Dövize yönelik düzenlemeler ve dijitalleşme imkânıyla alacak-borç takası önerisi

HABER MASASI
Abone Ol

Türkiye ekonomik rekabetçilikte yıllar itibariyle gelişen bir potansiyele ve kapasiteye sahipken, doğal kaynak zenginliği bakımından aynı imkân söz konusu değildir.

Nitekim Türkiye’nin tasarrufları yatırımlarını karşılayacak düzeyde olmayıp, 2002-2022 döneminde tasarruf açığı milli gelirin ortalama yüzde 3,4’ü düzeyindedir (Grafik 1). Dolayısıyla dış ticaret açığı, enerji açığı, döviz açığı, bütçe açığı Türkiye’nin uzun dönemli stratejik önemdeki konuları arasında yer alıyor. 2008 yılında başlayan ve 2018’de tekrarlayan küresel kriz, Türk ekonomisini de ciddi biçimde etkilemiş ve etkilemeye devam etmektedir. Emtia, enerji ve lojistik maliyetlerindeki küresel devasa artışlar, Türkiye gibi ithalatının ortalama yüzde 87’si hammadde, yarı mamul ve yatırım mallarından oluşan ülkeler için enflasyonist sonucu beraberinde getirmektedir. Türkiye’de 2018 yılında yapılan yönetim rejimi değişikliğinin hazmedilme ve istikrar kazanmasının zaman gerektirmesi, küresel koşullardaki olumsuzlukların yurtiçine daha şiddetli yansımasına ve daha fazla olumsuz sonuçlara yol açmasına neden olmaktadır.

Yükselen enflasyon ve döviz kurundaki dalgalanmalar nedeniyle yurtiçi maliyet enflasyonunun hızla artması üzerine, Türk hükümetinin dövize yönelik aldığı tedbirlerin kısa ve uzun vadeli sonuçları olmaktadır. Kısa vadede oldukça gerekli görülen söz konusu tedbirlerin uzun vadede piyasa ekonomisi kurallarıyla uyumlu hale getirilmesinde ve piyasa mekanizmasının işlemesine fırsat vermede büyük yarar vardır. İhracat gelirinin yüzde 40’lık kısmının TL’ye çevrilmesi, çek, senet ve poliçe gibi evrakın döviz olarak değil TL olarak tanzim edilmesi, firmaların maliyet enflasyonunu uygulamalarına imkân verilmemesi gibi tedbirlerin veya düzenlemelerin kayıt dışı ekonomide artışa, vadeli düzenlenen kıymetli evrakın kur farklarından dolayı taraflar arasında anlaşmazlığa yol açarak yargıya taşınması, gerçek dışı faturalama / kıymetli evrak hazırlama gibi manipülasyonlarda artışa yol açma ihtimali yüksektir.

Firmaların bankalardaki hesaplarını döviz ağırlıklı tutmaları, nakit dövizlerini banka, işyeri veya evlerdeki kasalarda tutarak sistemin dışına çıkarmaları bir nevi kötü paranın iyi parayı kovması kuralının işlemesine yol açmaktadır.

İhracatçı firmaların bu işlemlerinden kaynaklı döviz gelirlerinin bir kısmını TL’ye çevirmeleri ve akabinde ilerideki döviz cinsinden yükümlülükleri için tekrar döviz satın almaları, bir yandan banka kârlılıklarını artırırken, diğer yandan kambiyo giderlerinden dolayı firma kârlılıklarını düşürmektedir. Önce döviz satımı sonra döviz alımı düşünüldüğünde, uzun vadede bu politika tedbirinin gözden geçirilmesi gerektiği söylenebilir.

Devamı Z Raporu 40. Sayısında