Sıradan hayatların ressamı: Andrew Wyeth

CELİNE SYMBİOSİS
Abone Ol

1940’larda Amerika’da soyut sanatın yükselişe geçmesiyle, kırsalı konu edinen resimlere olan ilgi azaldı. Andrew Wyeth buna rağmen geleneksel gerçeklik kavramlarına meydan okudu, kırsaldaki günlük yaşamını titiz ayrıntılarla resimleyerek kısa sürede 20. yüzyılda Amerika'nın en tanınmış ressamlarından biri hâline geldi.

Gerçekçilik

Andrew Wyeth, 1917 yılında, Pensilvanya’nın Chadds Ford kasabasında doğdu. Annesi Carolyn Brenneman bir ev hanımıydı; babası ise kuşağının en dikkate değer illüstratörlerinden biri olan Newell Convers Wyeth'ti. Ailenin en küçüğü Andrew’un çocukluğu, sık sık hasta olduğu için okul yerine evde eğitim alarak geçti. Bu sayede sanata olan yeteneği erken yaşlarda keşfedildi ve babasının rehberliğinde özellikle suluboya tekniğinde hızla ustalaştı. Erken dönem çalışmaları, Winslow Homer'ın (1836-1910) etkisindeki, Maine kasabası ve çevresini yansıtan kırsal manzaralardı. 1933 yılında bu çalışmalarıyla New York’ta Macbeth galerisinde açtığı ilk kişisel sergi izleyici tarafından büyük ilgi gördü ve "Büyük Bunalım" yılları olmasına rağmen bir gün içinde bütün resimleri satıldı.

  • Winter Fields, 1942
  • 1940 yılında 26-35 yaş arası tüm erkeklerin askere alınmasını gerektiren yasa yürürlüğe girdiğinde, Wyeth göreve alınmak için can atmasına rağmen doğuştan sahip olduğu yapısal pelvik bozukluk nedeniyle reddedildi. Savaş boyunca yaz aylarını Chadds Ford kasabasında geçirerek doğadaki şiddeti ve ölüm deneyimini incelediği bir dizi resim yaptı. Bu resimlerin savaşla olan ilişkisini, “Savaşı ifade etmek için tankları ve silahları resmetmek zorunda değilsiniz. Bunu ağaçtan düşen ölü bir yaprak olarak da resmedebilirsiniz” sözleriyle ifade etti.

Ani başarının getirdiği rahatsızlıklar

Elde ettiği bu ani başarı pek çok yetenekli sanatçı gibi Wyeth’i de rahatsız etmişti. Artık tek isteğinin bir sanatçı olarak kariyer yapmak olduğundan emindi ama suluboyanın çok kolay ve çalışmaları için kısıtlayıcı olduğunu hissetmeye başlamıştı. Yavaş yavaş babasının gölgesinden ayrılarak, kız kardeşi Henriette'in kocası olan ressam Peter Hurd'den (1904- 1984) öğrendiği yağlıboya tekniği üzerine yoğunlaştı. Tempera denilen bu eski teknik, sanatçının kendi boyalarını karıştırmasını gerektiren ve boyanın son derece hızlı kuruduğu zor yöntemdi. Ancak bu teknik ona renklerin birbiriyle karışmadan, üst üste yerleştirebileceği boya katmanları oluşturmasına imkân verdi. 16. yüzyıldan beri kullanılan, alışılmışın dışında, son derece zahmetli olan bu boyama süreci, Wyeth için avantajlıydı çünkü her bir ayrıntıyı titizlikle boyamasını sağladı. Artık, 20. yüzyıl modernizminin yok etmeye çalıştığı küçük dünyaları resimlemeye hazırdı.

  • Winter, 1946
  • Wyeth, 1945 yılında bir trafik kazasında babası N.C. Wyeth’i kaybetmesiyle daha derin, daha ciddi, daha yoğun resimler yapmaya başladı; paleti giderek daha sessizleşti, manzaraları çoraklaştı ve figürleri artık daha hüzünlüydü. Babasının ölümü ardından onun hiç portresini yapmamış olduğunu fark etmesiyle, resimlerine babasıyla ilgili bazı izler eklemeye başladı. Bunlardan biri, 1946 yılında yaptığı "Kış" isimli eserindeki gördüğümüz çorak tepeydi; çünkü babasını, Olson’ların evinin penceresinden gördüğü bu tepenin arkasında kaybetmişti. Birkaç yıl sonra yapacağı "Christina’nın Dünyası" resmi için de Kuerner Tepesi'ni kullanması tesadüf değildi.

1939 yılı çok güzeldi

1939 yılında hayatına babası kadar önemli bir başka karakter girdi. Sonradan eşi olacak olan Betsy Merle James, yıllardır yaz tatillerini aynı Wyeth ailesi gibi Maine kasabasında geçiriyordu. Wyeth bölgede resim yapmak için uygun bir yer ararken Betsy onu uzun zamandır arkadaşı olan Christina Olson ile tanıştırmak için, Atlantik Okyanusu'na uzanan bir burun olan Bird Point'te bulunan harap olmuş bir çiftliğe götürdü. Aslında Betsy, Christina ve onun çiftlik evi konusunda Wyeth’in nasıl davranacağını görmek istemişti; çünkü Christina, bedensel engeli nedeniyle komşularının bile uzak durduğu biriydi. Beklenenin aksine, Wyeth ile Christina’nın ilk buluşması, hayatları boyunca sürecek dostluğun başlamasına neden oldu. Wyeth, oldukça zeki, cana yakın, hayata boyun eğmeyen ve başkalarının kendine acımasına izin vermeyen bu kadından çok etkilenmişti. Kısa sürede Christina ve birlikte yaşadığı abisi Alvaro’nun güvenini kazanan Wyeth, üst kattaki yatak odalarından birini kendisi için stüdyoya dönüştürdü. Wyeth, sonraki yirmi iki yılının büyük bölümünü bu atölyede, Olson ailesinin sıradan hayatlarını belgelediği üç yüzden fazla eser üzerinde çalışarak geçirdi.

Wind From the Sea, 1947.

İkinci Dünya Savaşı boyunca kışlarını Maine, yaz aylarını Chadds Ford kasabasında geçirirken şiddeti ve ölüm deneyimini incelediği bir dizi resim yaptı. 1950'lerin ortalarında pop sanat, soyut sanat ve minimalizm gibi akımların yükselişe geçmesiyle eleştirmenler tarafından çağdaş kültürden kopuk biri olarak görülse de kırsaldaki manzaralarına ve modellerine sadık kaldı. Bununla birlikte müzeler, resmi kurumlar ve 1963 yılında kapak konusu olduğu Time gibi popüler dergiler tarafından takdir edilen önemli bir sanatçı hâline geldi. 1956'da Harvard Üniversitesi'nden fahri doktora unvanı aldı. 1977'de John Singer Sargent'ten bu yana Fransız Académie des Beaux-Arts'a seçilen ilk Amerikalı sanatçı oldu ve ertesi yıl Sovyet Akademisi'nin onursal üyesi seçildi. 1980'de Britanya Kraliyet Akademisi'ne seçilen ilk Amerikalı sanatçıydı.

  • Christina’s World, 1948
  • 1893'te Cushing'de doğan Anna Christina Olson’un yürüme bozukluğu ailesi tarafından keşfedildiğinde üç yaşındaydı. 1919'da bir süre hastanede yatmasına rağmen hastalığı teşhis edilemedi. Otuz yaşından itibaren yürümesi imkânsız hâle geldiğinde, tekerlekli sandalye kullanmayı reddetti ve elleri yardımıyla yerde sürüklenerek hareket etmeye başladı. Wheyt’in deyimiyle, "fiziksel sınırlarının, ruhunu sınırlamasına izin vermeyen" Christina’nın, New England kıyısında bir yengeç gibi sürünmesi, ressamın hayal gücünü harekete geçirmişti.

Spring (Portrait of Karl Kuerners), 1978.

  • Anna Christina, 1967
  • Christina'nın hayatından kesitler alarak, onun tüm hayatının özünü yakalamak için elinden geleni yapan Wyeth, kısa sürede sanat dünyasının dikkatini çekti. Wyeth artan şöhretiyle zengin bir sanatçı olduktan sonra Olson ailesine hediyeler teklif etmesine rağmen, Christina bunu şiddetle reddetti. "Christina’nın Dünyası" 1949’da Modern Sanat Müzesi (MoMA) tarafından satın alındı. 1968’de binlerce ziyaretçi Amerikan sanatının simgelerinden biri olarak kabul ettiği resmi görmek için müzeye akın ederken, resmin kahramanı çoktan evinin arazisine gömülmüştü. Christina’nın ardından terk edilen ev, ressamın çabalarıyla Farnsworth Sanat Müzesi’ne bağışlandığında Wyeth tek arzusunun Christina’nın yanında olmak olduğunu söyledi. 16 Ocak 2009'da uykusunda hayata gözlerini yumduğunda, babasını kaybettiği tepenin arkasına, Christina’nın yakınına gömüldü.

Amerikan Bölgeselcilik

ABD’de Kükreyen Yirmiler’den (Roaring Twenties) sonra, 1929 yılının sonunda iyice gün yüzüne çıkan Büyük Bunalım’ın sanat dünyasına etkileri kuvvetli oldu. 1930’larda bazı sanatçılar soyut biçimleri bırakarak gerçekçi anlatımlara yöneldiler. Grant Wood, John Steuart Curry ve Thomas Hart Benton gibi sanatçılar Amerikan Bölgesel Okulu’nu (Bölgeselcilik) oluşturarak, şehir hayatından uzak kırsal kesimin yaşamını örnekleyen eserler verdiler. Hareket 1940'larda II. Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle birlikte gözden düşmesine rağmen Andrew Wyeth’in kırsal manzaraları güçlü bir etki yaratmaya devam etti.

Brids (Portrait of Helga), 1979.

  • Evening at Kuerners, 1970
  • Wyeth’in komşusu olan Karl Kuerners, onun ailesi ve çiftliği hayatı boyunca resimlediği sıradan hayatlardan biriydi. Otobiyografisine göre Wyeth, Kuerner ailesinin küçük çocuklarının çok hasta olduğu bir akşam başlamış ve çocuğun bakıcısı Helga Testorf ile de ilk kez bu resim üzerinde çalışırken tanışmıştı. Helga, Christina Olson'un ölümünden sonra Wyeth’in en ünlü modellerinden biri oldu.