Suça iştirak etmeyen suç: Saramago

MERT MEVLÜT GÖKÇE
Abone Ol

Portekizli, ateist ve Nobel alan bir romancı. Belirli bir mesleği hiç olmadı. Ama uzun yıllar matbuat dünyasında çalıştı. Emeklilik yıllarını tamamen okuma yazma faaliyetine ayırdı. Uzun yaşamına ekonomik zorluklar da sığdırdı Kanarya Adaları’nda yaşamayı da. Aynı dili konuştuğu siyasiler onu hiç sevmedi. Ülkesinde rahat bırakmadıkları için kızıl bir sürgünden kurtulamadı hiç

Bu şizofren insanlık için Mars’a gitmek, komşuya gitmekten daha kolay görünüyor.”

Portekizli, ateist ve Nobel alan bir romancı.

Saramago sadece bir hikâye anlatıcısı değildi. Çünkü onun kitapları çocuk doğurur gibi yazılmış intibaı uyandırır. Plansız, sancılı ve birden. Oysa her kurgusunda düşünce tarihinin izleklerini sunar bize. Körlük romanında okur kara bir distopya bulur. Hâlbuki Saramago, Toplum Sözleşmesi fikrinin mimarı Jean-Jacques Rousseau’yla hesaplaşıyordur. Kabil romanında din felsefesinin jelibon kıvamında bir öğün olduğunu ispata çalışıyordur. Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş’ta Stoacılığın faniler için yayından kaldırılmış bir çizgi film olduğunu anlatıyordur.

Saramago, yazmanın bir suç olduğuna inanan bir yazar. Ama yazmak dışındaki diğer suçlara ortaklığı imkânsız hâle getirdiği için bu suçun sağaltıcı tarafına vurgu yapar hep. Bu tıpkı delilerin suçuna benzer. Delilerin en büyük suçu kendilerini tercih etmeleridir. Yazar da dünyadaki cari olan total kötülüğe itiraz ettiği müddetçe yerleşik düzenin dışına çıkar. Çünkü dünyalıların suçları yazara alelade görünmüştür. Yazarın suçu suçluların onu kendilerinden kabul etmemesidir.

Hayatın bize rüya kadar saçma gelmemesi tamamen alışkanlıklardır. Her gün sermayedarların biraz daha zengin olabilmesi için on saat mesai yapmak saçma gelmez insanlara da annemizle oyun havası eşliğinde bale yapmak saçma gelir. Biri gerçek biri rüya çünkü. Saramago rüyaların muhtemel gerçekliklerini kurgulayarak yazan bir romancı. Bu böyledir ama ya şöyle olsaydı acaba ne olurdu sorusu Saramago’nun bütün romanlarının çıkış noktasıdır desem, Doğu Perinçek hariç kimse itiraz etmez sanırım. Üzgünüm; Saramago ve ben Çin devrimine inanmıyoruz.

Portekizli, ateist ve Nobel alan bir romancı.

Saramago sadece bir hikâye anlatıcısı değildi. Çünkü onun kitapları çocuk doğurur gibi yazılmış intibaı uyandırır. Plansız, sancılı ve birden.

Körlük romanında okur kara bir distopya bulur. Hâlbuki Saramago, Toplum Sözleşmesi fikrinin mimarı Jean-Jacques Rousseau’yla hesaplaşıyordur. Kabil romanında din felsefesinin jelibon kıvamında bir öğün olduğunu ispata çalışıyordur.

1998 yılının dünya tarihinde önemli bir yeri var. Zira o yıl Saramago dünya edebiyat tarihinin vicdan manifestosunu açıkladı. Nobel ödülünü aldığı gece unutulmayacak bir konuşma yaptı büyük yazar: “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi bundan tam 50 yıl önce bugün imzalandı. Kutlama törenleri hâlâ sürüyor. Ama bilirsiniz, ilgi zamanla azalır. Ortaya ciddi konular çıkarsa, toplumun ilgisi olayın henüz ertesi gününde bile azalabilir. Yine de bu anma törenlerine karşı değilim. Ben de birçoğuna en ılımlı hâlimle katıldım. Eğer uygunsuz, demode ya da tedbirsiz bulmayacaksanız, buna birkaç şey daha ekleyebilirim. Bu 50 yılda, hükümetler ahlaken yapmaları gereken her şeyi yapmadılar elbette. Haksızlıklar çoğaldı, eşitsizlikler arttı, cehalet büyüdü ve mutsuzluk yayıldı. Kayaların yapısını incelemek için başka bir gezegene araçlar gönderebilecek kapasitede olan bu şizofren insanlık, milyonlarca insanın açlık nedeniyle ölmesinden fütursuzca bahsedebiliyor. Mars'a gitmek, komşuya gitmekten daha kolay görünüyor. Kimse kendi görevini yerine getirmiyor. Hükümetler de. Çünkü bilmiyorlar ya da yapamıyorlar veya istemiyorlar. Ya da dünyaya gerçekten hükmedenler onlara izin vermiyorlar. Dünyaya hükmeden bu çokuluslu ve çok kıtalı şirketlerin tartışmasız bir şekilde anti-demokratik olan güçleri, ideal demokrasiden geriye kalan her şeyi yok etti. Biz vatandaşlar da kendi görevlerimizi yerine getirmiyoruz. İnsan haklarının gerektirdiği görevler simetrik dağılmadan, bu haklar varlık gösteremez. Hükümetlerin bunu önümüzdeki 50 yılda başarması da beklenmiyor. Bu yüzden vatandaşlar olarak sesimizi yükseltmeliyiz. Haklarımızı talep ederken nasıl coşkunsak, yine aynı şekilde, görevlerimizin sorumluluğunu almalıyız. Belki bu sayede, dünya biraz daha iyi bir yer hâline gelir.”

Saramago’yu yazdıkları ve yazmadıklarıyla çok seviyorum. O bir yazarın eylem adamı olmasını ihmal edilemez görüyordu. Filistin’e gidip İsraillilerin gözlerinin içine bakıp Filistin aktüel bir Auschwitz’tir diyebilmişti. Her fırsatta politik söylemi tercih ediyordu. Her çeşit dünyayı değiştirme talebinin bir siyaset olduğunu biliyordu. Yaşadığı dünyanın alçak hâline acıyor ve öfkeleniyordu. Hükümetleri kurumsal inançları para ilişkilerini umursamıyordu. Dünyayı umursamamanın dünyayı değiştirmeyle ikiz kardeş olduğunu bilerek hem de.

Bir şeyin başını düşünmeye başlamışsak sonu yakındır. Saramago belki bu sebeple her kurgusal metinlerini sona ait çeşitli ipuçlarıyla örmüştür. Akışı bozmamak için virgül ve nokta dışında kesinlikle noktalama işareti kullanmaz. Flashback’lerle ilerlemez onun zamanı. Ama okurken bulmaca çözüyormuşçasına garip bir mutluluk hissine kapılmamak elde değildir. Tahmin edilemeyen bir sonu birlikte inşa ediyor gibidir okur onun romanlarında.