Tuhaf olan onlar!

SKYROAD
Abone Ol

Sürmeli bizim eve gelmeden önce, baş deveymiş. Katıldığı güreşlerde rakibini yıkar geçermiş. “Ben de kuru üzüm, kuru incirle beslensem, tuttuğumu yıkarım” diye gülerek anlatırdı babam onun macera dolu günlerini.

O sabah babam beni erkenden uyandırdı. Gemilerin getirdiği yükü taşımak için Beykoz sahiline gideceğimizi söyledi. Pencereden baktım, gece hafif hafif yağan kar, bahçemizi beyaza bürümüştü. Annem çoktan sobayı yakmış, sofrayı sermişti. Kahvaltımı yapıp, Sürmeli’yi hazırlamaya çıkan babamın yanına gittim. Sürmeli benim tek arkadaşım. Ahıra gittiğimde babam, Sürmeli’nin sırtına havutu çoktan bağlamıştı. Sürmeli bizim eve gelmeden önce, baş deveymiş. Katıldığı güreşlerde rakibini yıkar geçermiş. “Ben de kuru üzüm, kuru incirle beslensem, tuttuğumu yıkarım” diye gülerek anlatırdı babam onun macera dolu günlerini. Sürmeli bir gün rakibiyle güreşirken birden inat edip dövüşmeyi bırakınca sahibinin gözünden düşmüş. “Yeni evliydim, ben de doğru dürüst bir iş tutturamadığım için hanımın gözünden düşmek üzereydim” der hikayenin bu kısımda babam, annemin gözünün içine bakarak. Annem susar, bir şey demez. Neyse, sahibi Sürmeli’yi kasaba satmayı düşünürken, cebindeki üç beş kuruşla ona talip olmuş babam. Yük taşır, evimin geçimini sağlarım deyip yularından tutup eve getirmiş.

O gün bugün bizimle Sürmeli. Bazen yük taşırken babama inat ettiği olur ama bana hiç inat etmez. Yük taşırken bir yetişkine benzeyen yüzü ben onu bahçede sağa sola çekiştirirken yaramaz bir çocuğun yüzüne benzer. Hava soğuktu, ceketime sarındım, yola düştük. Sürmeli üşümez, ben üşürsem beni bile ısıtır onun kürkü. Babam beni Sürmeli’nin sırtına oturttu, kendi de arkama oturdu. Gittiğimiz yoldan henüz kimse geçmemişti, Sürmeli’nin ayak izlerini ardımızda bırakarak bir saat kadar yol aldık. Şehre yaklaşınca, yük gemisinin geleceğini haber alan başka deve sahipleriyle karşılaştık. Beykoz’a yanaşınca, ben inip yürüyeyim dedim babama. Yerler buzdur, kayarım diye önce izin vermek istemedi babam. Deve gibi inat edince mecbur kaldı indirdi. Tuttum hemen Sürmeli’nin yularından, öyle girdim şehre.

Şehirdeki çocukların tam da okula gitme vakti şimdi. Onlar, beni bir devenin sırtında ne zaman görseler tuhaf tuhaf bakarlar. Babamın bir devenin sırtında olması tuhaf gelmez ama benim olmam... Tuhaf olan onlar. Utanmam utanmasına da, beni çocuk gibi, arkadaş gibi görmemelerine üzülürüm. Belki onlara yukarıdan baktığım için beni yadırgıyorlardır diye düşünüp, şehre girince Sürmeli’nin sırtından hemen inerim. Bir devenin sırtına oturamaz o çocuklar. Hörgüçlerinden de korkarlar. Sürmeli’den korkulur mu be? Tuhaf. Halbuki bilseler, Sürmeli çocuklara inat etmez hiç. Bilmezler. Sadece büyüklerle inatlaşır Sürmeli.

İşte tam o sırada, önde ben, arkada babamla Sürmeli Beykoz sokaklarında ilerlerken devemiz homurdanmaya başladı. Ne oluyor demeye kalmadan babamı sırtından attı. Meğer arkamızdan yanaşan deve, yıllar önce Sürmeli’nin güreşin ortasında inat edip geri çekilmesiyle galip gelen deveymiş. Meğer Sürmeli, deveyi görür görmez hatırlamış, yularını tutan da ben olunca güreşmeme inadını bırakmaya karar verip… Kızılca kıyamet koptu, çarşı birbirine girdi. Sürmeli’nin böğürtüleri yük gemilerinin sirenlerini bile bastırıyordu. Çocuklar, koca koca adamlar, kadınlar korkuyla sağa sola kaçıştılar hatta babam bile. Sürmeli’ye sadece ben yaklaşabildim. Her zamanki gibi konuştum onunla, yaklaştım, yularını çekiştirdim, her zamanki gibi dinledi. “Yanlış anlamışım” der gibi yaramaz çocuklar gibi baktı hatta. Babamı da diğer deveyi de Beykoz’u da kurtardım. Diğer çocuklarsa benden iyice uzaklaştı. Sürmeli’nin beni görünce inadının kırılması, bir deveyle bu kadar iyi anlaşmam tuhafmış güya. Tuhaf olan onlar! (Beykoz’un ünlü fotoğrafçısı Foto Hayri’nin arşivinden, 1970’ler)