'Yanlış' yolda olmak

ÖMER MUSA TARGAL
Abone Ol

Çok sevdiğimiz bir insanın yanlış yolda olduğunu düşünüyoruz. Belki üzülecek, pişman olacak ya da arafta kalıp yolunu tümüyle kaybedecek. Nasıl davranmamız gerekirdi?

Elbette bu konuda muhatabınızın yakınlık derecesi çok önemli. Ancak ben her durumda şöyle bir yol izlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bir kere tavsiye verecek kişinin yolunun doğru olduğu tartışmalı. Siz yolunuzu kendi hayat tecrübeniz üzerinden seçtiniz ya da seçtiğinizi düşünüyorsunuz. İçine doğduğunuz coğrafya, din, dil, cinsiyet, sosyal sınıf, aile ve hatta hazır gelmiş ya da sonradan kazanılmış korkularınız, doğru kabul ettikleriniz üzerinde direkt etkili. Dünyaya bir fırlatılmışlık hâlimiz var malum. Ancak düşülen yerde paket halinde yüklenmiş sanki saydıklarımın her biri.

Sevdiğimiz kişi kararını verdikten sonra onunla yalnızca tek bir konuşma hakkımız vardır.

Sevdiğimiz kişi kararını verdikten sonra onunla yalnızca tek bir konuşma hakkımız var. Eğer bahsedilen yoldan, ola ki yakınından -ki aynı olması imkânsız- daha önce yürüyüp tecrübe etmişsek belki iki. Bunun dışındaki her ikna denemesi güven kaybına, uzaklaşmaya, zorlamaya ve samimiyetsizliğe yol açacak. Israr, samimiyetsizlik doğurur. Ha bir de oldu ya, hata diye gördüğümüz şey bir gün karşımıza doğru diye çıkarsa ne ederiz. Yüz yüze bakabilelim. Hayat bu!

Karşımızdaki kararını vermişse artık yapacağımız belli. Şöyle desek nasıl olur: “Ben yanlış yolda olduğunu düşünüyorum. Çünkü ben hayata böyle bir noktadan bakıyorum. Normlarım şunlar. Ancak bu senin kararın, senin yolun ve senin hayatın. Bu yolun sonunda ya da yoldayken ayağına bir taş değer ya da düşersen, seni ilk kaldırmaya koşan ben olurum. Pişman olursan, sana ilk sarılan da. Olur da fark edemezsem bile, n’olur benimle konuş, haber ver. Yardımcı olmama izin ver. Sakın ha çekinme! Eğer bu yol seni mutlu ederse, yolun sonu benim değerlerime ters olsa bile seninle sevinmeye de hazırım. Çünkü ben seni seviyorum. Ben seni gittiğin yol için değil, sen olduğun için seviyorum. Aramızdaki bağ insani.”

Hayatta olmakla hayatı yaşamak farklı şeyler. Hatalarımız bizi biz yapıyor. Belki daha da yaşıyor hissettiriyor, kimliğimizi oluşturuyor. İtiraf edeyim, hiç hata yapmayan ya da yapmıyor görünen insanlardan çekiniyorum. İngiliz yapımı Fleabag adlı dizide şöyle bir cümle duymuştum: “İnsanlar hata yapar. Bu nedenle kurşun kalemler tepelerinde silgiyle üretilirler.”

Hatalarımız bizi biz yapıyor. Belki daha da yaşıyor hissettiriyor, kimliğimizi oluşturuyor.

Evet insan hata yapar. Bile isteye de yapabilir bunu. Bu bir tercih. Aldığımız bir kararın sorumluluğunu üstlendiğimiz sürece bir sorun yok. Sorumluluğu dışsallaştırıp başkalarını suçlamaya başladığımız anda işler karışıyor. Bu noktada tutarlılık ortadan kalkıyor. Bile isteye yanlış yolu tercih edip bunun sorumluluğunu tümüyle üstlenen insanlar da tanıyorum. İşte bu noktada yazının başındaki soruyu insan kendine soruyor: “Belki üzülecek, pişman olacak ya da arafta kalıp yolumu tümüyle kaybedeceğim. Bu sorumluluğu alıyor muyum?”

Hayatının büyük bir kısmında kendisinden beklenildiği gibi hep ‘doğru' kararlar almış insanlar var. Bir gün aynada kendilerine bakıp şöyle diyorlar: “Bu kararları gerçekten ben mi aldım? Evet herkes benim başarılı olduğumu düşünüyor. Yerimde olmak isteyen binlerce insan var. Saygınlık kazandım. Yaşıtlarımdan çok daha önce her şeye sahip oldum. Peki hayatımın ne kadarı üzerinde gerçekten benim imzam var? Ne kadarını kontrol edebiliyorum? Beni ben mi kurdum yoksa çevremdekilerin beklentileri mi? Gerçekten istediğim bu mu?”

Bugüne kadar öğrendiklerinin, kabul ettiklerinin tamamen dışında bir yola girebiliyor insan.

İşte o anda bugüne kadar öğrendiklerinin, kabul ettiklerinin tamamen dışında bir yola girebiliyor insan. Bile isteye seçilen bir ‘yanlış yol’ diyor başkaları buna. İnsanın seçtiği yanlış yolu bile kendisinin seçtiğini düşünmesi aslında onu büyüleyen. 'Bunu ben seçtim!' diyebilme arzusu. Bu seçim onu özgürleştirebileceği gibi tepe takla da edebilir. Bir hazzın ya da özgürlük hissinin bağımlısı haline de getirebilir. Ancak evet, bu onun seçimidir. İşler kötü gittiğinde kendimizle konuşabiliyor, kendimizi affedebiliyor ve en önemlisi kendimize merhamet edebiliyor olmamız lazım. Kendine karşı samimi olamayan, kendine merhamet edemeyen, kendini sevemeyen kişi, hiç kimseye yardım edemez.

Eğer bu konuda bir eksiklik yaşanırsa işte yazının başında bahsettiğim bizi seven insanlar hemen devreye girmeli. Başkalarından yardım isteyememek de bir kibir göstergesi malum. Yelkenleri indirmek lazım. İnsan, insana muhtaçtır derler. Başta kendimiz olmak üzere, 'Ben demiştim!’ demeden elini uzatan, sarılan insanların sevgisiyle dolsun kalbimiz ki rahat rahat kendimizi ‘yanlış’ yola bırakabilelim, ağız tadıyla pişman olabilelim. Her şekilde ‘yanlış’ yolda olabilmeyi seviyorum. Acısıyla tatlısıyla bizi biz yaptığı için.