Belirsizlik döneminde kriz alanları

SERNUR YASIKAYA
Abone Ol

Dünyamız, her geçen gün bir sis bulutu içinde yön bulmaya çalışan büyük bir yolcu gemisine benziyor. Eldeki mevcut pusulaların çalışmadığı, gökyüzünde yıldızların görülmediği, gemiyi yürüten teknik akşam ve motorun artık işlevsiz kaldığı bir ortamda, yön belirlemek geminin iç düzenine hâkim olmak ne denli zorsa, günümüz dünyasını da yönetmek ve mevcut krizlere yenilerinin eklenmesini önlemek o denli güçleşiyor. Avrupa’nın sınırlarında bir savaş devam ederken, yılın dördüncü çeyreğinde, işgalci güç İsrail’in tüm Filistin topraklarında bir etnik temizlik ve soykırıma varacak bir saldırıya başlaması, başta ABD olmak üzere batılı güçlerin tek taraflı olarak İsrail’e askeri, siyasi ve ekonomik desteklerini açıklaması, Birleşmiş Milletler’in tüm kurumlarıyla tamamen işlevsiz ve devre dışı bırakılması gibi faktörler ve bu kriz alanının dünyaya gönderdiği şok dalgaları, 2024’ün mevcut ve yeni birçok krize gebe olduğunu gösteriyor. Elbette bu kriz alanlarının yaygınlaşmasında, 2. dünya savaşı sonrası kurulan Paxamericana (ABD barışı) düzeninin sonuna yaklaşılmasının önemli payı var. ABD’nin derin bir iç siyasi ve ekonomik krizle baş başa kaldığı bir süreçte, 2024 yılının kasım ayında yapılacak başkanlık seçimleri ve öncesinde yaşanacaklar jeopolitik ve jeoekonomik sonuçlar doğuracak. 2024 yılı bir nevi uzatılmış 2023 yılı anlamına da gelebilir. 7 Ekim saldırısının tetiklediği fay hatlarındaki hareketliliğin devam edeceği alanlardan birisi kuşkusuz kritik su yollarının denetimi ve kontrolüne ilişkin jeopolitik mücadelenin artması olacak.

Kızıldeniz'de dansı değiştiren kriz

Bir Afrika atasözü, “Müzik değişirse dans da değişir” der. Tam da stratejik Afrika Boynuzu’nun karşı kıyılarında geçen kasım ayının sonuna doğru müziğin değiştiğine şahit olduk. İşgalci güç İsrail’in ABD’nin desteğiyle geçen 3 ay boyunca aralıksız Gazze’yi havadan, karadan ve denizden bombalamasına karşı siyasi tepkiler dışında, Yemen’de İran destekli Husi yapılanmasının verdiği askeri tepki bölgede oynanmak istenen jeopolitik dansı değiştirdi. ABD’nin 2003 yılındaki Irak işgalinin Ortadoğu’da oluşturduğu jeopolitik kırılmanın sonuçlarından biri olan İran etkisinin Babül Mendep Boğazına kadar genişlemesinin küresel ve bölgesel dengelere etkisi 19 Kasım günü, Husi savaşçılarının Kızıldeniz’de seyreden, bir İsrailli işadamına ait olduğu belirtilen Galaxy Leader adlı kargo gemisine helikopterle baskın yapıp el koymasıyla ortaya çıktı.

ABD donanmasının iki uçak gemisi ve onlarca savaş gemisiyle çevrelediği bölgede, artan askeri varlık, bölgedeki gerilimin dozunun yükselmesi anlamına da geliyor.

Dünyanın en kritik iki su yolu Süveyş Kanalı ve Babül Mendep Boğazı’nı etkileyecek saldırıların yoğunlaşması, hem Yemen’de Husilere bir kaldıraç sağlarken, İsrail ekonomisini ve bölgedeki diğer ülkelerin ekonomilerini de etkileme noktasına ulaştı. Deniz yoluyla taşınan petrol ticaretinin yüzde 10’unun ve konteyner taşımacılığının yüzde 30’unun geçtiği bu kritik su yolunda yaşanan kriz, daha önce Kovid-19 salgınının tüm gücüyle hissedildiği ve dünyanın durma noktasına geldiği bir sürecin ortasında Ever Given adlı dev kargo gemisinin Süveyş Kanalı’nda karaya oturarak bir hafta boyunca sıkışmasına sebep olayın tedarik zincirine vurduğu ağır darbeyi akıllara getirirken, tüm dünyaya alarm sinyalleri gönderdi. Öyle ki dünyanın en büyük konteyner taşımacılık şirketleri bir bir gemilerini alternatif rotalara yönlendirmek zorunda kaldı. Dünyanın en büyük konteyner şirketi Mediterranean Shipping Company (MSC), Danimarka merkezli deniz nakliye şirketlerinden Maersk, Alman taşımacılık şirketi Hapag-Lloyd ve Fransız gemicilik şirketi CMA CGM, İngiliz enerji devi BP, Tayvan konteyner şirketi Evergreen, Belçika petrol tankeri şirketi Euronav, Norveç petrol ve doğal gaz şirketi Equinor, Tayvan deniz taşımacılığı şirketi Yang Ming Marine ve Orient Overseas Container Line gibi dünya deniz taşımacılığının liderleri güvenlik durumunun kötüleşmesinin ardından Kızıldeniz'de tüm seferlerini askıya aldığını açıkladı. ABD’nin buna cevabı ise “Refah Kalkanı Operasyonu” adı altında, çoğu Batılı ülkelerden oluşan Bahreyn ve Şeyseller’in de içinde olduğu bir 10’lu güvenlik koalisyonu kurmak oldu. Halihazırda ABD donanmasının iki uçak gemisi ve onlarca savaş gemisiyle çevrelediği bölgede, artan askeri varlık, bölgedeki gerilimin dozunun yükselmesi anlamına da geliyor.

Yeni hibrit savaş örneği

Husilerin, İsrail’e mal ve yakıt taşıyan gemilere yönelik saldırıları, barış dönemlerinde seyir serbestisi ve ticaret gemilerinin dokunulmazlığına yönelik kabulün bir vekil aktör tarafından gündeme gelmesi sonucunu doğurdu.

  • Husilerin, İsrail saldırganlığına karşı uygulamaya koyduğu strateji önümüzdeki dönemde, dünyanın belli başlı su yollarındaki mücadelenin ne gibi sonuçlara yol açabileceğini gösteriyor.

Amerikalı Amiral Alfred Thayer Mahan’ın dünya politikasının kontrolünde ve uluslararası sitemin düzenlenmesinde denizlere egemenliğin ana unsur olduğunu bir kez daha hatırlatan Babül Mendep ve Süveyş Kanalı eksenli gelişme, Cebelitarık Boğazı, Panama Kanalı, Malaka Boğazı, İstanbul ve Çanakkale Boğazları ve Hürmüz Boğazı gibi dünya enerji ve mal güvenli açısından stratejik öneme sahip su geçiş yollarının değerini ve güvenlik durumlarını kat be kat artırmış durumda. Özellikle siyasi istikrarsızlık ve iç savaş gibi sorunlarla baş başa olan coğrafyalar üzerinde bulunan su yollarında ya da kritik alt yapılarda güvenliğin nasıl ve kim tarafından sağlanacağı, başta terör grupları olmak üzere, devlet dışı aktörlerin etkisine karşı hangi tedbirlerin alınacağı konusu 2024’ün gündemini etkileyecektir. Özellikle, Yemen’de Husilerin uyguladıkları strateji ile sonuç alınabileceğinin görülmesi, benzer girişimlerin farklı coğrafyalarda da gündeme gelmesine sebep olabilir. Esasında, Rusya’nın Şubat 2022’de Ukrayna’yı ikinci işgal girişiminden hemen sonra, Rus doğalgazını Avrupa’ya taşıyan ana hatlardan Kuzey Akım boru hattına yapılan “faili meçhul” sabotaj, ilerleyen döneme ilişkin hibrit savaş stratejisine ilişkin bir işaret vermişti. Tüm bu gelişmeler, 2024’te alternatif ticaret yolları arayışını ve buna bağlı yatırımları hızlandırabilir. Devletler artık hızdan ziyade güvenli koridorlar arayışında. Irak üzerinden Türkiye’ye ulaşacak olan “Kalkınma Yolu Proje” bu projelerden biri olarak öne çıkıyor. Babül Mendep’te geçen ay gündeme gelen hadiseler, 21. yüzyılda jeopolitik rekabette benzer gelişmeleri göreceğimizi somutlaştırdı.

ABD'nin derinleşen demokrasi krizi

Donald Trump (ortada)

2024 yılı aynı zamanda dünyanın neredeyse yarısının sandık başına gideceği bir tarihi dönem. Hindistan’dan, Rusya’ya, Pakistan’dan, Meksika, Endonezya ve Avrupa Birliği’ne, 50’ye yakın ülkede yaklaşık 2 milyar insan kendilerini yönetecek isimler için oy kullanacak. Ama bir seçim var ki, uluslararası sistemin dengesini etkileme özelliğine sahip; Kasım 2024 ABD Başkanlık Seçimleri. Bu yazı kaleme alındığında, hem ABD hem de dünya gündemine Colorado Eyaleti’nden bir bomba düştü. Eski ABD Başkanı Donald Trump’ı hedef alan son yargı kararında. Colorado Yüksek Mahkemesi, anketlerde, mevcut Başkan Joe Biden karşısında açık ara farkla önde giden Donald Trump hakkında Anayasa’nın 14. Maddesinin 3. Fıkrasına göre” başkaldırı ve isyan” suçlamasıyla, “federal bir göreve gelemeyeceğini” değerlendirerek, eyalette 5 Mart 2024’te düzenlenecek ön seçimlere giremeyeceğini hükmetti. Başka bir ülkede alınsa Washington’un “yargı darbesi” diye nitelendireceği bu karar, 2024 yılının ABD iç siyaseti için büyük gerilimlere sahne olacağının en büyük kanıtı oldu. Ocak 2021’deki Kongre baskınından bugüne “demokrasi krizini” aşamayan ve Trumpizm’i engelleyemeyen Washington’daki yerleşik düzen, eski ABD Başkanı’nı ardı ardına açılan davalar ile engellemeye çalışıyor. Ancak ülkedeki siyasi kutuplaşmanın derinleşmesi, ekonomik meselelerden, ırkçılık ve ayrımcılık konusuna, yoğun düzensiz göç probleminden, mevcut siyasi sistemin değişen sosyolojiyle bağının kopmasına kadar birçok konu, Washington’u büyük bir açmazla karşı karşıya bırakmış durumda. Geçen aralık ayında yapılan bir ankette, ABD’de seçim sonuçlarına doğrudan etki eden ve “Salıncak Eyaletler” olarak bilinen 7 eyalette ABD Başkanı Trump’ın olası rakibi Joe Biden’a ortalama 5 puan fark attığı ortaya çıkmıştı. Bazı eyaletlerde bu fark 11 puanı buluyordu. Biden’ın hem yaş hem de sağlık problemlerine, işgalci İsrail’e verdiği tam destek de eklenince özellikle Hispanik, siyahi ve genç seçmen tabanındaki desteği kaybettiği değerlendiriliyor.

Militan yargının darbesi

İzlediği politikalar ile Trump ile benzeşen Biden’a inancın, Demokrat Parti’nin yenilikçi kanadında kaybolduğu görülüyor. Öte yandan ABD Kongresinde özellikle Senato katında, “dinozorlar” diye anılan, lobiler vasıtasıyla 30-40 yıldır senatörlük makamında görev alan isimlerin, Amerikan halkından koparak tamamen etki gruplarının ajandasını uygulaması da yerleşik yapı ile ABD toplumu arasında açılan uçurumun büyümesine neden oluyor.

  • Dünyanın “süper gücü” 2024 yılına elinde yeni bir yargı ve siyasi kriz ile baş başa girmiş durumda. Trump ekibi, Federal Anayasa Mahkemesine başvuracak. Mahkemedeki mevcut denge Trump lehine görülüyor.

Trump döneminde yapılan atamalar ile mahkemenin dengesi muhafazakârlar lehine değişmişti. Bu çerçevede mahkemenin alacağı karar, diğer eyaletlerde Trump aleyhine alınması muhtemel kararları da yakından ilgilendiriyor. Ama tüm veriler, sonuç ne olursa olsun, ABD’deki militan yargının ardı ardına tetiklediği krizlerin artçı sarsıntılarının başkanlık seçimleri yaklaştıkça 2024’te ABD’deki demokrasi krizinin derinleşmesine işaret ediyor.

Avrupa 1930'lara geri dönüyor

Fransa’da Emmanuel Macron yönetimi, yılın son günlerinde tartışmalı bir göçmen yasası çıkartarak, adeta ülkedeki aşırı sağ siyasete bir yeni yıl hediyesi verdi.

Önümüzdeki yıllarda, Kasım 2023 21. yüzyılı belirleyen dönüm noktalarından biri olarak anılacak. Kıta Avrupası’nda liberal ekonomik ve siyasi değerleri ile bilinen Hollanda’da parlamento seçimlerinden çıkan şok sonuç burada belirleyici bir nokta olarak yerini alacak. Bir dönem marjinal olarak değerlendirilen, göçmen ve İslam düşmanı, ırkçı siyasi lider Geert Wilders’in Demokrasi için Halk Partisi’nin (VVD) birinci olarak sandıktan çıkması, dünyaya bir şok dalgası gönderdi. Irkçı ve aşırı sağcı bir partinin Avrupa Birliği’nin kurucu ülkelerinden birinde iktidar kuracak güce ulaşması bir yandan, Hitler’i ve Mussolini’yi çıkaran 1930’ların faşist dalgasını yeniden gündeme getirirken, Haziran 2024’te yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinden çıkacak sonucun ne olacağını da şimdiden düşündürmeye başladı. Mevcut siyasi duruma bakıldığında, Avrupa Birliği içerisinde aşırı sağcı partilerin birçok ülkede siyaseti belirleyecek konumda olduğu görülüyor. Öyle ki AB’yi kuran 7 ülkenin 6’sında ya iktidar ortağı ya ana muhalefet görevinde bulunuyorlar. Almanya’da, göçmen karşıtı aşırı sağ parti AfD, geçen Aralık ayında yapılan anketlerde yüzde 23 seviyesine yükselerek Berlin’deki en güçlü ikinci parti konumunu, Hristiyan Demokrat Birlik Partileri (CDU/CSU) ardından sağlamlaştırmış oldu. Ülkeyi yöneten, sol ve liberal partilerden oluşan Jamaika Koalisyonu ise yüzde 32’ye düşen toplam oy oranları ile neredeyse gücünü yitirmiş durumda. Öte yandan Fransa’da Emmanuel Macron yönetimi, yılın son günlerinde tartışmalı bir göçmen yasası çıkartarak, adeta ülkedeki aşırı sağ siyasete bir yeni yıl hediyesi verdi. Göçmenlere yönelik uygulamaları oldukça sertleştiren yeni yasa ile Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un aşırı sağ siyasi söylemi Fransız siyasetinin merkezine oturttuğu eleştirilerin odağında. Merkez sağ ve merkez sol siyasetin hızla çöktüğü Avrupa’da boşluğu marjinal sol ya da marjinal sağ denen partiler hızla dolduruyor. Doğanın kanunu siyasette de gerçekleşiyor. Bir tarafta Ukrayna’da devam eden savaşın getirdiği başta enerji maliyetleri olmak üzere büyük siyasi ve ekonomik belirsizlik, diğer tarafta kaynağı sömürge dönemine kadar uzanan düzensiz göç meselesini palyatif tedbirlerle geçirerek, konuya somut çözüm bulma konusunda bir arayışın olmaması, içeride yaşlanan nüfus, teknolojik anlamda, ABD ve Çin gibi ülkelerin gerisinde kalan, durağanlaşan bir Avrupa fotoğrafı karşısında 6-9 Haziran 2024’te yapılacak Avrupa Parlamentosu seçim sonuçlarında sandalyelerin çoğunu aşırı sağ adaylarının doldurması işten bile değil. Böylesi bir sonuç ise Avrupa’nın hem iç sorunlarını artıracak hem de bölgesel ilişkilerinde ciddi sonuçların doğmasına sebep olacak gerilim potansiyeline sahip.

Ukrayna: Masada mı cephede mi?

Yaklaşık 2 yıldır devam eden Ukrayna- Rusya savaşında, geçen yılın ağustos ayından bari iki taraf da birbirine askeri anlamda bariz üstünlük sağlayamamış durumda. Kiev için 7 Ekim sonrası Ortadoğu’nun gündemin ana başlığı haline gelmesi ve ABD’nin Başkanlık Seçim sürecine girmesi, kötü haber anlamına geldi. Avrupa kamuoyunun savaştan yorulması da tuz biber oldu. Ukrayna ordusunun, Batı’dan gelen yoğun askeri yardımla gerçekleştirmesi beklenen karşı saldırıdan herhangi bir sonuç alamayacağının da anlaşılması, Batılı ülkelerde farklı çözümlerin arayışını da beraberinde getirdi. Batılı ülkelerin mühimmat stoklarındaki azalma, ABD’nin Ukrayna’ya göndermeyi planladığı bomba ve diğer askeri teçhizatı işgalci güç İsrail’e yönlendirmesi, Kiev’in 2024 için elini kolunun bağlanmasına sebep oldu. Ukrayna Devlet Başkanı Vlodomir Zelenski, bu çıplak gerçekle Washington’ı son ziyaretinde yüzleşmek zorunda kaldı. Milyarlarca dolarlık bir askeri yardım beklerken, sadece Beyaz Saray’da bir ağırlama ve kendisine verilen 200 milyon dolarla evine dönmek zorunda kaldı. Batı’nın Ukrayna’ya yardımda düşen gardı, Rusya’ya da cesaret verdi. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, son konuşmasında, Ukrayna’nın stratejik liman kenti Odessa’nın da Rusya sınırları içerisinde olması gerektiğini belirterek, 2024’te kurulabilecek bir müzakere masası için el yükseltti. Ukrayna cephesindeki hava şartları göz önünde bulundurulduğunda Nisan 2024’ten sonra iki tarafın yapacağı askeri hamlelerin, tamam mı devam mı konusunda karar verici olacağı görülüyor. ABD’nin tamamen seçim sathına girdiği bir süreçte, Washington’ın Ukrayna’da bir yenilgiye göz yummayacağı iddia edilebilir ancak en kötü barışın savaştan iyi olması da ABD Başkanı Joe Biden için karar vermesinde kolaylık sağlayabilir. 2024’te Ukrayna cephesinde masanın cepheye ağır bastığı görülüyor. Zelenski için mevcut durumda fazla da bir seçenek yok gibi…

İsrail sorunu çözülecek mi

Dünya kamuoyu, Gazze’de yaşanan vahşet karşısında İsrail sorununun çözülmesi gerektiği konusunda fikir birliğine varmış durumda.

Gazze, Filistin’de 75 yıllık İsrail işgalinin en kanlı dönemi olarak tarihe geçti. Yüzde 70’i kadın ve çocuk 20 binden fazla Filistinli İsrail bombaları altında can verirken yaralı sayısı 60 bini buldu. Veriler, Gazze’de yaşayan her 100 Filistinliden birinin öldürüldüğünü gösteriyor. Dünyanın gözü önünde yaşanan bu katliam, BİR Siyonist proje olan İsrail sorununu dünyanın gündemine tüm acısı ve çıplaklığıyla ortaya kondu.

  • İşgalci gücün yalnızca Gazze’de değil işgal altındaki Batı Şeria olmak üzere diğer Filistin şehirlerindeki baskısı da her geçen gün artıyor.

1948’den sonra yeni bir etnik temizlik girişimiyle karşı karşıya kalan Filistin halkı, her türlü olumsuz koşula karşı direnmeye devam ediyor. İsrail saldırganlığı bölgesel gerilimin artmasına ve istikrarsızlığın sürmesine de sebep olurken farklı kriz alanlarının oluşmasına da sebep oluyor. Kızıldeniz’de dünya ticaretini vuran gerilimin bunun örneklerinden biri ve önceki sayfalarda etkilerini inceledik. ABD’nin 1945 sonrası kendisinin kurduğu Pax-Americana sisteminin tabutuna son çiviyi vurarak kayıtsız şartsız İsrail’e verdiği destek, adil ve kalıcı bir çözüme ilişkin umutlara da darbe vurmuş durumda. Birleşmiş Milletleri adeta etkisiz elemana çeviren ABD ve İsrail ortaklığı, dünyanın işlenen katliamı sineye çekmesini bekliyor. Ancak dünya kamuoyu, Gazze’de yaşanan vahşet karşısında İsrail sorununun çözülmesi gerektiği konusunda fikir birliğine varmış durumda.

Yerleşimci terörü rehin aldı

Gazze Kasabı İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun siyasi geleceğini hükümet içindeki ırkçı ve aşırı sağcı bakanlara teslim etmesi, İsrail siyasetini bir çıkmaza sokmuş durumda. Yıllar boyunca işgal altındaki Filistin topraklarına inşa edilen yasa dışı yerleşimler, birer terörist yuvasına dönüşürken aynı zamanda işgalci gücün siyasetini de rehin almış durumda. İşgal artık İsrail için bir siyaset yöntemine dönüşmüş durumda. 2024 için İsrail yeni bir erken seçime gitme olasılığı yüksek. Hakkında yolsuzluk davası bulunan Netanyahu ise bunu geciktirmek için eline daha fazla kan bulaştırmaktan başka çıkış görmüyor. Filistin devletinin kurulmasını öngören Oslo Anlaşmalarını dinamitleyen bu siyasi yapı, ellerinde bulunduğu belirtilen atom bombaları ile bölgesel bir tehdit oluşturuyor. Tıpkı 28 sene önce yaşanan Bosna Soykırımının faillerinin kendileri için kurulan özel mahkemede yargılanıp hak ettikleri cezalarla karşılaşmaları gibi, Gazze’de sorumluluğu olan İsrailli liderlerin de sorumlu tutulmasına yönelik adımların atılması 2024’te tüm dünyanın beklentisi.