İş dünyasında ölü at teorisi: Yanlış stratejilerden vazgeçmenin önemi
Hepimize küçük yaşlardan itibaren “Asla pes etme!”, “Başarı, vazgeçmeyenlerin hakkıdır!” gibi öğütler verildi. Elbette azim ve kararlılık önemli. Ancak bazen, yanlış bir şeye inatla tutunmanın bizi başarıya değil, sadece daha büyük bir çıkmaza sürüklediği gerçeğini atlıyoruz. İşte tam burada, iş dünyasında ve pazarlamada sıkça karşılaşılan bir kavram devreye giriyor: Ölü At Teorisi.
Bir teorinin peşinde
Bu teorinin kökeni, bazı kaynaklara göre bir Kızılderili atasözüne dayanıyor: “Eğer bindiğin at öldüyse, in ve başka bir at bul.” Bu basit ama etkili öğüt, iş dünyasında, pazarlamada ve hatta kişisel yaşamlarımızda büyük bir ders içeriyor. Ölü bir atı kamçılamak onu canlandırmaz, sadece enerjimizi boşa harcamamıza neden olur. Peki, neden insanlar kimi zaman “ölü atlarını” bırakıp da yeni bir at aramakta bu kadar zorlanır? Cevap basit: Harcadığımız emek, zaman ve para bizi bir illüzyona sokar. “Bu kadar yatırım yaptım, şimdi vazgeçmek olmaz!” diye düşünürüz. Ancak bazen en iyi karar, o projeyi, ürünü veya stratejiyi terk etmek ve yeni bir yöne doğru ilerlemektir.
Pazarlama dünyasında ölü atlar
İş dünyasında geçmişten günümüze birçok şirket, ölü atlarını bırakmamakta ısrar etti ve bu da onlara pahalıya patladı. Örnek vermek gerekirse Kodak, filmli fotoğraf makinelerinde dünya lideriydi. Ancak dijital fotoğrafçılık yükselişe geçtiğinde, Kodak film işine o kadar bağlı kaldı ki yeni teknolojiye ayak uyduramadı. Sonunda piyasadan silinme noktasına geldi.
Aynı şekilde ülkemizde zamanında çok popüler olan onlarca giyim markası, yıllardır eskimiş ve artık talep görmeyen bir tasarımda ısrar ederek stoklarını eritmeye çalıştı. Ancak müşteri talepleri değişmişti.
Kampanyalar, reklamlar, indirimler denendi ama sonuç alınamadı. Oysaki bu enerji ve bütçe, yeni bir koleksiyon veya farklı bir pazarlama stratejisi için kullanılabilir ve böylece günümüze kadar gelebilirdi.
Ölü atı nasıl tanırsınız?
Peki, bir işin ya da pazarlama stratejisinin “ölü bir at” olup olmadığını nasıl anlarsınız? İşte bazı ipuçları:
- Satışlar sürekli düşüyorsa ve tüketici ilgisi azalıyorsa.
- Rakipler çoktan yeni bir yöne kaymış ve başarılı olmuşsa.
- Aynı yöntemi tekrar tekrar deneyip aynı başarısız sonuçları alıyorsanız.
- Çok fazla kaynak harcamanıza rağmen dönüş alamıyorsanız. Bunlardan biri ya da birkaçı size tanıdık geliyorsa, belki de “ölü atınızı” bırakıp yeni bir at bulma zamanı gelmiştir.
Ölü ata binen insan
Sözü sıklıkla markalardan ve stratejilerden ilerlettim. Ancak ölü bir ata sahip olan ve bunun farkına varamayan sadece kurumsal şirketler ya da hatalı stratejilere sahip markalar mıdır?
İşin özüne indiğimizde ölü at teorisinin doğrudan birey merkezli olduğunu görmek mümkün. İnatlaşmak, çeşitli kişisel gelişim düşüncelerinin “esiri” olmak, farklıklarını göz ardı etmek... Liste uzar gider; ancak her bir maddede insana dair bir öz eleştiri noktasını fark edebiliriz.
İşin en garip noktası ise burada başlıyor. Bir marka veya kurum ile bir insan nereden bakarsak bakalım birbirinden farklı yapılardır. Ancak söz konusu ölü bir ata binmek olduğunda, sorunlar ve çözümler sanki pek de farklı değil gibi. Bununla birlikte bir insan söz konusu olduğunda madde madde çözüm üretmek yerine birkaç kelimenin peşi sıra gitmek sorunu çözecek gibidir:
Eğer ısrarla ölü bir ata biniyorsan; stratejileri değiştirmek, bazen var olanı tamamen terk etmek, yeni ve daha verimli yollar aramak sadece aracını değil, hayata dair amacını da bulmana vesile olacaktır.
Sahip olma pahasına kaybedilenler
Tüm teoriler, düşünce biçimleri ve yaklaşımlar; her birini pratiğe dökmenin kolay olmadığını biliyorum. Sahip olma pahasına kaybettiklerimizi düşünebiliriz ama sahip olma düşüncesinden vazgeçmeyi pratiğe dökebilir miyiz? Elbette kolay değil. Ancak her şey bir adımla başlar. Vazgeçmeyi zorlu kılan da tam olarak budur.
Tam bu noktada işleri bir anlığına tersten düşünelim. “Her zorlukta bir kolaylık vardır” denir. Peki, her kolaylıkta ortaya çıkan zorluğa ne demeli? Kolay olan, aşina olduğumuz için bizi geriye çeken, bizi gelişimden ve yenilikten uzak tutan değil midir? Sorular birbiri ardına sürebilir, cevap ise sanıyorum artık ortadadır.
Her yeni başlangıç, eskinin sonunu kabul etmeyi gerektirir. O hâlde geriye sadece adım atmak kalır.
Bırakmak, yenilgiyi kabul etmek değildir
- Bazen bırakmak, kazanmanın en akıllıca yoludur. Steve Jobs, “İnovasyon, sadece yeni şeyler yapmak değil, yanlış şeylerden vazgeçmektir” derken tam da bunu kastetmişti.
İş dünyasında, pazarlamada ve hatta hayatın kendisinde başarı, yalnızca direnmekten değil, bazen de doğru zamanda vazgeçmekten geçer.
Kendi “ölü atınızı” belirleyin, ona veda edin ve enerjinizi gerçekten işe yarayacak bir şeye yönlendirin. Çünkü bazen en iyi yatırım, eskiye değil, yeniye yapılan yatırımdır.
Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.