Hindistan-Pakistan çatışması: nükleer gerginlikte Türkiye etkisi
Hindistan’ın Pakistan’a saldırmasıyla başlayan ve Pakistan’ın karşılık vermesiyle son bulan çatışma gözleri tekrar Güney Asya’ya çevirdi. Türkiye’nin adının da savunma sanayi ürünleri ile Çin’le birlikte sık sık duyulduğu süreçte, Çin ile arasında soğuk savaş başlatan Amerika Birleşik Devletleri yönetimi çekimser kalmakla birlikte sonuçta çatışmanın durmasından kendisine pay çıkarttı. Bir başka deyişle, Rusya-Ukrayna Savaşı ve İsrail’in katliamlarıyla eş zamanlı gelişen Hindistan saldırısı dünyayı korkuttu.
Hindistan saldırısı, Hint milliyetçisi ve köktendincisi Modi başkanlığındaki hükümetin kararı oldu. Şoven tarafı ağır basan Hindu milliyetçilinin yükseldiği Hindistan’da, Modi, inek sidiğinin şifalı olduğuna ve sağlık için içilmesi gerektiğine inanan bir siyasetçi. Kongre Partisinin halk nezdindeki güvenilirliğini yitirmesiyle iktidara gelen Parti tekrar seçim kazanmayı başarmıştı. Bunun ardından, iç siyasette kendine güveni yerine gelmiş ve Modi bu kez ABD, Rusya ve Avrupa turlarına çıkmıştı. Son saldırı ile de muhtemelen iç politikada safları sağlamlaştırmayı amaçlıyordu.
Hindistan yönetimlerinin Pakistan’a olan rekabet hissi ve düşmanlığı her iki ülkenin İngiliz sömürgesinden kurtularak bağımsızlıklarını kazandıkları yıllara dayanıyor. O dönemde, Muhammed Ali Cinnah önderliğindeki kuzey Müslümanları, Doğu Bengal (bugünkü Bangladeş) Müslümanları ile birlikte, Hindu ağırlıklı güneyden ayrı bağımsız bir devlet olma kararını aldılar. Bu kararın doğru olup olmadığı bugün hala tartışılıyor. Karşıt görüşe sahip siyasi düşünürler, Müslümanların tek bir devlet içinde, Hindularla birlikte bir devlet kurması gerektiğini söylüyorlar. Bugünkü nüfus dağılımı Pakistan ve Bangladeş’in toplam nüfusu 400 milyon kişi civarında iken bir buçuk milyarlık Hindistan’da da 300 milyon civarında Müslüman nüfus var.
Buna karşılık, kuruluş sürecinin ardından yaşananlar bölgedeki ilişkileri daha da karmaşık hale getirmişti. Halkı Müslüman olan Keşmir Hindistan tarafından işgal edilirken benzer durumdaki Haydarabad gibi yerler de Hindistan içinde kaldı. Öte yandan, Bangladeş Pakistan’dan 1971 yılında ayrılarak bağımsız bir devlet haline geldi. O dönemlerde, Muciburrahman gibi Bangladeş liderleri siyasi olarak Hindistan’a yakındılar ve Bangladeş’in Hindistan’a ilhak edilmesi dahi konuşulur olmuştu. Muciburrahman sonunda öldürülmüştü. 2024 yılında halk ayaklanmasıyla Hindistan’a kaçan ŞeyhaHasina da Muciburrahman’ın kızıydı. Babasının gündemini devam ettirmek ve intikamını da almayı hedefleyen Hasina zamanında, fillen Bangladeş Hindistan’ın uydusu haline gelirken halk da baskı, tutuklamalar ve idamlarla karşı karşıya kaldı. Sahte seçimlerle yönetimde kalan Hasina halkın isyanına engel olamadı ve hükümeti devrildi. Yerine, Nobel ödülü sahibi ve dünyada mikro-finans sistemlerinin kurucusu olan Prof. Dr. Muhammed Yunus başkanlığındaki hükümet atandı. Türkiye’de mikro-finansın öncüsü olan Prof. Dr. Aziz Akgül’ün (Ostim Teknik Üniversitesi hocası) şahsi dostu olan Prof. Dr. Yunus geçici bir süre için devlet başkanlığı görevini yürütüyor. Yunus, Bangladeş’i Hindistan kontrolünden tekrar bağımsız bir eksene çekmeye çalışıyor.
Pakistan ve Bangladeş halkında, Afganistan’da olduğu gibi, Türklere karşı inanılmaz bir sevgi olması, Orta Asya’ya dış politikasında çok önem veren Türkiye’nin Güney Asya’ya duyarsız kalmasına engel oluyor. Nitekim, Delhi Sultanlığından başlayarak bugünkü Hindistan ve Pakistan son bin yılda Türk (sanılanın aksine Moğol değil) devletleri tarafından yönetildi. Kurtuluş Savaşında Hint Müslümanları Birliği, Halife’ye yardım için önemli meblağları Rusya üzerinden Türkiye’ye gönderdiler. Rusya’dan Türkiye’ye geçebilen yardımlar İş Bankasının kuruluş sermayesinin büyük bir bölümünü oluşturdu. Bu tarihi perspektifi düşününce, yakın zamanda Karaçi’de katıldığım bir konferans’ta kendilerini “Osmanlı” olarak tanıtan Pakistanlı genç akademisyenler, belki de bu sebeple beni pek şaşırtmadı. Türkiye çatışma sırasında, hemen en üst ağızlardan net bir şekilde Pakistan’ın yanında olduğunu açıkladı. Saldırgan taraf karşısında doğru olanı da yapmış oldu. Nitekim Hindistan basınında, Türkiye’den gelen silahların (Çin savaş uçakları ile birlikte) çatışmayı Pakistan’a kazandırdığı yorumları çıktı ve ardından da zayıf da olsa Türk ürünlerine boykot çağrıları başladı. Her ikisi de nükleer güç olan Pakistan ve Hindistan’ın (ve tabi Afganistan’ın) Türkiye’nin hariciye siyasetinde en az Rusya- Ukrayna kadar ağırlığı olması gerekir. Öte yandan, bu güçlerin çatışması hem bölgesel hem de küresel açıdan büyüme riski taşır. Hindistan’ın Keşmir’i işgali ve ırkçı bir yönetime sahip olması Türkiye’nin ve bölgenin işini güçleştiriyor.
Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.