Patronluğa hazırlanma sanatı

MUSTAFA ÖZEL
Abone Ol

Danışmanlık yaptığım şirketlerde, bir yandan babaları daha makul birer yönetici olmaya teşvik ediyor; diğer yandan çocukları “makul yönetici adayı” olmaya zorluyorum. Direnenler oluyor pek tabii, çünkü ülkemizde şirket hâlâ büyük ölçüde bir “mülk” gibi algılanıyor.

Oysa mülk olan, şirketteki hissemizdir. Şirketin kendisi kanlı canlı bir organizmadır; makul yönetilemezse, yaşayamaz. Mesela 2023 yılı başında şirketimizin piyasa değerinin 100 milyon TL olduğunu varsayalım. Dedemizin şahsî mülkü olan ve şirkete kiraladığı fabrika binamızın da arsasıyla beraber değeri 50 milyon TL olsun. Bugünkü rayiçle “şirket = 2 mülk” demektir. Fakat bu orantının üç beş yıl sonra da aynı olacağını söyleyemeyiz. Enflasyonu sıfır kabul edersek, çeşitli sebeplerle mülkümüzün değeri 60, 70, hatta 100 milyon TL bile olabilir. Veya değeri düşer, 40, 30, 20 milyon TL olur. Bu arada şirketi iyi yönetebilmişsek, piyasa değeri 150, 200, 300 milyona yükselebilir. İyi yönetememişsek, 100 milyonun altına inebilir. Hatta sıfırın altına bile düşebilir. O kadar hesapsız borçlanırız ki, şirketin bütün hisselerini alacaklılara devrettiğimiz halde, gene de borçlu kalabilir, özel mülk ve eşyamızı bile kaybedebiliriz! Netice: Şirketimizi mutlaka kendi çocuklarımız veya yakınlarımızla değil; ehliyet ve liyakati en yüksek insanlarla yönetmeye mecburuz. Çocuklarımızın yönetmesini istiyorsak, onları ehliyetli ve liyakatli olmaya hazırlamalıyız.

Eflatun ile Vehbi Koç

Vehbi Koç.

Makul Yönetici başlıklı kitabımın1 girişten sonraki ilk yazısı, ehliyet ve liyakat meselesinin teori ve pratiğine dairdi: Teori (daha doğrusu metafor) Eflatun’dan, uygulama ise Vehbi Koç’tan. Yunan bilge, Devlet başlıklı meşhur eserinde bir Fenike masalı anlatıyordu: “Tanrı, aranızdan önder olarak yarattıklarının mayasına altın katmıştır. Yardımcı olarak yarattıklarının mayasına gümüş, çiftçiler ve öbür işçilerin mayasına da demir ve tunç katmıştır. Ama arada bir, altından gümüş, gümüşten de altın doğduğu olabilir. Bunun için Tanrı, her şeyden önce önderlere, doğan çocuklara iyi yöneticilik etmelerini, içlerine bu madenlerden hangilerinin katılmış olduğunu dikkatle araştırmalarını buyurmuştur. Kendi çocukları tunçla ya da demirle katışık doğmuşlarsa hiç acımayıp, onları hamurlarına uygun işlere koyacak; çiftçi ya da işçi yapacak. Çiftçi ve işçi çocukları arasından mayaları altın ve gümüşle katışık doğanlar olursa, onları gözetecek, kimini önderliğe kimini yöneticiliğe yükseltecek; çünkü mayasında demir ya da tunç katışık olanların önderlik edeceği gün devletin yok olacağını Tanrı buyurmuştur.”2

Bu satırların üzerinden yaklaşık 2400 yıl geçtikten sonra, Vehbi Koç, oğlu Rahmi’ye şunları yazıyor (26 Haziran 1963): “İleride benim yerimi alacağına göre Almanca ve Fransızca lisanlarını da bilmeliğin şart. Bunlar İngilizcen kadar kuvvetli olmasa da müzakereleri idare edecek, gelen mektupları anlayacak kadar öğrenmelisin. Mr. Burla üç lisanı da konuşuyor. Hiç birisini tam bildiğini zannetmiyorum. Fakat işlerini idare edecek kadar biliyor. Senden de onu istiyorum. Tercümanla iş yapmanın ne kadar güç olduğunu hayatımda ben tattım. Bu yazıma dikkat etmezsen sonra çok müşkilat içerisinde kalırsın.”3 Aslında Vehbi Koç, yabancı dilin modern şirket için önemini çok daha önce kavramış ve oğlu Rahmi’yi bu yönde bilinçlendirmeye çaba harcamıştır. New York’tan yazdığı 10 Ekim 1946 tarihli mektubunda şöyle diyor: “Ben şimdi Amerika’da bulunuyorum; bu kadar ileri gitmiş bir memleketin lisanını bilmediğim, kültürüne vakıf olmadığım için pek fazla sıkıntı çekiyorum. Önüme gelenden yardım istemekteyim ve ne kadar iş bilirsem bileyim, lisan bilmediğim için kıymetim yarı yarıya düşüyor. Senden bir tek ricam, iyi oku ve istikbalde işin başına geçtiğin zaman her şeyi kendin yapmak imkânını bulur ve başkasına muhtaç olmazsın.

Birçok şeyler var ki, hayatta kendin bilmen lazım, bu da lisanla, okumakla olur. Benim bu nasihatımın ehemmiyetini bu yaşta kavramalısın; sana en büyük nasihatım okumandır. Sonra bana çok dua edersin. Oku, adam ol.”4

Vehbi Koç, kurduğu organizasyonun kan bağıyla devam ettirilemeyeceğini biliyordu. Onun için, mayasında altın ve gümüş olanları arayıp bulması gerekiyordu; 72 yaşına ayak bastığında bir vasiyetname hazırladı, eşine ve dört çocuğuna okutarak “tatbik edeceklerine dair söz” aldı. Vasiyetnamenin beşinci maddesi şöyleydi: “Her işi ehline vermelidir. Hısım, akraba veya dost diye bir kimse layık olmadığı yere oturtulmamalı ve layık olmadığı parayı almamalıdır. Buna dikkat edilmezse ehil olan insanlar gücendirilir, randımanları düşer. Akrabalara yardım etmek icap ederse başka şekilde yaparsınız.” Yedinci madde daha çarpıcıdır: “Benim tavsiyem Koç ailesinden mümkün olduğu kadar az ve ancak kabiliyetli insanların vazife almasıdır. Sevk ve idare, dışarıdan alınacak ehliyetli insanlar tarafından yürütülmelidir.”5

1.Mustafa Özel: Makul Yönetici: Çağdaş Bir Fütüvvetnâme, İstanbul: Albaraka, 2019.

2.Platon: Devlet, İstanbul: Türkiye İş Bankası KY, 2008, s. 11.

3.Vehbi Koç: Özel Arşivinden Belgeler ve Anılarıyla, 1961-1976, Cilt 2, İstanbul: YKY, 2008, s. 193.

4.Vehbi Koç: Özel Arşivinden Belgeler ve Anılarıyla, İstanbul: DK, 2006, s. 123.

5.Vehbi Koç, 2008, s. 211.

Yazının devamı Z Raporu 45. Sayısında