerinde, sınırlı kentsel mekânlar içindeki bireylerin psikolojik dramına odaklanırken, konuyu ilkel bir şekilde ele alması sayesinde kendine soyut sanata giden bir alan oluşturmaya başladı.

Gecikmiş olgunluk

Rothko bir sanatçı olma kararını, New York Sanat Öğrencileri Birliği'nde (Art Students League) bir arkadaşını ziyaret ettiği sırada almıştı. SKYART Yirmili yaşlarına kadar müzelerden ya da sanat galerilerinden habersiz olsa da resim dünyası ile bu tesadüfi karşılaşma, kendi deyimiyle, düşünce yapısını derinden etkileyen derin bir "gecikmiş olgunluğa" işaret ediyordu. Bu dönüştürücü deneyimin ardından Rothko, çeşitli ufak tefek işlerle çalışırken bir yandan da ilk sanat eğitimi almak için Sanat Öğrencileri Birliği'nde Max Weber'in derslerine kaydoldu. Eş zamanlı olarak küçük bir ticari sanat stüdyosu olan New School of Design'da Arshile Gorky'den aldığı dersler bir sanatçı olarak gelişimini şekillendirmesinde çok önemli bir rol oynadı.

  • Tentacles of Memory, 1946
  • Rothko, sanatı yoluyla insanlarla doğrudan ve dile dayanmadan bir iletişim kurmanın peşindeydi. Bu nedenle Nietzsche'nin tanımladığı gibi sanat ve halk arasında bir ayrımın olmadığı kültürlerden ilham aldı. Nietzsche'nin Trajedinin Doğuşu adlı eserinde estetiğin karşıt ilkeleri olarak tanımlanan "Apolloncu" ve "Dionysosçu" fikirler, Rothko'nun çalışmalarında yankı buldu ve sanatsal ifadesine felsefi bir derinlik kattı.

Artık sergileme vaktidir!

1933 yılında itibaren, manzara, nü, portre ve kent sahnelerinden oluşan çalışmalarını Oregon ve New York'taki çeşitli galerilerde sergilemeye başladı. İki yıl sonra Louis Harris, Adolph Gottlieb, Ilya Bolotowsky ve Joseph Solman gibi sanatçılarla döneme hâkim sanatsal eğilimleri protesto etmek için bir araya gelerek "The Ten" isimli grubu kurarak ortak sergiler düzenledi. Ancak Büyük Buhran'ın toplumsal etkilerinin derinden hissedildiği bu yıllarda maddi olarak tek desteği, haftada on beş saatlik çalışma karşılığında Hazine Bakanlığı'na bağlı Works Progress Administration'dan (WPA) aldığı hibeydi.

  • No. 21, 1949.
  • Rothko'nun resimleri mitleri resmetmek için değil, trajedileri ya da dramları kendi içlerinde somutlaştırarak dinsel benzeri bir deneyim uyandırmayı amaçlıyordu. Bu Çoklu Formlar dönemi, olgun Renk Alanları (Color Fields) biçimini bulmasıyla tamamlandı. Mark Rothko, 1947'den itibaren izleyiciyi etkilemekten korktuğu için eserleri için geleneksel isimlerden uzaklaşmaya başladı ve onları ayırt etmek için sadece numaralandırdı.

1930-1950 arası ne oldu?

1940'ların başında Rothko'nun üslubu, sembolizme doğru önemli bir dönüşüm geçirdi. İkinci Dünya Savaşı döneminin toplumsal kaygılarından beslenen Rothko, gündelik hayatın alışılmadık biçimlerde tasvir edilmiş olsa bile artık modasının geçmiş olduğunu düşünüyordu. Sanatıyla insanlığın trajedisini aktarma ihtiyacı hisseden Rothko, yeni konuların ve yeni bir sanatsal dilin zorunlu olduğuna inandı.

Değişimin arkasındaki itici güç, İkinci Dünya Savaşı yıllarında sanatın merkezinin Paris'ten New York'a taşınması oldu. 1930'lu yıllarda başta Almanya ve İtalya gibi Avrupa ülkelerinde egemen olan totaliter rejimler birçok sanatçının ABD'ye göç etmesine yol açtı. Andre Breton, Yves Tanguy, Max Emst gibi sanatçıların New York'a iltica etmesiyle şehirde esen “Gerçeküstücü fırtına” Rothko’nun soyut kompozisyonlara yönelmesine yol açtı. Rothko bu kültürel dalganın etkisiyle mit, kehanet, arkaik ritüeller ve bilinçdışından alınan kavramlara yöneldi. Günlük dünyayı tasvir etmek yerine, dünya dışı bitki ve yaratıkları çağrıştıran "biyomorfik" formların yer aldığı hayali manzaralar resmetmeye başladı.

1940'ların sonunda Sürrealizm ve mitik imgelerden uzaklaşan Rothko, nesnel olmayan renk parçalı kompozisyonlara yöneldiğinde kendini eleştirmenler tarafından “Soyut Dışavurumcular” olarak tanımlayan bir grubun arasında önemli bir isim olarak buldu. Bundan sonra kariyeri boyunca geliştirmeye devam edeceği üslubunda figürler tamamen kayboldu ve bu yerlerini boşlukta asılı duran yumuşak kenarlı renk blokları aldı.

  • Orange and Yellow, 1956
  • Rothko’nun 1950'lerden sonra yaptığı klasik resimleri, giderek genişleyen boyutlar ve sadeleşen biçimle karakterize edilir. Tekniğinin görünürdeki basitliğine rağmen renk, ton ve dokuda istediği ince varyasyonları yaratmak için özenle üst üste bindirilen parlak boya katmanlarından oluşan dikdörtgen yüzeyler, ruha açılan birer pencere işlevi görerek izleyicileri içlerine bakmaya ve kendi duygularıyla ilişki kurmaya davet eder. Rothko, izleyicilerin bu duyguyu deneyimleyebilmeleri ve derin duyguları harekete geçirmekte için kendilerini tuvalden kırk beş santim kadar uzakta konumlandırmalarını önerir.

Son yıllar, son günler, son anlar

Rothko'nun olgun üslubu 1950'lerde zirveye ulaştı ve ismiyle özdeşleşen anıtsal boyutlardaki resimleriyle ünlenmeye başladı. 1961’de MoMA sergisiyle New York sanat sahnesinde önemli bir figür olarak tanıtılsa da resimlerinin yanlış anlaşıldığı endişesiyle sektörden uzaklaşmaya başladı. Resimlerinin belirli mekânlarda sergilenmesi yerine, eserlerine kalıcı mekânlar bulunmasını istiyordu. Bu endişe, Park Avenue'deki yeni Seagram binasında prestijli bir restoran olan The Four Seasons için duvar resimleri yapma görevini kabul etmesinden sonra iyice belirginleşti. Projede aylarca çalışmasına rağmen açılıştan önce parayı iade ederek projeden geri çekildi.

1960’larda kalp rahatsızlığı nedeniyle kötüleşen sağlığına rağmen olağanüstü eserler üretmeye devam ederken son dönem resimlerinde giderek daha fazla sadeliği ve ruhaniliği benimsedi; renk paleti derin bir iç gözlemi yansıtan kasvetli tonlara kaydı. Son yıllarını Harvard Üniversitesi’nde bir yemek odasına yapılacak resimler ve Teksas’ta yapılacak şapel gibi önemli projeler üzerinde çalışarak geçirdi. Ancak Rothko şapelin tamamlanarak eserlerinin yerleştirilmesine tanık olmadı. Yıllardır sağlığını ihmal eden ve peşini bırakmayan depresyona yenik düşen Rothko, 1970'te trajik bir şekilde kendi canına kıydı.

  • Seagram'ın Duvar Resimleri, 1958
  • Orange and Yellow, 1956 Seagram'ın Duvar Resimleri, 1958 Rothko’nun 1950'lerden sonra yaptığı klasik resimleri, giderek genişleyen boyutlar ve sadeleşen biçimle karakterize edilir. Tekniğinin görünürdeki basitliğine rağmen renk, ton ve dokuda istediği ince varyasyonları yaratmak için özenle üst üste bindirilen parlak boya katmanlarından oluşan dikdörtgen yüzeyler, ruha açılan birer pencere işlevi görerek izleyicileri içlerine bakmaya ve kendi duygularıyla ilişki kurmaya davet eder. Rothko, izleyicilerin bu duyguyu deneyimleyebilmeleri ve derin duyguları harekete geçirmekte için kendilerini tuvalden kırk beş santim kadar uzakta konumlandırmalarını önerir.
  • Rothko Şapeli, 1971
  • 1964 yılında Rothko, sanat koleksiyoncuları John ve Dominique de Menil'den önemli bir sipariş aldı. Teksas'taki St Thomas Katolik Üniversitesi kampüsünde yer alan mezhepsel olmayan şapelin duvarları için yaptığı on dört resim Rothko’nun başyapıtı olarak kabul edilmektedir. Her biri koyu mor, bordo ve siyah tonlarının hâkim olduğu zengin paletle karakterize edilen resimleri hem meditasyona elverişli çevrelemesiyle şapelin ruhani doğasını yansıtıyor hem de Rothko'nun son yıllarına damgasını vuran duygusal çalkantılara dokunaklı bir bakış sunuyor.