Sahibinden Rahmet: Mülkiyetle ilişki neyimiz olur?

ZEYNEP KARACA
Abone Ol

Sahibinden Rahmet filmi, mülkiyetle hayat arasındaki ilişki üzerine düşünmek için bazı kapılar açıyor. Belki de en temel ilişki biçimini hatırlatıyor bize; bütün ilişkilerin temeli ekonomiktir.

Sıradan yaşayan ve gelir düzeyi de buna uygun olan insanlar olduğumuzu var sayarak başlamak istiyorum. Hepimizin hayatın genel doğası olarak “mülküyet”le ilişkisi vardır. Kimimiz, iş sahibiyiz, kimimiz işçiyiz, kimimiz ev sahibi, iş yeri sahibi, kirada oturan liste böylece uzayıp gidiyor. Hayatın en temelinde bu ilişki biçimleriyle varlık gösteriyoruz. Buna göre bizi dünya sınıflara ayırıyor. Mülkiyetin söz konusu olmadığı bir ekonomik ya da siyasi düşünce yeryüzünde bulmak güç. Ve çoğumuz belki de bazı hayallerle yaşıyoruz. Bir evimizin olması bir arabamızın olması gibi. Bütün bunlar bizim temelde parayla olan ilişkimizi belirliyor. Bir gün gelirimizin üzerinde bir servete sahip olma hayali belki de insani olduğu kadar, hayatın doğasını ileriye taşıyan bir düşünce de. Bütün bunlar ekseninde paraya sahip olduğumuzda artık hayatla ilişki biçimimizin de değişeceğini biliyoruz. Bunu belki de en çok hayattan deneyimliyoruz. Etrafımız hayatında bir süre sonra “zenginleşmiş” insanlarla dolu.

İRFAN’I DEĞİŞTİREN HAYALLER

Konuyu burada Sahibinden Rahmet filmine getirmek istiyorum. İrfan, Yenice Köyü’nde mantar ve böğürtlen toplayarak geçinmeye çalışan biri. Bir gün köye bir meteor parçası düşüyor. Bu taşların çok değerleri olduğu bilgisi yayıldıktan sonra, taşları almaya Amerikalılar ve Faransızlar geliyor. İrfan ise isminden anlayacağımız üzere; masum, saf ve merhametli biri. Eşi ve bir çocuğuyla kendi yağında kavruluyor. Derken meteor taşının en büyük parçasını İrfan buluyor. Bu saatten sonra olaylar hızlıca değişmeye başlıyor.

İrfan zenginlik hayallerine dalıyor, ablasına borcunu ödemek, ATV almak ya da şehirde bir daire almak ve bir dükkan açmak gibi. Aslında bunların çoğu İrfan’a kurnaz köylüler ve akrabaları tarafından iliştirilen istekler. İrfan’sa yavaş yavaş bu fikirler etrafında değişiyor. Önce eşiyle arası bozulmaya başlıyor, başka bir kadın hayali. Sonra daha asabi birine dönüşüyor. Henüz taş satılmadı ama satılsa istediği rahat hayatın sahibi olacak. Taşın satılma fikri bile İrfan’da gedik açıyor. Bütün bunlara hikaye deyip geçiyoruz elbette ama bir gerçek daha var ki; insanın doğası başına gelen olaylarda ortaya çıkıyor. İrfan yeni gücü sayesinde önce masumuyetini kaybetmeye başlıyor. Sonra evinin saadetini, sonra köylüyle olan ilişkilerini. Henüz bir mülk yok ortada ama bir mülke sahip olacağının hayalleri var. Eşi ise, bu olanlar karşısında taşın uğursuz olduğunu düşünmeye başlıyor. Kendince çareler arıyor. Hocaya gitmek, muska yaptırmak gibi. İnsanız ve belirli dönemlerde duygu değişimlerine açığızdır ama işin içinde mülkiyet kaygısı olunca değişim iki katına çıkıyor.

ÖDÜLLÜ BİR FİLM

Temel kaygı para insanı bozar mı sorusu etrafında Anadolu’da bir köyde kendi halinde yaşayan biri bile bundan azade değil. Parayla kurulan ilişki her zaman insanın hüsranlığı ile sonuçlanmaya açık. Baş karekterin adının İrfan seçilmesi de belki, hep söylediğimiz o Anadolu irfanına bir göndermedir. Belki de son yıllarda toplumdaki gelir düzeylerinin birden değişmesinin yarattığı o uçuruma göndermedir. Film bir köyde geçmesi ve bu köyün günümüz köylerinden çok farklı olması, aslında bu topraktaki dönüşümü de bir eleştiri diye düşünülebilir. Daha önce filmlerden ve dizilerden bildiğimiz Cem Yiğit Üzümoğlu, İrfan karekterine hayat veriyor. Filimin Antalya Film Festivali’nde En İyi Senaryo ve En İyi İlk Film ödüllerini aldığını da hatırlatalım.