LNG ve nükleer kıskacında Avrupa

SERNUR YASSIKAYA
Abone Ol

Ukrayna savaşı’nda iki yılı geride bırakıyoruz. ABD desteğiyle Rusya işgaline karşı direnen Ukrayna’da cephe bir yıpratma savaşına dönüşürken, Avrupa bu sürecin etkilerini oldukça hissediyor. Kuzey Akım Boru Hattına sabotaj, Rusya lehine olan dengeyi ABD tarafına çevirirken, Washington tarihinde ilk kez net LNG ihracatçısı olarak birinci sıraya oturdu. Fransa, AB’nin sürdürülebilir enerji planları yerine nükleer yatırımlarını katlama kararı alırken, Almanya, özellikle enerji yoğun sanayisini vuran yüksek elektrik fiyatları ile gelişmiş ülkeler arasında ekonomik büyüme çerçevesinde son sıralarda yer alarak “Avrupa’nın hasta adamı” oldu.

24 Şubat 2022 tarihinde Rus ordusu üç koldan Ukrayna topraklarına girdiğinde, Avrupa ülkeleri Soğuk Savaş’ın sonuyla birlikte elde ettikleri huzur ve barış döneminin sona ereceğini bilemezlerdi. Rusya’nın sağladığı ucuz enerji ve ABD’nin savunma şemsiyesiyle yaklaşık 32 yıl boyunca ekonomik refahını korumayı başaran Avrupa kıtası, bu yıllarda ekonomik ve siyasi birliğe gidecek Avrupa Birliği’ni de inşa edebildi. Ancak her güzel şey gibi bu mükemmele yakın siyasi ortamın da bir gün sonuna gelinecekti. Çin’in yükselişiyle birlikte jeopolitik fay hatlarında biriken enerji, Ukrayna’da yıkıma sebep olurken, Avrupa için yeni milat oldu.

Bir gizli elin darbesi

Siz bu satırları okurken, Avrupa’nın hemen yanıbaşındaki savaş ikinci yılını doldurmuş olacak. Birkaç ayda sona ereceği düşünülen mücadele artık bir yıpratma savaşına dönüşmüş durumda. Bu sadece Kiev ya da Moskova’yı ilgilendiren bir durum da değil. Avrupa’nın tüm başkentleri bu yıpratma savaşının öyle ya da böyle kurbanı. Özellikle enerji alanında. Soğuk Savaş da dahil olmak üzere Rusya petrol ve doğal gazının ana ithalatçısı konumunda bulunan Avrupa ülkeleri, Moskova ile yürüttükleri alışveriş diplomasisiyle, bir yandan Rus pazarına önemli yatırımlar yaparken, kendi sanayilerini de ucuz enerji girdisiyle besliyorlardı.

Bunda, özellikle bir sanayi devi olan ve ağır sanayisi ucuz enerji giridisiyle sübvanse eden Almanya başta geliyordu.

  • Eylül 2022 tarihinde, bugün dahi kimin sebep olduğu bilinmeyen bir müdahale ile, Rus doğal gazını Avrupa içlerine taşıyan Kuzey Akım boru hattına yönelik sabotaj tüm bu hikayenin sonu oldu.

Başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkeleri için yeni bir enerji politikasının da başlangıcı. Tarihin bir cilvesi mi denir buna, tam da yeşil enerji konusunu hükümetlerinin önceliği yapmış, Jamaika Koalisyonu’nun, Berlin’de görevi devraldığı bir zamana denk gelen bu alt üst oluş karşısında Almanya büyük bir çıkmazla başbaşa kaldı. Bloomberg’in verilerine göre aynı dönemde Avrupa gaz fiyatları tarihi seviyelere yükselerek megawatt saat başına 350 euro seviyesine yükseldi. Pandeminin oluşturduğu tahribattan yeni yeni çıkmaya çalışan Avrupa ekonomisi bir başka duvara toslamak üzereydi. Sadece Berlin değil diğer AB üyesi ülkelerde de “Yeşil enerji” politikasında da dikkate değer adımlar atmaya hazırlanıyordu. 30 Mart 2023’te üzerinde uzlaşıya varılan yenilenebilir enerji yönetmeliği bu noktada önemli bir adımı teşkil etti. Üzerinde uzlaşıya varılan yönetmeliğe göre; 2030'a kadar AB'nin toplam enerji tüketiminde rüzgar ve güneş gibi çeşitli yenilenebilir kaynakların payı yüzde 42,5'e yükseltilecek. Bu hedefin yüzde 45'e çıkartılması da söz konusu olabilecek. Ulaşım, sanayi, binalar ve ısıtma alanlarına da hedefler getirilecek. AB ülkeleri, ulaşım sektöründe kullanılan toplam enerjide yenilenebilirin payını yüzde 29'a yükseltecek. Sanayi, yenilenebilir enerji kullanımını yıllık yüzde 1,6 oranında artıracak. Sanayide kullanılan hidrojenin 2030'a kadar yüzde 42'si, 2035'e kadar da yüzde 60'ı biyolojik olmayan yenilenebilir yakıtlardan sağlanacak.

Her seçiş bir vazgeçiş

Peki, bu yönetmelik nasıl sübvanse edilecek? Burada karşımıza iki şık çıkıyor. Bunlar sırasıyla ABD’den sağlanacak LNG ve Fransa’nın dev nükleer enerji hamlesiyle. Elbette bu iki olgu, Avrupa içindeki dengeleri değiştirecek nitelikte. ABD ve İngiltere’nin sağladığı askeri destekle savaşa devam eden Ukrayna, Washington’ın, Avrupa ekonomisi üzerinde söz sahibi olmasına da alan açmış oldu. Bloomberg’in 2 Ocak 2024 tarihli yayınladığı verilere göre ABD, toplam 91,1 milyon metrik ton LNG ihracatıyla Katar ve Avustralya’yı geçerek tarihte ilk kez birinci sıraya yerleşti. Bu ihracatın en büyük pazarı ise yüzde 62’lik bir payla Avrupa kıtası oldu. Daha önce ABD LNG ihracatının ana varış noktası Asya iken son iki yılda kargoların üçte ikisi Avrupa'ya ulaştı. ABD Enerji Enformasyon İdaresi (EIA) verilerine göre, 2022'de ABD'nin Avrupa'ya gönderdiği LNG miktarı bir önceki yıla göre yüzde 141 arttı. Rusya'dan gelen boru gazının da son 40 yılın en düşük seviyesine gerilemesinin ardından Avrupa'nın ABD LNG sepetindeki payı yüzde 64'e kadar yükseldi. Jeopolitik bir değişim, Avrupa enerji piyasasında kartların yeniden karılmasına ve adeta bir kutuptan diğerine geçişe sebep olmasının son yıllardaki en bariz örneklerinden birini oluşturdu. Ukrayna Savaşı’na kadar ABD’den ayrı bir siyasi, askeri ve ekonomik politika geliştirmek isteyen Avrupa, göbekten Washington’a bağlanmış oldu. Bu noktada Avrupa’da bir başka ayrışma da nükleer enerji konusunda oldu.

Nükleer’i Yeşilleştiren Fransa

Emmanuel Macron ve Narendra Modi.

Berlin ile Fransa arasında yaşanan bilek güreşinden Paris kazanan taraf oldu. Nükleer enerjiyi yenilenebilir kategorisine sokan Fransa yönetimi, komşusu Almanya’nın elinde kalan üç nükleer santrali de geçen sene kapatmasının tam tersi bir politika izleyerek, yeni nükleer santrallerin inşa edilmesini hedefleyen cömert bir enerji politikasını gündemine aldı. Elektrik üretiminin yüzde 70’ini nükleerden sağlayan Fransa, geçen Ocak ayında ülke parlamentosuna sunulan “Enerjide egemenlik” başlığını taşıyan yeni yasa tasarısıyla daha geçen yıl kabul edilen “yenilenebilir enerji yönetmeliğini” adeta çöpe attı.

  • Fransız Meclisine 8 Ocak’ta sunulan ve o günden bu yana tartışılan taslak metinde, halihazırda 82 olan nükleer reaktör sayısının artırılması açıkça savunulurken, yenilenebilir enerjiye yönelik herhangi bir hedefin belirtilmemesi dikkati çekti.

Fransa şebeke operatörü RTE’de Ocak ayının son günlerinde hazırladığı bir raporda, nükleer enerjiye yatırım olmaksızın 2050 yılında net sıfır emisyon hedeflerine ulaşmanın imkansız olduğunu belirtmesi, Paris’in “İklim mücadelesinde” hibrid bir modeli tercih ettiğini gösteriyordu. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da, sanayiyi karbon üretiminden arındırma ve elektrik kesintilerini azaltma amaçlı 34,6 milyar doalrlık iddialı bir planla, 2030 yılına kadar küçük modüler reaktör inşa ederek yeşil hidrojen üretiminde lider ülke olma hedefini ortaya koydu. Öte yandan Paris yönetimi birkaç AB ülkesini de yanına alarak nükleer enerjiyi “Yeşil finansman” kapsamına almak için yoğun bir baskıyı da Brüksel ve Berlin üzerinde kurmuş durumda. Paris, bugün nükleer enerji sayesinde Avrupa’da net elektrik ihracatçısı konumuna da geçmiş durumda.

2025’te zirve yapacak

Rusya ile eski ilişki seviyesine dönmesi oldukça zor gözüken Almanya için “Sürdürülebilir enerjiye” geçiş oldukça sancılı ve acı verici olacağa benziyor.

Nükleer enerji alanında Fransa yalnız değil. Uluslararası Enerji Ajansı’nın (UEA) hazırladığı rapora göre 2025 yılında nükleer enerjiden elde edilen elektrik üretimi tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaşacak. Burada Çin ve Hindistan gibi iki ülke lokomotif konumunda bulunuyor. UEA, nükleer enerjinin yükselişinde, devletlerin yeşil enerjiye geçiş stratejelerinde bu alanda yaptığı yatırımların rolü olduğuna dikkati çekiyor. Son dönemde Paris yönetiminin Yeni Delhi ile geliştirdiği kapsamlı stratejik ilişkiyi bu gözle de izlemek gerektiğini söyleyebilirim. Macron geçtiğimiz günlerde Hindistan Milli Günü kutlamalarında şeref konuğu olarak da yer aldı. Paris’in nükleer enerji alanındaki deneyimini Hindistan ile paylaşmaya istekli olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Avrupa'nın hasta adamı

Rusya ile enerji bağları koparılan Almanya ise çalışır durumdaki son 3 nükleer santralini de geçen yıl kapatmayı tercih ederek kendisi için oldukça riskli ve zorlu bir yolu seçmiş oldu.

  • Yoğun enerji girdisine ihtiyaç duyan bir sanayi ülkesi olan Almanya son zamanlarda “Avrupa’nın hasta adamı” diye anılıyor. Üçlü Jamaika koalisyonu içindeki anlaşmazlıklar ve Şansölye Olaf Scholz’un bir türlü koltuğun ağırlığını taşıyacak siyasi iradeyi gösterememesi Berlin ile ilgili soru işaretlerine her gün bir yenisini daha ekliyor.

Almanya Sanayiciler Birliği’nin (BDI) geçen ay açıkladığı 2024 yılı öngörülerine göre özellikle enerji yoğun sanayide, yüksek elektrik maliyetlerinden dolayı eski performansına dönmesinin mümkün gözükmediğinin altı çizildi.

Donald Trump.

BDI Başkanı Sigfried Russwurm da Alman sanayisinin, Avrupa’da değişen enerji görünümü çerçevesindeki durumunu, “Diğer büyük sanayileşmiş ülkelerin çoğunluğuyla karşılaştırıldığında Almanya’da ekonomi durma noktasına geldi” ifadeleriyle değerlendiriyor ve ekliyor “2024’te hızlı bir toparlanma şansı görmüyoruz.” Alman Federal İstatistik Ofisi de 15 Ocak’ta yaptığı açıklamada, enflasyon, yüksek enerji fiyatları ve zayıf dış talep nedeniyle Almanya ekonomisinin 2023’te yüzde 0,3 daraldığını açıklayarak, Ukrayna savaşının Berlin’e vurduğu darbenin neticesini ortaya koydu. Bu noktada Almanya’nın en büyük endişesinin 5 Kasım 2024’te gerçekleşecek ABD Başkanlık Seçimlerinden çıkacak sonuç olduğu değerlendiriliyor. Eski ABD Başkanı Donald Trump’ın ikinci kez Beyaz Saray’da koltuğa oturması Berlin’in kabusu olabilir. İlk döneminde Berlin’e karşı sert bir politika izleyen Trump’ın enerji silahını da elde etmesiyle eli yükseltmesi ve maliyetin Avrupa için yükselmesinden endişe ediliyor. Rusya ile eski ilişki seviyesine dönmesi oldukça zor gözüken Almanya için “Sürdürülebilir enerjiye” geçiş oldukça sancılı ve acı verici olacağa benziyor. Bu da başta Avrupa Birliği içindeki dengeler başta olmak üzere küresel siyasette önemli değişimlerin yaşanmaya devam edeceğini bize gösteriyor. Aslında “Kral çıplak” diyemeyen Avrupa ülkeleri, hiç istemedikleri bir maliyetle karşı karşıya kalmış durumdalar. Bu durumu ise Rusya’ya nötr yaklaşımı nedeniyle AB içinde hedef olan Macaristan’ın Dışişleri Bakanı Peter Szijjarto şu sözlerle dile getiriyor: “Nasıl oluyor da Rusya geçtiğimiz sene ABD’nin en büyük uranyum tedarikçisi oluyor? ABD, Rusya’ya yarım milyar dolardan fazla para ödedi ama biz Rus gazı satın alınca savaş sponsoru oluyoruz. Kimse aslanın sırtına atlamak istemiyor. Macaristan’ın üzerinde tepinmek daha kolay.” Anlayan için çok açık bir serzeniş.