İTÜ (İstanbul Tahtakale Üniversitesi) yönetim felsefesi

MUSTAFA ÖZEL
Abone Ol

İstanbul, Ankara veya Bursa; neredeyse her büyük şehrin kendi tahta (!) kalesi var. Tahta ama ticarî bakımdan şehrin gözbebeği! Asırlar boyunca nice kervan, nice tüccar ve hacegân konup göçmüş. Bugünün diliyle, hem AVM, hem de toptan ticaret merkezi: İthalat ve ihracat. bu kadar kritik işlevleri olan bir alışveriş dünyasının kendine özgü ilkeleri, gelenekleri, yönetim felsefesi olmaz mı?

Kendimizi İstanbul ile sınırlarsak, Tahtakale veya taht-el kale (kalealtı); Sultanhamam, Mahmutpaşa ve Kapalıçarşı ile beraber, son kırk yıla kadar İstanbul’un başlıca ticaret merkeziydi. “Osmanlı dönemi boyunca, Bizans dönemindeki iskeleler varlıklarını ve faaliyetlerini sürdürmüş, Tahtakale ve çevresi, liman içi bir semt ve en önemli ticaret iskelelerinin hemen arkasında uzanan bir ticaret bölgesi olma özelliğini devam ettirmişti.” Osmanlı çağları boyunca muhtelif ahşap eşyanın ve metal sobaların yapıldığı, oyuncakların imal edildiği ve satıldığı Tahtakale, 1980 öncesinde gayrıresmi döviz işlemlerine mekân olmasından ötürü “Tahtakale Borsası” teriminin doğmasına da yol açmıştı.1

Osmanlılar ticaret merkezlerinin asayişine büyük önem veriyor, esnaf ve tüccarı rencide edenleri en ağır biçimde cezalandırıyorlardı. Mesela, Katır Hanı’nda konaklayan tüccarın bineklerine el koyup rahatsız eden gece bekçilerine gerekli işlemin yapılmasını emreden 1593 tarihli tipik bir padişah fermanı şöyledir: “İstanbul kadısına hüküm ki, nefs-i İstanbul’da Tahtakale kurbinde Katır Hanı dimekle ma’ruf han Mahmud Paşa Camii’nin evkafından olup han içine konan misafirîn atlarına ve katırlarına subaşı tarafından assesler gelüb ulak içün aluruz deyu dahletmekle hana kimesne konmıyub vakfa küllî gadir olduğı ilâm olunmağın han içinde olanlara dahlolunmamasın emir idüb buyurdum ki... vusul buldukda han-ı mezbur içinde at ve katıra ulak içün minbaad taarruz itdirmeyesin.”2

Kader, cesarete âşıktır

Tahtakale veya taht-el kale (kalealtı); Sultanhamam, Mahmutpaşa ve Kapalıçarşı ile beraber, son kırk yıla kadar İstanbul’un başlıca ticaret merkeziydi.

Tarihten günümüze gelirsek, son yarım yüzyılın Tahtakale’sinin en göze çarpan musevî girişimcilerinden Rafael Sadi’nin 2022 sonlarında yayımlanan anıları bize bir nebze ışık tutabilir.3 Rafael Bey tam bir İTÜ (İstanbul Tahtakale Üniversitesi) mezunu; anı ve saptamalarından bir demet sunalım:

1. Mum, dibine ışık vermez! Yahudi genel ticari felsefesine göre, erkek çocuklar babalarının yanında değil, başka tüccarların yanında pişmelidirler. İyice ezilip, sıcak demirin dövülmesi misali, doğru şekli alana kadar yabancı ustaların yanında feyz almalıdırlar.

2. Öğrenmek isteyen, dayanır! Rafael Bey’in ilk patronu Şalom Yemin, daha ilk gün resmi gazeteyi önüne atar ve “Rıfat Efendi, ithalatçı olmak istiyorsan Resmi Gazete’yi okuyacaksın. Ondan sonra da oturup Gümrük Tarife Cetveli’ni ezberleyeceksin!” Hepsini birden nasıl yaparım deyince de, tokat gibi gelen cevap şudur: “Valla nasıl istersen yap, yeter ki yap. Sıçarken bile Resmi Gazete’yi okuyacaksın.” Genç Rafael (Rıfat), bu tür baskılara dayanamayıp da patronunu daha tecrübeli olan babası Aron Sadi Bey’e şikâyet edince de şu cevabı alır: “Oğlum, senin kötü bir ustan ama iyi bir öğretmenin var. Öğrenmek istiyorsan, dayanacaksın.”

3. Müşteriye her an yenilik duygusu verin! Şalom Yemin’in deposu Menekşe Han’ın ikinci katındadır. Sadece mağazadaki malları ikide bir yerlerini değiştirmekle yetinmez, depoyu bile aynı anlayışla yönetir: “Satış olmadığı zamanlar bütün depoyu yere indirtir ve rafların yerlerini değiştirirdi. Bu malların satışını hızlandıran bir teknik imiş.” Yıllar sonra, Zara mağazalarında “hiçbir ürün rafta 21 günden fazla durmayacak!” ilkesinin uygulamaya geçilmesi aynı felsefenin evrensel bir görüntüsü değil midir?

4. Kazanç, cesur olana gülümser! Şalom Yemin, İngilizce, Çince veya Japonca bilmediği halde, Uzak Duğu’ya gidip mal getirir ve çok yüksek kârla satarmış. Genç Rafael de içten içe bilenir. “Şalom Usta, Türkçe ve Arapça dışında hiçbir lisan bilmeden oralara gidip iş yapabiliyorsa, ben de giderim, dedim. İnsan aklına koyduğunu yapıyor. Yeter ki isteyesiniz.”

5. Pratik olun, ama bilimden kopmayın! Genç Rafael, bir yandan sert ustasının ocağında pişiyor, bir yandan da yükseköğrenim hayalleri kuruyor. “Şalom Yemin Fakültesi’nde 3. yılımı doldurmak üzere iken üçüncü defa üniversite giriş sınavını denemiş, Aksaray İktisat ve Ticaret Yüksek Okulu’nu kazanmıştım. (Bugünkü Marmara Üniversitesi)” Anlayacağınız, sabahtan akşama kadar “pratik fakültede” çalışıyor, akşam da “teorik fakültesine” devam ediyor.

Tecrübe, yediğiniz kazıkların toplamıdır!

Bin dokuzyüz ellili ve altmışlı yılların İstanbul’unu Tahtakale tüccarı babasını gözlemleyerek aktaran Rum genci Yani Vlastos da anılarında Tahtakale’nin çok kalabalık ve “sadece İstanbul’un değil, bütün Türkiye’nin ticaret merkezi” olduğunu vurguluyor.4

Ne yazık ki, bu merkezdeki İK (insan kaynakları) ilişkileri gayet ilkel görünüyor:

“Patronlar, çıraklara çok sert davranırdı. Zaten ana baba çocuğu patrona teslim ederken ‘eti senin kemiği benim’ demeyi ihmal etmezdi. Bu yetkiyi alan patronlar en ufak bir hatada çırağa bağırır, söver ve eşek sudan gelinceye kadar döverlerdi.” Ustalarını anne babalarına şikâyet edecek olsalar, “kim bilir neler yaptın?” diye azarlanır, üstelik haksız çıkarlardı. Meslek, bu zorlu şartlar altında öğrenilirdi.

Yani’nin babası da bu ağır şartlar altında az çok pişiverince, iki ortakla kendi işine başlıyor. Ah, girişimcilik bu kadar zahmetsiz olsa, nenem de dükkân açardı, demişler. İşte Yani’nin çizdiği resim: “Ortaklardan biri babamdan oldukça büyük, nazarî olarak işi bilen, fakat hiçbir şey yapmayan, tembel bir üçkâğıtçıydı. Diğeri ise askerliğini yeni bitirmiş efendi bir gençti. Büyük bir ihtimalle, ailesinin parasını matbaacılıkta eritmeden önce işi öğrenmek için bu ortaklığa girişmişti. Ortaklık yürümedi. Üçkâğıtçı yaşlı ortağı, kumarla en ufak bir ilişkisi olmayan babamı, paralarının eksik olduğu bir günde, ‘Hiç merak etme, bana tüyo verdiler, yüzde 100 kazanacak,’ diyerek Veliefendi’ye at yarışlarına götürmeyi becerdi. Eldeki para da gidince kavga ettiler, ortaklık bozuldu. Babam ortaklığın bütün borçlarını kabullenerek makineleri aldı ve başka bir yere taşınarak tek başına yeni bir iş kurdu.”

1.Meryem Hayır-Kanat: “İstanbul’un Merkezi İş Alanı Olarak Tarihi Mia,” Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 14/77, Nisan 2021, s. 329.

2.Ahmet Refik: Hicri Onbirinci Asırda İstanbul Hayatı, İstanbul: Devlet Matbaası, 1931, s. 10.

3.Rafael Sadi: Tahtakale, Ankara: Alter, Aralık 2022.

4.Yani Vlastos: Baba Konuşabilir miyim?, İstanbul: İstos, 2012, s. 14. 5.Oğuzhan Durmuş, “Cumhuriyet’in 100., Titiz’in 40. Yılı Kutlu Olsun,” Titiz Bülten, Bahar 2023.

Yazının devamı Z Raporu 48. sayısında