Japon yönetim ve iş felsefesi

MUSTAFA ÖZEL
Abone Ol

Japonlar, Asya’nın İngilizleri. Ada toplumu olmanın dezavantajlarını üstünlüğe dönüştürmek için canhıraş bir gayret gösterdiler.

Türkiye Dış Ticaret Şirketleri Derneği’nin (TURKTRADE) araştırma müdürü sıfatıyla ve “Japon mucizesinin esrarını çözmek maksadıyla” 1984 güz mevsiminde Tokyo’ya uçtuğumda, zihnimde Mehmet Âkif’in mısraları uçuşuyordu:

Siz gidin safvet-i İslâm’ı Japonlarda görün! O küçük boylu, büyük milletin efrâdı bugün, Müslümanlıktaki erkân-ı siyânette ferîd; Müslüman denmek için eksiği ancak tevhîd. Öleceksin! denilen noktada merdâne sebat Yeri gelsin, gülerek, oynayarak terk-i hayat. Medeniyyet girebilmiş yalınız fenniyle... O da sahiplerinin lâhik olan izniyle...1

İstiklal Marşı şairimize bu mısraları ilham eden, Japonların önce Çinlileri (1895), ardından da Rusları (1905) dize getirmiş olmalarıydı. Beni Uzak Doğu’ya uçuran rüzgârın arkasındaysa, devlet başkanı Kenan Evren ile Başbakan Özal’ın Japon başarısına çıkardıkları şapka vardı. Özellikle Japon dış ticaretinin motoru olan Mitsui, Mitsubishi gibi, iğneden uçağa her şeyin ihracat, ithalat ve offshore ticaretini yapan genel ticaret şirketlerini (sogo shosha) incelemem isteniyordu. Gitmeden birkaç gün önce ziyaret ettiğim, o zamana kadar Japonya hakkında yazılmış neredeyse tek kapsamlı Türkçe eser olan Japon Kültürü’nün yazarı Prof. Bozkurt Güvenç ile söyleştik. İki görüşünü hâlâ hatırlarım: 1.

Hocam Çin’de her aile bir şirket, Japonya’daysa her şirket bir ailedir” diyorlar. Öyle midir gerçekten? Cevap: Bu tür aforizmalar yarı gerçek, yarı şehir efsanesidir Mustafa. Japonya’yı yakından tanıdıkça önce daha doğru sorular soracak, sonra daha gerçekçi cevaplar vereceğiz, umarım.2

Japonlar genelde hayır kelimesini kullanmazlar, bu yüzden EVET dedikleri zaman da tam evet demiş olmazlar. Görüşmelerinizde “Yes, yes...” dediklerinde, bunu “Evet, sizi dinliyorum, devam edin lütfen...” diye anla. İki öğütten de çok yararlandım.

Her şirket bir aile midir?

Mitsubishi fabrikası, 1930.

Bozkurt hocanın kitabından 30 yıl kadar sonra yayımlanan iki kitapta, sorunun cevabı müspete yakın bir havada veriliyor. Tipik Japon şirketinin Japon ailesinin birçok özelliğini taşıdığını söyleyen Hitoshi Iwashita, meselenin kalbinin ongaeşi anlayışı olduğunu söylüyor. “Çok şey borçlu olduğumuz birilerine karşı duyduğumuz minnet ve geri ödeme duygusunu dile getiren bu kavram, ana babadan görülen şefkat ve ihtimama (on) karşılık, çocukların üzerine düşen borca (gaeşi) işaret ediyor.” Bir şirketin başkan yardımcısı, Iwashita’ya şirkette yapmakta olduğu işi kendisine öğreten yöneticilerine karşı duyduğu minnetin, kazanacağı parayla asla karşılaştırılamayacağını söylüyor. “Şayet çok para kazanma arzulusu olsaydım, burada çalışıyor olmazdım. Benim görevim, daha yüksek bir maaş uğruna iş değiştirmek değil, şirketimin işini büyütmektir.”3 Ziya Gökalp’in kulakları çınlasın: “Gözlerimi kaparım / Vazifemi yaparım!”

Şirketteki amirlerine (ustalarına) karşı duyulan manevî borcu bir Türk araştırmacı şöyle tespit ediyor: “Çırak (sempai) ustasına (kohai) saygı göstermeli, ona karşı yükümlülüklerini titizlikle yerine getirmelidir. ... Okulda abi-kardeş ilişkisi söz konusu olmuşsa, bu durum ileride aynı şirkette çalıştıklarında bile üst/ast ilişkisi olarak çalışma hayatına yansıyacaktır.”4 Aynı anlayış Japon savaş sanatlarında da geçerlidir. Savaşta esas olan, (komutandaki) başarı irâdesi ve savaşçıların itaatkâr ruhudur. Japon şirketlerindeki aile havasının, bu yüzden girişimci irâdenin başarısı için elzem olduğu düşünülmektedir. Diğer yandan, 21. yüzyılın Japon toplumunda bu duyguların ciddi biçimde zayıfladığını öne süren araştırmacılar da yok değil. Maddeci kültür, dünya toplumlarını birçok bakımdan tektipleştiriyor.

Japon başarı iradesi

Ondokuzuncu yüzyıl Japon sanayileşmesi üzerindeki etkili çalışmalarıyla tanınan Johannes Hirschmeier, gelişme için en önemli kaynağın başarı irâdesi olduğunu belirtiyor “Eğer bu kaynağı harekete geçirmek mümkün olursa, sermaye çoğu zaman saklı kaynaklardan devşirilebilir ve ayrıca plancı girişimcilerle gayretli bir nüfusun yoğun çabaları sayesinde yeniden oluşturulabilir.”5 İmâ ettiği gerçek şu: Meiji restorasyonu, Japon insanında başarı irâdesini teşvik etti. Böyle olmasaydı, Japon sanayileşme atılımı, Mehmet Akif’e yukarıdaki mısraları ilham eden Çin ve Rus zaferlerinin kaynağı hâline gelemezdi.

Marius Jansen’e göre, bu ekonomik başarı irâdesi 19 değil, 18. yüzyılda başlamıştır: 1770’lerde Japonya için yeni bir çağ başlar, modern Japonya çağı. Yeni bir ruh görünür: Huzursuz, meraklı ve ‘receptive’ (alıcı, yeniliklere açık) bir ruh. Şuurda, düşünme ve algılama biçimlerinde derin değişimler yaşar “bir avuç Japon.” Bu ilk dönemin simgesi, 1771’de idam edilen bir suçlunun otopsisinde hazır bulunan Doktor Sugita Gempaku’dur. “Bu otopsiden sonra anlaşıldı ki Sugita’nın edindiği bir Felemenk anatomi kitabındaki iç organların düzenine dair bilgiler doğru, buna karşılık Çin tıb kitaplarındaki bilgiler yanlıştı.”6

Sugita ve arkadaşları eve dönerken kitabı tercüme etmeye karar verirler ve “gerçekleri deney yoluyla aramaya” ant içerler. Üç yıl sonra tercüme tamamlanır ve ertesi yıl Sugita “Çılgın Bir Hekimin Sözleri” diye adlandırdığı bir söyleşide tüm Çin kültür geleneği ile alay eder. Bu ilk adımlar, “dış dünya hakkındaki geleneksel görüşün yıkılmasında birer simge” olurlar. Jansen’e göre, bu zihnî yenilenme yaşanmamış olsaydı, ne Japon girişimci zümrelerinin başarı irâdesi bu düzeylere çıkar; ne de bu atılımlar toplumda gerekli karşılığı bulurdu.

Japon modelinin farkı nerede?

Japonlar genelde hayır kelimesini kullanmazlar.

Çin ve Rus zaferleri Japon’ları emperyalist girişimlere yöneltti ve nihayette II. Dünya Savaşı’nın sonundaki talihsiz atom bombalarına kadar geldik. Bu yenilgi bir yandan Japon toplumuna büyük bir travma yaşattı, ama bir yandan da başarı irâdesini yeniden biledi. Almanlar gibi onlar da ikinci bir diriliş yaşadılar. 1970’lerde mal satmadıkları ülke kalmadı ve 1980’ler birçok bakımdan bütün dünyada Japon onyılı oldu. Sanayi şirketleri o kadar rekabetçiydi ki, yüksek ihracat (dolayısıyla yüksek cari denge fazlası) yüzünden, Dolar/Yen kuru 250’den 100 dolayına geriledi. En tanınmış Amerikan şirketleri Japonlar tarafından satın alınmaya başlandı. Toyota ve Honda gibi arabalar kalite, yakıt tasarrufu ve ekonomik fiyat bakımından Amerikan pazarında GM ve Ford gibi dev markalardan daha fazla rağbet gördü. Japon yönetiminin Batı yönetim tarzlarına karşı üstünlüğü, haklı olarak dünya medyasını meşgul etmeye başladı.

Japon yönetim sanatının emsalsizliğine dair peş peşe kitaplar yayınlanmaya başladı. Honda’nın kurucularından Takeo Fujisawa, Batı tarzı yöneticilikle Japon yönetim felsefesi arasındaki farklarla ilgili olarak kendisine yöneltilen bir soruya şöyle cevap veriyordu: “Japon ve Amerikan yöneticilik uygulamaları yüzde 95 aynı ve fakat bütün önemli bakımlardan ayrıdırlar.” Japon ve Batılı yöneticileri arasındaki kültürel farklılıklar, sadece Amerikalı ve Avrupalılar için değil; Amerika’da yatırım yapan Japon şirketleri için de en büyük engeldi. The Economist’in haberine göre, New York’taki Japon Derneği’nce Kasım 1990’da düzenlenen iki seminerde bu farklılıkların ne denli çarpıcı olduğu eğlenceli bir biçimde açığa çıkmıştı:

“Amerika’da çalışan Japon üst-düzey yöneticileri için düzenlenen ilk seminere, hemen hemen hepsi birbirine eş koyu elbiseler giymiş 25 kişi katıldı. Odanın boğucu ısıtma sistemine rağmen, ceketlerini çıkarmayı kararlı biçimde reddettiler. Kahve molaları programlandığı üzere tam on dakika sürdü. Öğle yemeğinde biribirlerini biraz daha iyi tanıyıncaya kadar hiçbir soru sormadılar. Genel olarak saygılı ve hep kibardılar. Amerika’daki Japon yan-şirketlerinde çalışan 25 Amerikalı yönetici için düzenlenen ikinci seminere ise sekiz kadın getirilmişti. Yöneticilerin bir kaçı daha odaya girerken çıkardılar ceketlerini. On dakikalık kahve molası 20 dakikayı geçti. Katılımcılar soru üstüne soru sordular ve bir kaçı konuşmacıların söyledikleriyle saldırgan biçimde tersleştiler.”7

Sanayi çağının samurayları

İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki Japon girişimciliğini araştıran Gustav Ranis, 1955 yılında Japon iş hayatını nitelemek için cemaat-merkezli girişimcilik ifadesini kullanıyordu.

Hirschmeier ise, 1868 Meiji Restorasyonu’nun eski rejimi yıkmak suretiyle milletin enerjisini serbest bıraktığını ve bu enerjinin yeni bir hedefler setine yöneltildiğini söylüyordu: “Güçlü Ordu, Zengin Ülke” Meiji çağı girişim duygusunu tadıyor, “eski coşkun samuray ruhu” sanayi ekonomisinin inşasında kullanılıyordu. Meiji sanayi şirketlerinin düşük kârlarını ve Meiji girişimcilerinin biyografilerini inceledikten sonra, Hirschmeier Japon iş liderlerinin “devletin hedeflerini kendi kârlarının önüne koyan emsalsiz bir adanmış milliyetçiler topluluğu” olduğunu ileri sürüyordu: Sanayi çağının samuraylarıydılar.

Japonlar, özel girişimin, sermaye ve kâr kavramlarının farkındaydılar elbette. Ancak, “özel teşebbüsün erdemlerinden şüphe etmemelerine karşılık, Japon iş dünyasının temsilcileri arasında kişisel çıkarın rolünü umursamayan veya reddeden hâkim bir eğilim vardı. Hatta, Japon kapitalizminin sözcüleri özel teşebbüsün işleyişi ile bireysel kâr peşinde koşma arasında bir ayırım yaptılar; birincisini savunurken, ikincisini haklılaştırmaya kalkışmadılar.”8 Değerlerin sürekliliği bakımından; girişimciler, samurayların hukukî mirasçısı olarak resmedildiler. Samuraylar en mükemmel eğitilmiş sınıftı ve girişimci buşido ideallerini temsil ediyordu, yani samuray tarzını. Modern işadamının özellikleri alicenaplık, cesaret, sadakat, halka hizmet ve dürüstlüktü. Hirschmeier’e göre, bu özelliklerin vurgulanması “değerler sisteminde bir boşluk meydana gelmesini önlemekle kalmıyor, Batı karşısındaki teknik aşağılık kompleksini ahlâki bir üstünlük vurgusuyla dengelemiş oluyor”du. Yani tam Mehmet Akif’in tasvir ettiği gibiydiler! Ya bugün?

1. Mehmet Akif: Safahat, İstanbul: Çağrı, 1999, s. 173.

2. Bozkurt Güvenç: Japon Kültürü, Ankara: Türkiye İş bankası, 1983.

3. Hitoshi Iwashita: Japanese Management: International Perspectives, New York: Routledge, 2017, s. 89.

4. Hasan Günaydın: Japon Mucizesinin Sırları, İstanbul: İlgi Kültür Sanat, 2014, s. 72.

5. Johannes Hirschmeier: The Origins of Entrepreneurship in Meiji Japan, Cambridge: Cambridge University Press, 1965, . 288.

6. Marius B. Jansen: Japan and Its World, Princeton: Princeton University Press, 1980, s. 8.

7. The Economist, 24 Kasım 1990, s. 78.

8. Byron K. Marshall: Capitalism and Nationalism in Prewar Japan, Stanford University Press, 1967, s.45.