Susmanın tarihi: Zen

Z. HİLAL KARATAŞ
Abone Ol

Hep bir yerlerden duymuşuzdur bu kelimeyi. Biraz mistik, biraz sihirli biraz şehirli gibi gelmiştir bize. Zen ismi, meditasyon anlamına gelen Sanskritçe “dhyana” teriminden gelir. Kökeni Hint Budizm’ine kadar uzanır. Sonrasında Hindistan’dan Çin’e geçen bu okul, burada Ch’an, Japonya’da ise Zen adını alır.

Zen’in en önemli tezi öğretisinin sözle aktarılamayacağıdır. Efsaneye göre Buddha, bir gün elinde bir çiçekle öğrencilerinin önünde konuşmadan oturur. Vaazın başlamasını bekleyen öğrencilerden yalnızca biri Kasyapa, Buddha’nın mesajını anlar ve gülümser. Böylelikle Zen, Kasyapa’ya geçer.

Zen’in en önemli tezi öğretisinin sözle aktarılamayacağıdır.

Kaspaya’nın 28. kuşaktan öğrencisi olan Bodhidharma ise Zen’i Çin’e taşıyan isim olmuştur. Kendisinden önce buraya gelen yüzlerce Hintli ve Orta Asyalı keşişe rağmen Buddha’nın öğretilerini aktarmada kendisi en başarılı kişi olur. Yaşamı boyunca yalnızca birkaç müridi olması ve yalnızca müritleri tarafından tanınması, milyonlarca Zen Budist’in atası sayılmasını engellemez. Yalnızca Zen değil Kung-fu ve çayın da onun sayesinde Çin’e geldiği düşünülür. Bu konuyla ilgili anlatılan efsaneye göre Bodhidharma Zen meditasyonları sırasında uykuya dalmamak için göz kapaklarını kesmiş ve göz kapaklarının düştüğü yerde çay yaprakları bitmiştir. Kendisinden neredeyse yüz yıl önce gelen keşişlerden daha başarılı olmasının sebebi Zen yaklaşımının onlardan farklı olmasıdır. Önceleri Zen, zihnin arınması veya Budalığa giden yoldaki bir aşama olarak görülürken, Bodhidharma’dan sonra gündelik zihinle bir tutulur. Müritler zihinlerini arıtmak yerine kaya duvarlarına, kaplan ve turnaların hareketlerine, içi boş kamışlara yönlendirilirler. Zihinler; kurallardan, translardan ve yazıtlardan kopartılır. Zen tarafından kendiliğindenlik ve bağlanmama teşvik edilir. Bodhidharma’dan sonra yerine müridi Huike geçer. Altıncı ve son pir olan Huineng (638-713), Zen tarihindeki büyük isimlerden biridir ve günümüzde var olan okullar kendisini üstatları olarak kabul eder. Bu tarihten sonra ise Zen Budizm, Çin’de hızla yayılır ve aynı zamanda birçok kola bölünür.

Zen’in en önemli tezi öğretisinin sözle aktarılamayacağıdır. Efsaneye göre Buddha, bir gün elinde bir çiçekle öğrencilerinin önünde konuşmadan oturu

Zen, 12. yüzyıldan itibaren Japon kültürüne kök salar ve en yaratıcı şeklini burada bulur. İlk olarak 1191 yılında Japon Zen ustası Eisai tarafından kurulan Rinzai okulunda özellikle yoğun olarak Samuray sınıfında yayılır. Öğrencisi Dogen’in kurduğu Zen okulu ise günümüzde 14.700 tapınağı ve 7 milyonu aşan takipçisiyle en büyük Zen gruplarından biridir. Onlar için Zen Yolu, içe baktıkça dışın anlaşılmasının yolu ya da bilinen tüm amaçlardan, bilgiden, düşünceden geçmiş ve gelecekten kurtularak şimdi-şu anda iç’te olanın farkındalığıdır. Ayrıca Zen’de doğmadan önce insan ile evrenin bir olduğuna inanılır. Doğumla insan birlikten kopar ve evrenle bir olduğunu fark etmediğinde korkuları olur.

Zen, kökeni Hindistan'daki Dhyana okuluna kadar uzanan bir Mahāyāna Budist okulunun Japoncadaki ismidir.

Yaşam ve ölüm ona göre aynı şeydir. Zen’e göre bu gerçek fark edildiğinde ne ölüm korkusu, ne de yaşamda gerçek bir zorlukla karşılaşılır.

Bugün Zen meditasyonuna bakıldığında ne kutsal gizemli bir ayin ve ne de insanüstü yeteneklere varılacak bir “erme-ulaşma şeklidir”. Sadece oturmak anlamına gelir. Zihnin, otururken geçmiş ve gelecek arasında sürekli olarak sıçrayıp durmasının önüne geçip, içinde bulunulan anın farkında olmaktır. Belki en zor kısım da budur. Hayatın olanca koşuna, sessizlik ve hareketsizlikle karşılık vermek…