Su kıyameti kapıda

HABER MASASI
Abone Ol

Dünyadaki su kaynakları ‘sonsuz’ değil, hızla tükeniyor. 1940-1980 yılları arasında su kullanımı iki katına çıktı. Özellikle 20. Yüzyılın ikinci yarısından sonra hızla artan nüfus, artan gıda ihtiyacı, sanayileşen toplum, artan kirlilik ve iklim değişiminin etkileri, su kaynaklarını baskılıyor. Nüfusun hızlı artması, buna karşılık temiz su kaynaklarının sabit kalması, hatta gittikçe kirlenmesi nedeniyle su sorunu çok daha kritik hale geliyor. Üstelik günlük kullandığımız suyun değeri, bugün bile yeterince anlaşılmış değil. Mevcut suyun oldukça savurgan kullanıldığı görülüyor. Tüketim alışkanları da dünyayı gün geçtikçe su krizine biraz daha yaklaştırıyor.

Dünyanın yüzde 70’i sularla kaplı ve temiz su kaynakları tüm suyun sadece yüzde 1’ini oluşturuyor. Bununla birlikte mevcut temiz su kaynağına ulaşmak da ciddi sorun. Özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra hızla artan nüfus, artan gıda ihtiyacı, sanayileşen toplum, artan kirlilik ve iklim değişiminin etkileri, su kaynaklarını baskılıyor. Suya bağlı riskler gittikçe canlılığı tehdit ediyor. Su kaynaklarının miktar ve kalite olarak yetersiz ve erişilemez olması, doğayı, toplumu ve işleyen ekonomileri doğrudan etkiliyor. Küresel su ihtiyacı giderek artıyor. Sosyal, ekonomik ve çevresel alanlarda su sorunu, insanlığın önündeki büyük tehlikelerden biri olarak kabul ediliyor. Yaşamsal önemi nedeniyle “Su ekonomik bir mal olmaktan uzaktır” görüşü dillendiriliyor olsa da gerçekte artık suyun ticareti yapılıyor. Teması su olan raporlar, su kıyametinin kapıda olduğunu gösteriyor.

Türkiye’de su ve sudan kaynaklı sorunlara dikkat amacıyla kurulmuş olan Su Politikaları Derneği’nin (SPD) Başkanı Dursun Yıldız, “Ülkelerde çekilen su sıkıntısının hepsi fiziksel su yokluğuna dayanmıyor. Örneğin Afrika’daki su sıkıntısı fizikselden daha çok ekonomik” diye, suyun ekonomik yönüne dikkat çekiyor.

Dünya Ekonomik Forumu 2019 yılı Küresel Risk Raporu’na göre, mevcut su kaynaklarının bilinçsiz kullanımı, artan dünya nüfusu ve iklim değişikliğinin de etkisiyle yaşanacak su krizi geleceğin önemli sorunlarından biri olacak. Rapor, yakın gelecekte su talebinin arzı aşacağını belirtiyor. Su krizi, en büyük etkiye sahip küresel risklerden biri olarak görülüyor. 2014 tarihli Küresel Risk Raporu’nda da, su kaynaklarının etkilerinin genellikle yerel ölçekte yaşandığı belirtiliyor ama su güvenliğinin artık küresel bir mesele olduğunun altı çiziliyordu.

Dünya görünmez bir su kalitesi kriziyle karşı karşıya

Dünya Bankası ise 20 Ağustos 2019 günü yayınlanan son raporunda, su krizinin aslında görünen, fakat çok da dikkate alınmayan bir boyutuna dikkat çekiyor. Dünya Bankası rapordaki tespitlere göre dünya, yoğun kirli bölgelerdeki potansiyel ekonomik büyümenin üçte birini ortadan kaldıran, insan ve çevre refahını tehdit eden görünmez bir su kalitesi kriziyle karşı karşıya.

  • Sulardaki kirlilik, hem insanlar hem çevre hem de ekonomi için büyük bir tehdit oluşturuyor. Dünya Bankası’na göre su kirliliği ekonomik büyümeyi düşürüyor. Dünya Sağlık Örgütü ve UNICEF’e göre ise dünyada 844 milyon kişi temel içme suyu hizmetlerinin hiçbirinden yararlanamıyor. 4 buçuk milyar insan temiz tuvalete, 1.8 milyar insan temiz suya ulaşamıyor. Temiz suya ulaşımdaki zorluk çocukların büyümelerini ve beyin gelişimlerini de etkiliyor, bu da bu çocukların yetişkin olduklarında çalışma yaşamlarında sıkıntı çekmelerine sebep oluyor.

Sulama, yağmur suyu akması, gübrenin sızması ve kentsel atık su deşarjı gibi insan yapımı baskıların bir sonucu olarak artan tuzluluk, tarımsal verimi düşürüyor. Tüm bu etkiler ise ekonomik büyümeyi hem yoksul hem de gelişmiş ülkelerde olumsuz yönde etkiliyor. “Temiz su, ekonomik büyüme için kilit bir faktördür” tespitinde bulunan raporda, su kalitesindeki düşüşün ekonomik büyümeyi durduracağına, sağlık koşullarını kötüleştireceğine, gıda üretiminin azaltmasına yol açacağına ve birçok ülkede yoksulluğu arttıracağına vurgu yapılıyor. Rapora göre su kirliliği ekonomik büyümeyi üçte bir oranında düşürebiliyor.

Suyun yüzde 98'i sulama ve endüstriyel kullanıma uygun değil

Su, dünyada bol miktarda bulunan ve yaşam için vazgeçilmez olan, kokusuz ve tatsız H2O bileşimi diye tanımlanıyor. En küçük canlı organizmadan en büyük canlı varlığa kadar bütün biyolojik yaşamı ve bütün insan faaliyetlerini su ayakta tutuyor. Suyun dünyanın yüzde 70’ini kapsadığı biliniyor. Dünyadaki mevcut su hacminin 141 milyar metreküp olduğu belirtiliyor. Bu suyun yüzde 98’i okyanuslarda ve iç denizlerde bulunuyor. Buralardaki su tuzlu olduğu için içme suyu olarak kullanımına, sulamaya ve endüstriyel kullanıma uygun değil. Dünyadaki suların ancak yüzde 2,5’i tatlı su. Bunun da yüzde 87’si buzullarda, toprakta, atmosferde, yeraltı sularında bulunuyor ve kullanılmaz durumda. Bu tespitlere, dünya üstünde yaklaşık 35 milyon kilometreküp tatlı su bulunduğunu, bunun da sadece 105 bin kilometreküpünün elverişli tatlı su kaynağı olduğunu belirtelim.

İnsanoğlu su ihtiyacını yüzeysel sular ve yeraltı su kaynaklarından temin ediyor. Tatlı suların en özenli kaynağı yağışlardır. Küresel yıllık yağış miktarı 500 bin metreküp. Türkiyedeki tatlı su kaynakları da oldukça sınırlı ve ihtiyaca ancak cevap verebiliyor. Türkiye’nin kullanılabilir su potansiyeli 110 milyar metreküp olup, bunun yüzde 16’sı içme ve kullanımda, yüzde 72’si tarımsal sulamada, yüzde 12’si de sanayide tüketiliyor.

Türkiye yıllık ortalama alansal yağış miktarı 574 mm’dir. Bu oran dünyada ortalama 1000 mm düzeyinde. Türkiye yağışlardan su ihtiyacını sağlayamaz durumda. Türkiye’nin su zengini bir ülke değil. DSİ internet sitesinde yer alan verilere göre, kişi başına düşen yıllık su miktarına göre ülkemiz su azlığı yaşayan bir ülke konumunda bulunuyor. Kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı 1.519 m3 civarında denilen bilgilendirme notunda, “Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2030 yılı için nüfusumuzun 100 milyon olacağını öngörmüştür. Bu durumda 2030 yılı için kişi başına düşen kullanılabilir su miktarının 1.120 m3/yıl civarında olacağı söylenebilir. Mevcut büyüme hızı, su tüketim alışkanlıklarının değişmesi gibi faktörlerin etkisi ile su kaynakları üzerine olabilecek baskıları tahmin etmek mümkündür. Ayrıca bütün bu tahminler mevcut kaynakların 20 yıl sonrasına hiç tahrip edilmeden aktarılması durumunda söz konusu olabilecektir. Bu sebeple Türkiye’nin gelecek nesillerine sağlıklı ve yeterli su bırakabilmesi için kaynakların çok iyi korunup, akılcı kullanılması gerekmektedir” denilen öngörülere de yer veriliyor.

  • Ülkeler su varlığına göre sınıflandırılıyor. Eğer yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 1.000 m3’ten daha az ise o ülke ’su fakiri’ kabul ediliyor. Yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 2.000 m3’ten daha az ise ‘su azlığı’ndan bahsediliyor. O ülkenin yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 8.000-10.000 m3’ten daha fazla olduğunda ‘su zenginliği’ söz konusu oluyor. Türkiye bu açıdan biraz şanssız durumda.
  • Dünya'daki toplam su içindeki tatlı su oranı: %2.5
  • Bunun da yüzde %87'si buzullarda,topraklarda, atmosferde, yeraltı sularında bulunuyor ve kullanılmaz durumda

Türkiye su sıkıntısı çeken ülkeler arasında

Su kıtlığı yaşadığımız zaman ürünlerde ve üretimde sorunlar olacak.

Türkiye, kişi başına düşen yıllık yaklaşık 1.519 metreküp su miktarıyla “su azlığı çeken ülkeler” kategorisinde yer alıyor. HCBC ve İstanbul Bilgi Üniversitesi işbirliğiyle Doğal Yaşamı Koruma Vakfı (WWF) tarafından 2014 yılında hazırlanan ‘Türkiye’nin Su Riskleri Raporu’nda Türkiye’nin ‘su fakiri’ ülkeler arasında olma riski taşıdığı belirtiliyor. Raporda, “Türkiye sanılanın aksine, su zengini bir ülke değildir. Hâlen, kişi başına düşen 1.519 m³’lük su miktarı ile ‘su sıkıntısı çeken’ bir ülke kabul edilmektedir. Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK), Türkiye nüfusunun 2030 yılında 100 milyona ulaşacağını öngörmektedir. Bu durumda, kişi başına düşen su miktarının 1.120 m³/yıl olması beklenmektedir. Diğer bir deyişle, artan nüfusu, gelişen ekonomisi ve büyüyen kentleriyle Türkiye, ‘su fakiri’ olma yolunda ilerlemektedir” tespitinde bulunuluyor.

Bilim çevrelerinden de bu konuda sık sık açıklamalar yapılıyor, uyarılarda bulunuluyor ve önlemler alınması isteniyor. Uzun yıllardır “Havadan Sudan” diye kamuoyunu iklim konusunda bilgilendiren İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü’nden Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, Türkiye’de kuraklığın ve su sıkıntısının her geçen gün artacağını hatırlatıyor. Türkiye’nin Akdeniz çatağında olduğu için iklim değişikliğinden olumsuz etkileneceğini söyleyen Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, Ege ve Akdeniz’de yağışların yüzde 50 oranında azalacağını belirterek, “Suyu korumazsak su fakiri bir ülke haline geleceğiz. Türkiye’yi bekleyen en büyük tehlikelerden bir tanesi budur. Suya birçok alanda ihtiyaç var. Su kıtlığı yaşadığımız zaman ürünlerde ve üretimde sorunlar olacak. 2023 yılında mevcut su potansiyelimizin tümünü kullanıyor olacağız. 2023 yılından sonra su fakiri olmaya aday bir ülkeyiz” diye uyarıyor. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) gelecekte tarımda su alanında risk yaşayacağını öngördüğü ülkeler raporunda Türkiye orta-yüksek risk grubunda yer alıyor. Tarımda yaşanacak su tehlikesi endeksine göre Türkiye, 2024-2050 döneminde en çok risk taşıyan ilk 15 ülke arasında gösteriliyor.

Su kıtlığının üç nedeni: İsraf, kirlilik ve nüfus artışı

Tüketim alışkanları, dünyayı gün geçtikçe su krizine biraz daha yaklaştırıyor.

Dünyadaki su kaynakları ‘sonsuz’ değil, hızla tükeniyor. 1940-1980 yılları arasında su kullanımı iki katına çıktı. Nüfusun hızlı artması, buna karşılık su kaynaklarının sabit kalması, hatta gittikçe kirlenmesi nedeniyle, suya olan ihtiyaç her geçen gün daha da artıyor. Verilerle ortaya çıkan tabloya bakınca, günlük kullandığımız suyun değeri, bugün bile yeterince anlaşılmış değil. Mevcut suyun oldukça savurgan kullanıldığı görülüyor. Tüketim alışkanları, dünyayı gün geçtikçe su krizine biraz daha yaklaştırıyor. Üstelik su da hızla kirleniyor. Canlıların yaşaması için hayati öneme sahip sular, insanlar tarafından hızla kirletiliyor. Oysa en küçük canlı organizmadan en büyük canlı varlığa kadar, bütün biyolojik yaşamı ve bütün insan faaliyetlerini ayakta tutan su. Bu gerçek adeta yok sayılıyor. Suyun kirlenmemesi için özellikle güneş enerjisi olmak üzere, temiz ve yenilebilir enerji kullanımını öneren Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tanay Sıdkı Uyar, “Temiz Enerji ile Temiz Üretim” başlıklı araştırmasında, su kirliliğine neden olan unsurları genel olarak dört ana başlık altında topluyor. Sanayileşme, kentleşme, nüfus artışı ve tarımsal mücadele ilaçları ve kimyasal gübreler. Kullanılabilir su kaynaklarının başında yerüstü ve yeraltı suları geliyor. “Su kirlenmesi suya bağlı eko sistemlerin etkilenmesine, dengelerin bozulmasına ve giderek doğadaki tüm suların sahip oldukları kendi kendini temizleme kapasitesinin azalmasına veya yok olmasına yol açabilir” diyen Prof. Dr. Uyar, petrol ürünlerini buna örnek gösteriyor.

Prof. Sıdkı Uyar, “Havadaki ve topraktaki kirletici maddeler eninde sonunda suya geçerler. Dünyadaki tüm suların yüzde 99’undan daha fazlası bir tek sistem içinde birbirine bağlı olup genel mahiyette kirlenme tehdidi altında bulunuyor. Sularda muazzam bir canlı varlık hazinesi, dolayısı ile gıda deposu mevcuttur. Buna vaki olabilecek bir denge bozulması bütün dünyamızdaki yaşamı ciddi ve olumsuz yönde etkiler. Kirletici madde miktarı çok az olsa bile suda erimediği zaman, su üzerinde çok ince bir tabaka teşkil edince, sudaki hayat önemli bir derecede etkilenebilir. Bunun nedeni atmosferdeki oksijen ve ısı alışverişinin zorlaşmasıdır. Denizlerden buharlaşan sular yukarıda yoğunlaşıp yağmur halinde aşağıya düşünce pek çok pislikleri ve suda eriyen maddeleri beraberce nehirlere ve özellikle denizlere doğru sürüklerler. Bu şekilde pislikler ve kirleticiler durmadan havadan ve topraktan sulara geçerler. Sulara ve denizlere geçen maddeler okside edilebilir cinsten iseler sudaki erimiş oksijeni yakacaklarından sudaki hayat şartlarını zorlaştırırlar” diye belirtiyor. Bununla beraber sanayileşme ve kentleşmenin de önemli olduğunu belirten Prof. Dr. Uyar, kaygısını yer altı suları için dillendiriyor. “Endüstriyel kuruluş atıklarının arıtılmadan akarsulara verilmesi veya bu atıkların toprağa gömülmesi sonucu bu atıklar yağmur sularına karışarak yeraltı sularının kirlenmesine sebep olabilmektedir.”

Bir yıllık su 6 ayda tüketilir oldu

Limit aşımının her sene geri gitmesinin temel nedenleri ise plansız ve kar odaklı sanayileşme ile yaşam tarzı.

Bilinçsiz tarımsal sulama, kirlilik ve nüfus artışı su kıtlığının başlıca nedenleri arasında gösteriliyor. Dünyanın erişilebilir tatlı sularının yüzde 70’i tarımda kullanılırken, verimsizlik ve yanlış tarım yöntemleri nedeniyle kullanılan suyun yüzde 60’ı israf ediliyor. Hindistan, Çin, Avustralya, İspanya ve ABD gibi gıda üretiminde başta gelen birçok ülke su kaynaklarının sınırlarını zorluyor.

Su kıtlığının bir diğer nedeni olan kirlilik; çiftlikler, arıtılmamış atık su, endüstriyel atıklar ve tarımda kullanılan gübre ve pestisitler gibi birçok nedenden kaynaklanıyor. Oluşan kirlilikten yer altı suları da etkileniyor.

Son 50 yılda insan nüfusunun iki katından fazla artması ve beraberindeki gelişmeler, tatlı suyun bilinçli kullanımı konusundaki endişeleri de artırıyor. Gıda, barınak, giysi, emtia ve enerji üretiminin yükselmesi su kaynakları üzerinde ek bir baskıya neden oluyor. Kaynaklar hızla tükeniyor. Ki, bu yıl ilk kez 29 Temmuz tarihinde insanlık, bu yılın hakkını bitirip, gelecek yılın doğal kaynaklarını kullandı. Küresel Ayak İzi Ağı’nın açıkladığı rakamlara göre, 1 yıllık doğal kaynakların tüketim günü olan Küresel Limit Aşım Günü, bu yıl dünyada 29 Temmuz, Türkiye’de ise 27 Haziran olarak belirlendi. Aşım günü her yıl biraz daha erken bir tarihe kayıyor.

Tüketilen kaynakları üretmek ve yaratılan atığı bertaraf etmek için gereken toprak ve su alanını işaret eden ekolojik ayak izi büyüdükçe limit daha erken aşılıyor. Limit aşımının her sene geri gitmesinin temel nedenleri ise plansız ve kar odaklı sanayileşme ile yaşam tarzı. Toplumun her an daha fazla tüketime itildiği, kullan-at ürünlerin arttığı, enerji politikalarının vasıfsızlaştığı, petrol temelli sanayi ve yaşam tarzı (karbon ayak izi) gibi etkenler limit aşımını hızlandırıyor. Yine aynı şekilde kent planları, gıda üretim modelleri de aşımda önemli etkiye sahip. Küresel Ayak İzi Ağı raporu, İstanbul’un iklim değişikliğine karşı savunmasız kentlerin başında yer aldığını tespit ediyor.

  • Dünyayı kapsayan su: %70

Ülkelerin rekabet gücü artık sanal su ile ölçülüyor

Sınırlı su kaynağı bulunan ülkeler, görece su değerinin düşük olduğu ülkelerden su yoğun ürünler satın alabilir.

Küresel su krizi, küresel risklerden başında yer alıyor. Dünya Ekonomik Forumu 2019 yılı Küresel Risk Raporu’na göre, yakın gelecekte su talebi arzı aşacak. Bu nedenle su tüketini etkileyen her konu, dünyanın her yerinde hassas bir şekilde ele alınıyor, bilinçlendirme çalışmaları yapılıyor, çözüm önerileri araştırılıyor. Yiyip içtiğimizden ne giydiğimize kadar birçok alışkanlığımız su kaynaklarının kullanımını etkiliyor.

Bu kavrama göre, sınırlı su kaynağı bulunan ülkeler, görece su değerinin düşük olduğu ülkelerden su yoğun ürünler satın alabilir. Bu ekonomik formüle bakıldığında su artık, hidrogüç, termal güç veya nükleer güç anlamına geliyor, ihracat ürünlerinin değerine etki ediyor. Sanal suda bilinçli ticaretten yarar sağlamak için Su Ayakizi Ağı’nın sağladığı birçok ülkenin istatistiklerine göre, örneğin bir ton soya filizi üretimi Hindistan’da 4124 metreküp, Endonezya’da 2030 metreküp ve Brezilya’da 1076 metreküp su gerektiriyor. Soyada ortalama dünya rakamı 1789 metreküp. Eğer et üretimini ele alınırsa, su ayak izi daha da çeşitlilik arz ediyor. Bir ton et üretimi Hollanda’da 11681 metreküp, Rusya’da 21028 metreküp, Meksika’da 37762 metreküp su gerektiriyor. Et üretimi ortalama dünya rakamı ise 15497 metreküp. Dünya temiz su için dünya çapında rekabet halinde. Dolayısıyla etkin su kullanımı, ülkelerin rekabet gücünün çok önemli bir kaynağı haline geliyor.

Artık kullanılan, tüketilen her ürün için sanal su değeri var. BM Gıda ve Tarım Örgütü’ne göre, bir fincan kahve için, tohumu toprağa ekildikten önümüze gelene kadar toplam 140 litre su harcanıyor. Tarım ve hayvancılık, dünya genelinde var olan suyun yüzde 70’inin kullanıldığı alanlar olarak karşımıza çıkıyor. Et ve kümes hayvancılığıysa en çok su talep eden üretim sektörü. Bir kilo sığır eti için ortalama 15 bin 400 litre su gerekiyor. Bu suyun büyük çoğunluğuysa hayvan yemi üretmek için kullanılıyor.

Sadece gıda değil, giyim sektöründe de ayda tonlarca litre su harcanıyor: Basit bir t-shirt için 2 bin 720 litre, bir adet kot pantalonu üretmek içinse yaklaşık 10 bin litre su gerekiyor.

  • Dünya'daki mevcut suyun hacmi: 141 milyar metreküp
  • Yeryüzündeki kullanılabilir ve içilebilir su kaynağı: %0.2

Su krizine küresel ölçekte çözüm aranıyor

Prof. Dr. Tolunay iklim değişikliği neticesinde Türkiye’de de sıcaklığın ortalama 3 derece artacağını belirtiyor.

Suyun, kriz oluşturmasına sebep olan faktör küresel ısınma. 2030 yılı için yapılmış bir senaryoda dünya ortalama sıcaklığının 6 dereceden fazla artacağı, bununla deniz seviyesindeki artışın 3,7 metre olacağı ve deniz kenarındaki alanların yüzde 50’den fazlasının sular altında kalacağı öngörülüyor. Buna göre, atmosferdeki 1 derecelik küresel ısınma, dünya üzerindeki temiz su kaynakları üçte bir oranında azalıyor. 2 derece yükselse, buzullar eriyor Grönland buz yüzeyi 140 yıl içinde tamamen yok oluyor ve Miami, New York ve Londra gibi büyük şehirler sular altında kalıyor. 3 derece yükselmesi durumunda, diğer felaketler bir yana deniz suyu temiz su kaynaklarına karışmaya başlıyor, küçük ve orta çapta tüm su havzaları kuruyor. 4 derecenin üzerindeki ısınma ise tam anlamıyla felaket senaryoları serisi anlamına geliyor.

Atmosferde milyonlarca yıldır 180- 280 ppm arasında değişen eşdeğer CO2 emisyonu son yarım yüzyılda hızla arttı ve Mayıs 2013’te 400 ppm CO2 sınırı aştı. Ekonomi Gazetecileri Derneği (EGD) Küresel Isınma Kurultayı Bilim Kurulu üyesi ve İstanbul Üniversitesi - Cerrahpaşa Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay’in kaleme aldığı EGD Küresel Isınma Kurultayı sonuç bildirgesindeki veriler Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor. Prof. Dr. Doğanay Tolunay, küresel olarak sıcaklıkların 2 C° artmasına neden olacak 450 ppm CO2 konsantrasyonuna 2035-2040 yıllarında ulaşılabileceğini belirtiliyor, bunun anlamı, dünyayı büyük su kütleleri istila edecek.

Prof. Dr. Tolunay iklim değişikliği neticesinde Türkiye’de de sıcaklığın ortalama 3 derece artacağını belirtiyor. Küresel ısınmayla oluşacak su felaketlerinin vehametini, ülkesini Türk kamuoyuna İstanbul Sanayi Odası’nda düzenlenen Küresel Isınma Kurultayı’nda anlatan Bangladeş İstanbul Başkonsolosu Dr. Muhammed Munir ul İslam, “Dünyanın 1 derece ısınmasıyla Bangladeş’in yüzde 20’si sular altında kalacak. Gelecekteki en önemli sorunlardan biri iklim mültecileri olacak” sözleriyle dile getiriyor. Felaket çok da uzak değil. Bir nehirler ülkesi olan ve ekonomisi sudan yoğun beslenen tarımsal ürünlere dayanan Bangladeş’te 163 milyon kişi yaşıyor. Bangladeş’in yüzölçümünün Türkiye’nin beşte biri kadar olduğunu hatırlatan Muhammed Munir İslam, ülkenin yüzde 20’sinin sular altında kalması durumunda 30 milyon kişinin göç etmek zorunda kalacağını hatırlatıyor.

Denizler kirleniyor, deniz suları tatlı su kaynaklarına karışıyor. Balıklar azalıyor, besin zinciri bozuluyor. Bir şeyler yapmak gerekiyor. Dünyanın farklı ülkelerinden siyaset, iş ve bilim dünyasının önde gelen 34 liderini, iklim krizi konusunda geliştirilecek politikaları belirlemek amacıyla biraraya getiren Küresel Adaptasyon Komisyonu, dünyanın hiç gecikmeden 5 uyum stratejisiyle iklim krizine “dayanıklılığını güçlendirmesi” gerektiğini söylüyor. Aralarında İngiltere’nin de bulunduğu 18 ülkenin biraraya gelerek oluşturduğu Küresel Adaptasyon Komisyonu’nun raporuna katkıda bulunan ekibin içinde eski Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon, Microsoft kurucusu Bill Gates, Çin, Hindistan ve Kanada’dan çevre bakanları, Dünya Bankası ve BM çevre dairelerin başkanları da var. 23 Eylül tarihindeki BM İklim Zirvesi’nde daha ayrıntılarıyla ortaya konulan iklim krizine adaptasyon planlarından önceki çalışmaları raporlaştıran komisyon, önümüzdeki 10 yıl içinde yatırım yapılması gereken alanları; erken uyarı sistemleri, altyapı, kuru tarımın geliştirilmesi, yaklaşık 18 milyon insanı su baskınlarından koruyan mangrov ormanlarının geliştirilmesi ve su kaynaklarının korunması olarak belirliyor. Komisyon bir de maliyet-kâr analizi yaparak, küresel iklim krizinin etkilerini hafifletmeye yönelik yatırımlara ayrılacak 1,8 trilyon doların 7 trilyon doları aşkın net kar sağlayacağını da hesap ediyor.

Su kaynaklarını korumak kadar suyun israf edilmesini engelleyen teknolojileri geliştirmek de iklim değişikliğine adaptasyon açısından hayati önem taşıyor.

  • Dünya nüfusunun yüzde 40'ını barındıran ülkelerde su sıkıntısı yaşanıyor: 80 ülke
  • Küresel yıllık yağış: 500 bin metreküp

Türkiye'nin su deposu GAP'ta son durum

GAP, Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı, su ve toprak kaynaklarının geliştirilmesine dayalı bir program olarak uygulanıyor.

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye de su yatırımlarını kesintisiz sürdürüyor. Ülkemiz de suyu temel alan yatırımlar gerçekleştiriyor. Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) bir kalkınma projesi olmakla beraber aynı zamanda suyun depolandığı ve kontrol altına alındığı bir proje olarak da dikkat çekiyor. DSİ tarafından yürütülen Doğu Anadolu Projesi (DAP), Konya Ovaları Projesi (KOP), Doğu Karadeniz Bölgesel Gelişim Projesi (DOKAP), Zonguldak, Bartın, Karabük Projesi (ZBK) ve Yeşilırmak Havza Gelişim Projeleri (YHG), GAP’a benzer özellikler taşıyor. Bu projelerde su yatırımlarının esas alındığı gözleniyor.

GAP, Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı, su ve toprak kaynaklarının geliştirilmesine dayalı bir program olarak uygulanıyor. Proje alanı Fırat-Dicle Havzası ile yukarı Mezopotamya ovalarında yer alan 9 ili (Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, Kilis, Mardin, Siirt, Şanlıurfa, Şırnak) kapsıyor. FıratDicle Havzası’nda sulama ve hidroelektrik enerji üretimine yönelik 22 baraj, 19 hidroelektrik santrali ile 1,8 milyon ha alanda sulama yatırımlarının yapımı planlanıyor. GAP kapsamında bugüne kadar 19 baraj tamamlandı. Güneydoğu Anadolu Projesi’nin temel eksenini oluşturan ve GAP’ın tamamlanmasının ana koşulu olan sulama yatırımlarında çok önemli gelişmeler sağlandı. Projenin başlangıç yatırımlarını su depolama yapıları olan barajlar oluşturdu, daha sonra suyu tarlalara dağıtacak kanallar inşa edildi. 1267,7 km’si 2008-2018 döneminde olmak üzere toplam 1.501,1 km ana kanal hizmete hazır hale getirildi. 2018 yılı sonunda sulamaya açılan alan 558.507 hektara ulaştı ve planın sulama hedefi yüzde 53 oranında gerçekleşti.

Projenin bütünlüğünde devasa yüzlerce proje hali hazırda tamamlanmaya çalışılıyor. Suyu ilgilendiren son gelişme ise içme suyu projelerinde oldu. Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü, GAP kapsamından bulunan Diyarbakır, Adıyaman, Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis, Mardin ve ilçeleri, Şırnak ve İdil ilçesi ile Siirt ve ilçelerinde, içme suyu tesislerini tamamlayarak hizmete aldı. Bilgiyi Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemir’li geçen ay verdi. Tamamlanan tesislerle bölgeye yıllık 690,39 milyon metreküp memba kalitesinde içme suyu temin edildiğini belirten Bakan Pakdemirli, “Planlamalarımızı şehirlerimizin gelecekteki nüfuslarını da göz önünde bulundurarak uzun vadeli yapıyoruz. Hizmete alınan tesislerle bölgedeki illerin 2040, 2050 yıllarına kadar olan içme suyu ihtiyaçları planlandı” diyor. Pakdemirli ayrıca Türkiye’nin su rezervine katkı yapacak olan yeraltı barajları projesine “Cumhuriyetin 100. Yılında 100 Yer altı Barajı” adını verdiklerini söylüyor. Yeraltı sularının korunması amacıyla 2023 yılına kadar 100 yeraltı barajı yapılması planlanıyor, bu barajlardan yıllık 60 milyon lira net gelir artışı sağlaması bekleniyor.

Ulusal su planı onaylandı

Bangladeş.

Su Yönetimi Koordinasyon Kurulu, Ulusal Su Planı’nı 28 Mayıs 2019 tarihinde onayladı. Tarım ve Orman Bakan Yardımcısı Fatih Metin başkanlığındaki toplantıda, Avrupa Birliği Su Çerçeve Direktifi doğrultusunda Meriç-Ergene, Susurluk, Büyük Menderes, Konya ve Gediz Havzaları için hazırlanan 5 Havza Yönetim Planı ile Ulusal Su Planı onaylanarak yürürlüğe girdi. Ulusal Su Planı ile su kaynaklarının bütüncül ve sürdürülebilir korunması açısından su verilerinin envanteri ve analizi amaçlanıyor.

Ayrıca politika geliştirme, kalite kriteri ve çevresel hedefler belirleme, havza yönetim planları ve su tahsisleri, bu planların uygulanması ve takibi, su yapıları, çevresel altyapı ve yatırımlar, izin, denetim ve yaptırım, izleme, su güvenliği ile bilgi ve karar destek sistemleri de dahil bütün su yönetimi konularında üst hedefleri belirlemek, Ulusal Su Planı’nın amaçları arasında yer alıyor. Plan ile 88 yıldır yürürlükte olan Su Kanunu, tamamen yenilenmiş oldu. Su yönetimi, dünyadaki gelişmelerle eşgüdümlü olarak, miktar kadar kaliteyi de esas alan, havza bazında planlamaya dayanan bütüncül bir yaklaşımla ele alındı. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Müsteşarı Akif Özkaldı, “Bu kanunun hayata geçmesiyle su yönetiminde çok başlılığın önüne geçilmesi, su havzaları bazında yönetilmesi ve sektörel ihtiyaçlara göre havza bazında planlı su tahsisi yapılması sağlanacak” diyerek, planın önemini ortaya koydu. Türkiye’de su yönetimi yapısının, havza bazlı yaklaşımlarla geliştirilmeye devam edildiğini kaydeden Su Yönetimi Genel Müdürü Bülent Selek de su politikalarına temel teşkil eden Ulusal Su Planı ile 2023 yılına kadar, havza koruma eylem planlarının tamamının nehir havza yönetim planlarına dönüştürülmesini hedeflediklerini belirtiyor.

11. Kalkınma planı'nda sulama yatırımları

Yerel yönetimlerin yanında şirketlerin de duyarlılığı bu anlamla önemli.

Su yatırımları, önceki yıllarda olduğu gibi 11. Kalkınma Planı döneminde de önemle üzerinde durulan yatırımlar arasında yer alıyor. 11. Kalkınma Planı’na göre sulama alanlarının genişletilmesi amacıyla yatırımlar önceliklendirilerek sürdürülecek, suyun kalite ve miktar olarak korunması ve etkin kullanımına yönelik çalışmalara devam edilecek. Plan döneminde 2 milyon hektar alanın sulamaya açılması hedefleniyor. Bu hedefin 750 bin hektar alanının sulamaya açılması için gerekli bütçe kaynağı tahsis edilecek. Geriye kalan alana ilişkin Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından ilgili diğer bakanlıklar ile birlikte alternatif yeni iç ve dış finansman yöntemleri geliştirilecek ve bu yolla söz konusu yatırımlar tamamlanacak. Kamu sulama yatırımları; ilerleme yüzdesi, depolama tesisi durumu, cazibeli sulama sistemine sahip olması, emsal sulama oranları yüksekliği, ekonomiye biran önce kazandırılabilme imkânı ve diğer projeler ile eş zamanlı yürütülme gerekliliği kriterleri dikkate alınarak sürdürülecek. Tarımda suyun verimli kullanılmasına yönelik su tasarrufu sağlayan yağmurlama ve damla sulama gibi modern sulama sistemleri yaygınlaştırılacak. Tarımsal kaynaklı su kirliliğini önlemeye yönelik tedbirler yaygınlaştırılacak.

Yerel yönetimler ve şirketler olası su krizine karşı hazırlıklı

Bir damla su dahi servet sayılacak.

Su kaynaklarının kıt olması herkes için risk oluşturduğu gibi, her kesime de görevler yüklüyor. Bir damla suyun dahi servet sayılacağı günlere yaklaşırken TÜİK’in 2016’da yaptığı çalışma, ulusal ölçekte su kayıp oranının yüzde 43,6 olduğunu, bundan kaynaklı yıllık ekonomik maliyetin de 6 milyar lirayı aştığını ortaya koyuyordu. Bu noktada yerel yönetimlere büyük görevler düşüyor. Ulusal Çevre Strateji (UÇES) belgesine göre 2015 – 2023 yılları arasında içme suyu yatırım ihtiyacının 7 milyar 872 milyon euro ve atık su yatırım ihtiyacı toplam 11 milyar 582 milyon euro olacağının öngörüldüğünü söyleyen Altyapı ve Kazısız Teknolojiler Derneği (AKATED) Başkanı Yasin Torun, “2023 yılına kadar su kayıplarını azami yüzde 25 oranına indirme zorunluluğu getirilen belediyelerin ve su idarelerinin içme suyu hatları için yıllık asgari 3 milyar TL’lik teknolojik yatırım yapma ihtiyacı bulunuyor” diye belirtiyor.

Yerel yönetimlerin yanında şirketlerin de duyarlılığı bu anlamla önemli. Türk özel sektörünün son yıllarda su güvenliği tehdidine karşı ciddi önlemler almaya başladığı gözleniyor. Su konusunda özel sektörün sorumluluk alması gerektiğini öngören CDP Türkiye Programı, BIST-100 Endeksi’nde yer alan 50 şirketle anket çalışması yapıyor. Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu’nun partnerlik yaptığı programa Türkiye’den yanıt veren şirketlerin yüzde 81’i şirketlerinin tüm faaliyetlerini kapsayan su politikalarına sahip olduklarını belirtiyor.

Su riskleri şirketler için gitgide daha ciddi tehlikeler doğuruyor. Su riskleri şirketler için gitgide daha ciddi tehlikeler doğuruyor. Ankete yanıt verenlerin yüzde 31’i raporlama döneminde suyla ilgili en az bir çeşit sorun yaşadıklarını bildirdiler. Bu sorunların en sık rastlananları ise sel ve kuraklık; bu sorunların yarattığı toplam finansal zarar ise 25.8 milyon dolar. Türkiye’den raporlama yapan şirketlerin yüzde 62’si yeterli miktarda temiz tatlı suya erişimin iş faaliyetleri için önemli olduğunu belirtirken bunun hayati önemde olduğunu belirten şirketlerin oranı yüzde 65. Veriler Türkiye’den ankete cevap veren şirketlerin yüzde 88’inin, suyla ilgili konuları uzun dönemli stratejik iş planlarına entegre etmiş durumda olduğunu gösteriyor. Yüzde 73’ü ise iklimle ilgili senaryo analizi uygulamasını bu amaçla kullanıyor. CDP Su Programı, Türk özel sektörünün su kaynaklı krizlere duyarlı olduğunu ve hazırlık yaptıklarını ortaya koyuyor.

  • Temiz suya ulaşamayan dünya nüfusu: 1.8 milyar
  • Dünya su hizmetleri ve içme suyu pazar büyüklüğü: 156 milyar dolar