Arap sokağında öfke dinmeyecek

SÜLEYMAN ŞAHİN
Abone Ol

Arap dünyasının içinde yahut dışında, yeni yılla birlikte ‘yeni bir bahar’ beklentisi içinde olanlar olabilir. Oysa ortada bir kısır döngüden başka bir şey yok.

Türkçe baskısına henüz rastlamadığım, 2007 yılında yayınlanan ve El Cezire televizyon kanalını ‘Müslüman Kardeşler yanlısı’ olarak ilan eden Söz Savaşları: Arap Dünyasında Medya ve Siyaset isimli bir kitap mevcut. Kitabın Mısır-ABD vatandaşı olan yazarı Me’mun Fendi, aynı zamanda Londra Küresel Strateji Enstitüsü’nün de kurucusu. Enstitü’nün Arap Baharı’nın hemen ardından, 2012 yılında kurulduğuna dikkat çekelim. Georgetown ve Amerikan Genelkurmayına ait Ulusal Savunma Üniversitesi’nde uzun yıllar öğretim üyeliği yapan Fendi, aynı zamanda Sisi rejiminin borazanı El Ehram ile Suudilere ait Şarkul Evsat gazetelerinde köşe sahibi. Fendi gibi birinin, Şarkul Evsat gibi bir gazetede kaleme aldığı şu satırların altı özenle çizilmeli: “Sudan ve Cezayir’de yaşananlar bizlere, yolsuzluk var oldukça Arap Baharı’nın da var olacağına ve bizi terk etmeyeceğine dair bir hatırlatmadan ibarettir. Nedenleri devam ettikçe devrimler de küller altında usul usul yanmayı sürdürecek, hafif bir esinti tekrar alev almaları için yeterli olacaktır. Küllerin üzerine para dökmek altındaki ateşi söndürmeyecektir. Bilakis 2011 yılında şahit olduğumuzdan daha fazla alevlenme olasılığını artıracaktır.”

Yeni bir Arap Baharı mı?

“Sudan ve Cezayir’de yaşananlar bizlere, yolsuzluk var oldukça Arap Baharı’nın da var olacağına ve bizi terk etmeyeceğine dair bir hatırlatmadan ibarettir.

Hep birlikte şahidiz, 2019 yılı Arap coğrafyası açısından hayli hareketli geçti. Kimileri bu hareketli günleri 2011 yılında yaşanan Arap Baharı’nın ikinci versiyonu olarak selamlama cihetine gitti. Kabul etmek gerekirse, ilk bakışta manzara pek de farklı değildi. Bir seyyar satıcının kendini yakarak çaktığı kıvılcım, ilkinde nasıl bir domino etkisi yaparak Tunus, Libya, Mısır ve Yemen’de uzun yıllar iktidara yapışan diktatörleri alaşağı ettiyse; ikincisinde Sudan ve Cezayir’de kök salmış isimler devrildi, sokağa inen halk Lübnan ve Irak başbakanlarını koltuklarından etti.

Peki, bu yaşananlar gerçekten Arap Baharı versiyon 2.0 olarak değerlendirilebilir mi? Aradan geçen sekiz yıl içinde farklı ülkelerde benzer sonuçların meydana geliyor oluşunu açıklama noktasında Arap Baharı romantizmi yeterli geliyor mu?

Arap yönetimleri 'Failed State'

Öncelikle resmi olduğu gibi verelim. Arap dünyası bugün 400 milyonu aşan nüfusuyla 22 devleti içinde barındıran bir çelişkiler yumağı. Petrol ve doğalgaza endeksli görece bir refahın içinde yaşayan Körfez ülkeleri arasında sinsi bir rekabetin varlığı zaten biliniyordu. Katar kriziyle birlikte bu rekabetin boyutları net bir şekilde ortaya çıktı.

2011 yılında diktatörlerden kurtulduğu için sevinen ülkelere bakıldığında aradan geçen onca zamana rağmen suların hala durulmadığı, şikayet edilen sorunların çözülmek bir yana daha da katmerlendiği görülüyor. Arap baharı denilen türbülansı komşularına nispeten az hasarla atlatan ülkeler bugün benzer bir türbülansın yıkıcı tesirlerini bizzat kendi bünyelerinde tecrübe ediyor.

  • O nedenle Me’mun Fendi gibilerinin dikkatleri yolsuzluk üzerine odaklayıp söyleyemediği / görmezden geldiği gerçeği yani Arap dünyasında bir yönetim krizinin söz konusu olduğunu ortaya koymak gerekiyor. Zira yolsuzluk bir sebep değil, bilakis sonuçtur. Kötü yönetimden kaynaklanan bir sonuç. Evet, bugün Arap coğrafyasına bakıldığında manzara kocaman bir ‘failed state’manzarası veriyor.

Buazizi'den bugüne değişen bir şey yok

Arap baharı denilen türbülansı komşularına nispeten az hasarla atlatan ülkeler bugün benzer bir türbülansın yıkıcı tesirlerini bizzat kendi bünyelerinde tecrübe ediyor.

  • Zabıta tarafından rüşvet vermediği için tokatlanarak aşağılanan ve borçla aldığı meyve arabasına el konulan genç bir adamın, Muhammed Buazizi’nin hikayesiyle başladı her şey. Hakkını arayacağı bir devlet kapısı yoktu. Kendini yakarak protesto etmekten başka seçenek bırakmadılar ona. Koca bir ailenin geçim yükünü sırtlanan genç adamın yegane ekmek teknesi, meyve arabası elinden alınırken Devlet Başkanı Zeynelabidin bin Ali’nin aynı yaşlardaki kızı Nesrin Paris’teki lüks rezidansına özel uçağıyla meyve sipariş ediyordu.

Sudan’daki meselenin ekmek krizi olduğunu duymayan kaldı mı? 2018 Aralık ayında ekmek fiyatı üç misli artınca halk sokaklara indi. Peki, bu artışın arka planında ne vardı? Devletin sübvansiyonları kaldırması. Ömer el Beşir hükümeti IMF tavsiyesine uymak suretiyle güya ekonomide reform hamlesi başlatıyordu. Oysa yaptığı şey, kendi halkını açlığa mahkum etmekten başka bir şey değildi.

Sorun çözmek yerine sorun üretmek

Cezayir’deki durum çok farklı değil. Buteflika yönetimi, Tunus sınırından Fas sınırına değin 1.216 kilometre boyunca uzanan Doğu-Batı Otoyolu’nun maliyetini 7 milyar dolar ilan etti. 2007 yılından 2016’ya gelindiğinde 13 milyar dolar harcandı ancak yine de yolun tamamı faaliyete açılmadı. Sık sık değişen kontratlar ve rüşvet çarkı nedeniyle proje uzadıkça uzadı, maliyet iki mislini aştı. Ülkede işsizlik alıp başını gitmişken yönetici kadro servetine servet katmakla meşguldü.

Irak petrolünün yüzde 60’ına ev sahipliği yapan Basra’nın yıllardır elektrik sorunuyla karşı karşıya olması ise başlı başına bir paradoks. Kentte halk çözüm arayışı için neredeyse her yıl sokaklara iniyor. Protestolar neticesi 2011 ve 2017 yıllarında iki vali görevlerinden oldu. Basra eski milletvekili Mansur Temimi’ye göre çözümsüzlüğün ardında siyasi partiler arasında anlaşmazlıklara neden olan çok sayıda yolsuzluk dosyası mevcut.

Yolsuzluğa işaret ediyor görünse de aslında bütün bu örnekler Arap dünyasındaki ‘failed state’ gerçeğini gözler önüne seriyor.

2020 ne getirecek?

Arap dünyasının içinde yahut dışında, yeni yılla birlikte ‘yeni bir bahar’ beklentisi içinde bulunanlar olabilir. Oysa ortada kısır bir döngünün mevcudiyeti bahis konusu. Son Cezayir seçimleri bunun en açık göstergesi.

İroniye bakın ki, Buteflika adının duyulmadığı ilk devlet başkanlığı seçiminin galibi Buteflika’nın eski başbakanı oldu. Abdülmecid Tebbun oyların yüzde 58’ini alsa da seçimlere katılımın yüzde 40 düzeyinde kalması halk nezdinde ciddi bir meşruiyet sorununu beraberinde getiriyor. Nitekim seçim sonuçlarının açıklanmasıyla birlikte sokaklar yeniden hareketlendi. Protestocular, eski rejimin kalıntıları sökülüp atılıncaya kadar mücadeleye devam edeceklerini ifade ettiler.

Bu arada Tebbun’un seçim kampanyasını “Parayla politikayı birbirinden ayırma’ sloganıyla yürütmesi gerçekten ilginçti. Zira Buteflika sonrası yolsuzlukla mücadele operasyonunda tutuklanan isimler arasında kendi oğlu da bulunuyordu. Buteflika ile çalışmış biri olarak kendisini ‘Buteflika’ya karşı dik duran adam’ şeklinde kamuoyuna sunmaya çalışması ise ayrıca dikkat çekti.

Irak’ta Abdülmehdi’nin istifası sonrası başbakanlığa getirilecek isim konusunda da benzer bir duruma tanık olacağız. Fetih ile Sairun koalisyonu tarafından belirlenecek ismin mevcut denklemi fazla zorlaması beklenmiyor. İran’ın ve onay makamı pozisyonunda bulunan dini lider Sistani’nin beklentilerini karşılamayan biri başbakanlık koltuğunu sadece rüyasında görebilir. Protestocular elbette bu durumu Cezayir’de olduğu gibi hoş karşılamayacak.

Mevcut fotoğrafa bakarak Irak ve Cezayir örneklerinde olduğu gibi ‘failed state’ coğrafyasında protesto gösterilerinin 2020 yılına sarkacağını çok rahatlıkla söyleyebiliriz.