Küresel resesyon endişeleri yeniden depreşti

HABER MASASI
Abone Ol

Dünya ekonomisini 2020’de finansal krizin eşlik ettiği küresel bir resesyonun beklediğine ilişikin tartışmalar, 2018 yılının son aylarından bu yana bir alevlenip bir sönüyor. Resesyon olasılığı tahminleri farklı çevrelere göre değişiklik arz ediyor. Olumlu olumsuz tüm tahminlerin gölgesinde, Dünya Bankası’nın 2019 yılsonu için büyüme beklentisini düşürerek yüzde 2,6 ile resesyon sınırına çektiği görülüyor.

2019’un sonlarına doğru yaklaştığımız bugünlerde, dünya çapında yaşanan siyasal ve ekonomik krizler, dünya ekonomisindeki resesyon ihtimalini artırıyor. Ekonomi çevreleri, son dönemde Brexit gibi gelişmelerin yanı sıra ABD ile Çin arasındaki olası bir ticaret savaşının dünya ekonomisinin büyüme hızı üzerinde yapacağı olumsuz etkilerden, bu etkilerin dünya ekonomisini resesyona itmesinden özellikle korkuyor. Her ne kadar son G-20 Zirvesi’nde ABD ile Çin arasında diyaloğun canlandırılması, bu korkularda bir gerileme yaratmış gözükse de görüşmelerin başarıyla sonuçlanmasının önündeki engeller hala yerli yerinde duruyor. Olumsuzluklar birikmeye devam ediyor.

Dünya çapında olumsuz veriler

Gelişmeler piyasaların bir resesyon, buna bağlı olarak da faiz oranlarında bir gerileme beklediklerini gösteriyor. ABD’de son 7 resesyon öncesinde, bono piyasalarında getiri eğrisi tersine dönmüştü. Tüketici ve yatırımcı güven endeksleri düşmeye devam ediyor. Moody’s tarafından hazırlanan ‘Sanayi Şirketlerinin Tahvil Getirisi Eğrisi’ son 63 yılın en düşük seviyesine indi. ABD sanayi üretimi daralma hattına gerilerken, IHS Markit İmalatçılar Satın almacı Manager Endeksi Eylül 2009’dan bu yana en düşük düze - ye gerileyerek 50’nin altına düştü. Bu düşüş giderek hizmetler sektörüne de yayılmaya başladı. ABD’de iflas açıklayan şirketlerin sayısında Temmuz ayında yüzde 5 oranında bir artış yaşanırken, büyük perakende grupları giderek şubelerini kapatıyor.

Çin ekonomisi de yavaşlamaya devam ediyor. Dünyanın en büyük ekonomisi Çin’de sanayi üretimi büyümesi Temmuz ayında 17 yılın en düşük seviyesine geriledi. Temmuz ayında sanayi üretimi büyümesi yıllık yüzde 4,8’le bir önceki aya göre yüzde 6,3 zayıfladı. Perakende satışlar yüzde 7,6 artarak beklentilerin altında kalırken, aynı zamanda Nisan ayından bu yanaki en zayıf ivmesini kaydetti. Dünya ekonomisinde adeta bir öncü gösterge olarak bilinen Güney Kore ihracatı artış hızı da Haziran’da son 3,5 yılın en düşük düzeyine inmiş durumda. Japonya’da ihracat altı aydır sürekli düşüyor. Japonya imalat sanayi performansını ölçen Tankan Endeksi 2016’dan bu yana en geri düzeyinde seyrediyor. Rusya 2019’un ikinci yarısında teknik olarak resesyona girebilir. Bu son uyarı, Moskova’da faaliyet gösteren finans araştırmaları kurumu Stolipin Ekonomik Büyüme Enstitüsü’nden geldi.

İngiliz Financial Times gazetesinin aktardığına göre Euro Bölgesi’nde, Fransa hariç tüm ekonomilerde üretim düşüyor. Bölgenin en güçlü ekonomisi Almanya’da 2019 için büyüme oranı beklentisi yüzde 1,6’dan yüzde 0,6’ya çekildi. Avrupa Merkez Bankası’nın da ekonomiyi desteklemek amacıyla bono alımlarına yeniden başlaması resesyon beklentisinin kritik bir aşamaya geldiğini gösteriyor. İngiltere’de Satın Alma Müdürleri Endeksi, ekonomik büyümenin Nisan-Haziran döneminde negatif alana geçtiğini gösteriyor. Haziran ayında imalat ve inşaat sanayi üretimleri de negatif alana geçmiş. Hizmet sektörü çıktıları üç yıldır ilk kez geriliyor. Kısacası İngiltere’de bir resesyonun başlamış olduğu söylenebilir.

Mali kriz korkusu

Otomotiv, demir çelik, inşaat gibi sektörde kronik kapasite fazlası sorunu yaşayan dünya ekonomisi bir daralma dönemine girerken ABD ile Çin arasında gelişen ticaret savaşı, ABD’nin bu savaşı Avrupa ülkelerini de kapsayacak biçimde genişletme eğilimi, resesyon olasılığını iyice artırdı. Bir ekonomik daralma, şirketlerin borçlarını servis etme kapasiteleri üzerinde olumsuz etki yapıyor. Bu etki hızla bankalara, varlık piyasalarına doğru yayılıyor. Eğer merkez bankalarının ve hazinelerin elinde piyasaları, mali sektörü destekleyecek araçlar varsa daralmanın resesyona, bankalarda ve mali piyasalardaki sorunların da finansal krize dönüşme olasılığı azaltılabiliyor. Son mali krize yol aşan etkenler hala varlığını sürdürüyor. O krizin temelinde yatan 140 trilyon dolarlık büyük borç dağı daha da büyüdü ve 240 trilyon dolarla dünya hasılasının yüzde 300’üne ulaştı.

Toplam küresel borç içinde payı 2007’de yüzde 7’den, 2017’de yüzde 27’ye çıkan “yükselen piyasalar” ekonomileri de tehlikede. Birçok analist The Economist ve Forbes dergileriyle, Financial Times gazetesi gibi yayımlarda, geçen mali krizden gereken derslerin ve yeterli önlemlerin hala alınamadığını savunuyor. Gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının elindeki araçlarda büyük ölçüde tükenmiş durumda.

Zaten düşük hatta negatif alanda olan faizleri hızla indirmek, parasal genişlemeye gitmek bu kez çok zor. Sonuç olarak 2020 yılında bir resesyon olasılığı güçlü. Bu olasılık bir ticaret savaşı ortamında hızla artacak gibi gözüküyor. Resesyonun gerçekleşmesi durumunda, bunun bir finansal kriz yaratma riski de artmaya devam ediyor.

Merkez bankaları resesyonu engelleyemeyebilir

ABD ve AB ile diğer ülke merkez bankaları da bu koşullar ve beklentiler içinde piyasa dostu ve genişlemeci para politikaları uygulayacak. Ancak ticaret savaşları artarak yaşanırken merkez bankalarının genişlemeci politikaları uygulaması sadece olası bir resesyonu geciktirecek. Bu nedenle merkez bankaları da yeterli olamayabilecek.

Kapitalist ana akım iktisat teorisi ideologlarının bu duruma önerdiği çözümlerse yaşı yaklaşık 100 yılı bulan çözümlerin ötesine gidemiyor. L. Summers gibi durumu “Kalıcı Durgunluk” olarak açıklayan Keynesyenler çözümü genişletici maliye politikaları ile harcamaların, böylece toplam talebin artırılmasında arıyorlar. Fischer gibi Neo-klasikler (aynı genişletmenin daha uzun zaman alacağı için) maliye politikalarıyla değil, genişletici para politikalarıyla (faizlerin düşürülmesi ya da yeni bir miktarsal kolaylaştırma gibi) yapılması gerektiğini ileri sürerken, son dönemin moda yaklaşımı Modern Para Teorisyenleri (MMT) kamu harcamalarındaki genişlemenin borçlanma yerine para basma yoluyla sağlanabileceğini söylüyorlar.

UNCTAD iktisatçısı Flashbeck’in mahcup önerisi ise reel ücretlerin bir miktar yükseltilerek toplam talebin toparlanmasının sağlanmasıyla sınırlı. Diğer yandan özellikle de 1980 yılından bu yana gelir adaletsizliği küresel çapta o kadar kötüleşti ki bu durum artık zenginlerin kendini vurmaya başlayan bir bumeranga dönüştü.

Dünyadaki en zengin 42 kişinin mal varlığı, dünya nüfusunun yüzde 50’sine tekabül eden 3,6 milyar insanla eşitken; en zengin 10 ülkenin geliri de en fakir 10 ülke gelirinin tam 77 katı. Öyle ki en alttaki yüzde 60’lık yoksul grubun 1980-2016 dönemini kapsayan 36 yılda geliri sadece 1,200 ABD doları artarken, en tepedeki yüzde 1’in geliri 100 kattan fazla arttı. Bir başka anlatımla en zengin birisi gelirini en yoksul gruptan birisinin gelirinden 14,000 kez daha fazla artırdı. Böyle bir gelir (ve servet) farklılaşması politik gücün ve iktidarın da belli ellerde toplanmasını sağladı.

  • Almanya'nın 2019 2. Çeyrek büyüme oranı: %1.1

Bu sefer durum farklı

Geçen sefer, dünya ekonomisine ilişkin veriler 2006 yılının ikinci yarısında bozulmaya başlamıştı. Ancak bozulma krize 2007 ortasında dönüştü. Kriz Lehman Brothers’ın batmasıyla bilinçlere çıktı, tüm şiddetini sergilemesi 2008’i buldu. Lehman Brothers krizin başlangıcı değil, başlamış olan krizin ilk kurbanlarından biriydi.

Bu kez erken başlayan tartışmalarda kötümser beklentiler kısa sürede en güçlü eğilim haline geldi. 2007’de mali kriz öncesi yaptığı uyarılarla bilinen Amerikalı iktisatçı Prof. Nouriel Roubini Bloomberg televizyonuyla konuşurken, “Dünya ekonomisi için korkutucu zamanlar. (…) Gelecek yıl için küresel resesyon ve finansal kriz riski var” diyordu. Amerikalı ekonomiste göre, bu sefer de ABD – Çin ticaret savaşlarının tetiklediği ekonomik durgunluk enflasyonun artmasıyla daha da ağırlaşabilir. Üstelik tüketimi arttırmayı hedefleyen klasik çözüm reçeteleriyle sorunu aşmak bu sefer hiç de kolay olmayacak.

Roubini, 2008 küresel finans krizi ile bugün küresel ekonomiyi vurabilecek negatif arz şokları arasında önemli bir farka da işaret ediyor: 2008’deki kriz, büyümeyi ve enflasyonu düşüren büyük bir negatif toplam talep şoku olduğundan para ve mali teşviklerle kriz aşılmaya çalışılmıştı. Ama bu defa dünya, orta vadede çok farklı bir politika izlenmesini gerektiren uzun süreli negatif arz şoklarıyla yüzleşecek...

Anlaşılan o ki önümüzdeki dönem de bütün dünya için son derecede dikkatle izlenmesi gereken hassas bir dönem olacak.