Korumacılık ve pragmatik adımlar: Trump dönemi ticaret savaşları yeniden mi başlıyor

HABER MASASI
Abone Ol

Amerikan tarihinin kesintili iki dönem başkanlık yapan ikinci ismi Donald Trump, 20 Ocak’ta resmen görevine başladı. Devir-teslim töreni, protokol konukları ve iki farklı konuşması ile şimdiden tarihe geçti; tanınmış şirket patronları yeni kabinenin önünde kendilerine yer bulurken, resmi protokol ile halktan destekçilerine sadece dakikalar içinde birbirinden farklı konuşma içeriği ile hitap eden bir Trump profili tarihe geçti.

Ulusa veda konuşmasında Amerikan halkını; “köklü demokrasinin acımasız düşmanları olan ultra-zengin teknoloji oligarklarına karşı” uyaran Biden’in kuvvetli ifadeleri, ancak zaman içerisinde test edilecektir. Eisonhower’ın; aynı bağlamda ve ancak “askeri-savunma sanayii hedef alan” benzer uyarısından altmış yıl sonra ilk kez yaşanan bu ironik durum dikkatle not ediliyor. Artık dikkatler, resmen göreve başlayan Trump’ın aralıklı ikinci döneminde hangi icraatlere imza atacağı ekseninde yoğunlaşıyor. İş Trump’a geldiğinde, önceki dönem veri ile izlenimlerinin ne ölçüde güvenilir kestirimlere temel teşkil edebileceği, en azından “tartışmalı” hale geliyor. Üstelik, zıtlıkları bağdaştırma ve farklı ambalajlama konusunda ustalığı kanıtlanmış bir siyasetçi-münazaracı- müzakereci ile karşı karşıya bulunulduğuna dair şüphe bulunmuyor. Kampanya finansmanında ve protokolde ilk sırada yer verdiği süper zengin teknoloji çarları ve büyük iş adamları ile kol kola olurken, seçmenlerin çoğunu; “sıradan vatandaşların savunucusu” kimliği ile kucaklayabiliyor. Los Angeles-Kaliforniya’da yaşanan yangın felaketlerini; bir uzlaşma-yumuşama fırsatı olarak değerlendirme yerine, tam aksi ifade ve tavırlarla “kutuplaştırarak yönetme” taktiğini derinleştiriyor. 47. Dönem başkanlığında “dış ticaret düzenleme ve ek vergileri” konusunun ön plana çıkarılacağı, adeta baştan ilan edildiği için, herkesin bilgi ve beklenti dairesinde bulunuyor. Bununla birlikte, beklenen ilave dış ticaret vergi düzenlemeleri, imzalanan ilk başkanlık kararları içinde yer almıyor. Üstelik, yüzde 25 düzeyinde oranlar için genel beklenti oluşmuş iken, Trump; ilk kez yüzde 10’luk vergi oranlarından bahsediyor. Putin’e yönelik ve Ukrayna eksenli yeni yaptırımlar “taze” tehdidi de dikkate alınınca, Trump’ın; pazarlıklarda elini güçlendirme ve kaldıraç kullanma stratejisinden vazgeçmeyeceği değerlendiriliyor. Nitekim, yakın zamanda, Avrupa Birliği’ne yönelik olarak ortaya koyduğu; “Amerikan petrol ve likit gazı alınmadığı takdirde %10 ek gümrük vergisi getirilmesi” tehdidi zihinlerdeki yerini halen koruyor!

Resmin bütününe bakıldığında, Amerika’nın federal bütçe gelirleri içindeki ithalat vergileri kalemine bakmak gerekiyor. Amerikalı meslektaşlarımızla yaptığımız değerlendirmeler sonucu bu oranın sadece %2.1 oranında seyrettiğini görüyoruz. İşte, meselenin özünde yatan bu aritmetik gerçeği unutmamak durumundayız.

1930’larda ticaret politikaları bakımından en yüksek korumacılık düzeyine ulaşan ABD’nin o günlerine dönmek gerçekçi görülmüyor. Takip eden yıllarda ABD tarihinin en büyük ticaret anlaşması olarak ortaya çıkan ve Kanada ile Meksika arasında engelleri kaldıran NAFTA anlaşmasının, ilkesel ve pratik geçerliliğini bir anda ortadan kaldırmanın mümkün görülmediği de biliniyor. Öte yandan, Çin ile dış ticaret kulvarında, gümrük tarifeleri dışında ve onları aşan yapısal ve operasyonel sorunlar bulunduğu biliniyor ve bu konular çalışılıyor. Çin’in kırk yılı aşkın bir süredir kendisine dayatılan “fasoncu/büyük ölçek/düşük maliyet” temelli Batı modelini taşımayı artık reddetmesi gerçeği her türlü gelişmenin ana kaynağı görülüyor. Gelinen noktada, Çin’in rekabetçi güç ve stratejilerine, yeni gümrük tarifeleri üzerinden sonuç alma opsiyonu, ABD için de büyük ölçüde kısıtlanmış oluyor.

Uluslararası ticaret ve gümrük vergisi konuları, ABD devletini kuran İngiliz aleyhtarı ayaklanmada önemli rol oynayan 1773 tarihindeki “Boston Çay Partisi” olayına kadar uzanan bir geçmişe sahiptir. 1800’lerin ortalarında, Amerikan İç Savaşına giden süreçte, Güney’in gümrük tarifelerine karşı; Kuzey’in ise korumacılığa taraftar olduğu biliniyor. 1854’de kurulan Cumhuriyetçi Parti’nin kuzeyli kökleri üzerinden korumacılığı desteklediği tarihsel olarak arşivlerde yer alıyor. 1930’da Cumhuriyetçi Başkan Herbert Hoover’ın gene Cumhuriyetçi ağırlıklı Kongre desteği ile geçirdiği Smoot- Hawley Yasası ile gümrük vergileri, tam bir ekonomik krizin ortasında, tarihi zirvelere çıkarılıyor. Esas amacın, pahalı hale gelen ithal ürünler üzerinden Amerikan yerli ürünlerini korumak olduğu anlaşılıyor. Ancak, diğer ülkelerin getirdiği karşı gümrük vergileri sonucunda sadece iki yıl içinde Amerikan dışsatımının üçte iki oranda azaldığı kayıtlara geçiyor. Bu durum, “ticaret savaşları” gerçeğinin önde gelen örneklerinden birisi sayılıyor. Hemen dört yıl sonra,1934’de, Demokrat Başkan Roosevelt döneminde ise yeniden liberal dış ticaret politika ve tarife indirimleri geçerli kılınıyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Amerika’nın ana kurucu ve banisi olduğu yeni küresel mimari içerisinde Dünya Ticaret Örgütü (WTO) de yer alıyor. Esasen, ağırlıkla ABD Kongresi kaynaklı 1950 yılındaki muhalefetten başlayarak, “uluslararası ticareti düzenlemek ve serbest ticareti yaygınlaştırmak” kuruluş amacını taşıyan WTO’nun önü kesiliyor ve ancak 1995 yılında Uruguay Zirvesi ile işlerlik kazanabiliyor!.. Arada geçen uzun yıllar boyunca uluslararası ticareti düzenleyen fiili mekanizma olarak GATT (Vergi ve Gümrükler Genel Tarifesi) kullanılmış oluyor. Tarife dışı engeller; anti-damping düzenlemeleri; uluslararası patent hakları gibi önemli başlıklar ile uğraşan bir WTO varlığını sürdürüyor. Ancak, organizasyonun en önemli işlev ve ilgili mekanizmalarından birisi olan “uluslararası tahkim ve çözüm süreçleri” aksaklıklarla zayıf düşürülmüş oluyor. WTO’yu; ”kendisi aleyhtarı olmakla suçlayan” ABD, Trump döneminde ilgili mahkemeye yargıç ataması yapmayarak, işlem ve örgütü çalışamaz hale getiriyor.

Siyaseten kafaların ve alınan tutumların farklılaştığı takip ediliyor. Demokratlar ve Cumhuriyetçiler saf ve fikir değiştirmeye devam ediyorlar. Büyük Buhran yıllarından bu yana Amerikan ticaret politikalarının daha ziyade liberal/serbestçi bir profil sergilediği izleniyor. Demokrat Başkan Clinton tarafından da desteklenen NAFTA anlaşması, halen tartışma konusu olmayı sürdürüyor.

Başkan Trump’ın ikinci döneminde de bu söyleme destek vermesine şaşırmamak gerekiyor. Demokrat senatör John Edwards’ın iki binli yılların başında ifade ettiği NAFTA karşıtı söylemler, halen geçerlilik taşıyor; destek buluyor. Yine aynı dönemlerden başlayarak Demokrat senatör Byron Dorgan’ın ortaya attığı korumacı görüşler ve iddialı savlar ( NAFTA yüzünden bir milyon civarında istihdam kaybı, vb.) bugünlerde, Cumhuriyetçi Trump tarafından yeniden sahiplenilmiş görünüyor. Yakın tarihlerde Amerika’nın Avrupa Birliği ile yaşadığı “Muz Savaşları” veya Bush döneminin “İthal Çelik Vergisi” gibi uygulamaların getirdiği; tetiklediği ve ortaya çıkardığı dinamikler de halen çalışılmaya devam ediliyor. Genel eğilim, tüm dünyada uluslararası ticaretin serbestleştirilmesi olmakla birlikte, Trump’ın ikinci döneminde de korumacı eğilim ve pazarlık kartlarını elde tutmaya devam edeceğine şüphe bulunmuyor. Üstelik, beyin takımında yerini koruduğu görülen Prof.Dr. Peter Navarro’ nun varlığı bu öngörümüzü destekliyor.

  • Trump’ın ilkesel saik ve temeller dışında pragmatik-faydacı önceliklerle yürüme itiyadını, ticaret politikaları için de geçerli kılacağını düşünenlerin sayısı, şimdilik ağır basıyor.

Ancak, şu günlerde devam eden Davos Zirvesi’nde ifade edilen bir ifade de gözlerden kaçmıyor; “İkinci Trump dönemi, ilkine oranla iki yüz kat daha fazla belirsizliği gündeme getiriyor!”

Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.