Yeni ekonomik paradigmaya geçiş

HABER MASASI
Abone Ol

Enflasyon pandeminin tüm dünyaya bıraktığı en büyük miras. Dünya genelindeki merkez bankalarının yüzde 80’i de bu mirasla faizi artırarak baş etmeye çalışıyor. Fakat uygulanan bu sıkı para politikalarına rağmen fiyat artışları hız kesmeden devam ediyor. üstelik IMF, birleşmiş milletler ve dünya bankası bu politikaların resesyonla sonuçlanacağı konusunda hemfikir. Bu yüzden enflasyonla mücadele için yeni bir yöntem bulunması gerekiyor. kemerlerinizi bağlayın, çünkü ekonomik paradigmalar değişiyor.

Bugünün ekonomisi geçen yıla göre çok farklı. Enflasyon, risk iştahının düştüğü hisse senedi piyasası ve artan resesyon endişeleri tüm dünyanın kafasında büyük bir soru işareti halinde. Böylesi belirsizlik ortamında karar mekanizmalarının piyasaya nasıl müdahale edeceği ise ikinci bir soru işareti. ABD Merkez Bankası (Fed) faiz artırımına giderken, birçok ülke tarih boyu yaptığı gibi yine Fed’i takip ediyor. Fakat, Fed’in sıkılaşması umulduğu gibi çalışmıyor. Enflasyon oranları hala yüksek ve faiz artırımları da şahinleşmeye devam ediyor. Uluslararası ekonomi kuruluşları için temel endişe ise Fed’in faiz oranlarını yükseltmeye devam etmesi ve talebi çok fazla kısarak ekonomik toparlanmayı yavaşlatması. Böylece dünya ekonomileri yeni yöntemler arıyor, çünkü eski paradigmalar çalışmıyor.

ABD’nin faiz artırımı enflasyonu frenleyemiyor.

Ülke ekonomileri nasıl dönüşüyor?

Ülkelerdeki fiyat artışları paralel ilerlese de enflasyonla mücadelede uygulanan politikalar ayrışıyor. Çünkü özellikle Rusya- Ukrayna savaşının etkileriyle oluşan maliyet enflasyonuna kesin bir çözüm yolu bulunamıyor. Bu yüzden her ülke en doğru şekilde kendi ekonomisini toparlamanın yolunu arıyor. Dünya ekonomilerinin yüzde 80’i ise yüksek enflasyona faiz artışlarıyla cevap veriyor. Fed Mart-Eylül dönemlerindeki beş toplantısında toplam 300 baz puan faiz artışı kaydetti. Diğer bankalarda tek bildiğini yaparak, Fed’in politikalarını takip etti. Böylece Avrupa Merkez Bankası 13 yıl aradan sonra faizi en yüksek seviye olan yüzde 2'ye çıkardı. İngiltere Merkez Bankası Eylül ayında 50 baz puanlık artışla, 2008’den beri en yüksek faiz oranı olan yüzde 2,25’e geçti. Ayrıca faiz artıran kurumların ve ülkelerin tümü faiz artırımlarının devam edeceğinin sinyalini de verdi. Diğer yandan Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) son üç toplantısında faizi indirdi. Ağustos ayında faizi 100 baz puan düşürerek yüzde 13’e indiren TCMB, ekim ayında da 150 baz puan indirime giderek faizi yüzde 10,5'e çekti. Çin Merkez Bankası ise ağustos toplantısında 10 baz puanlık indirimle politika faizini yüzde 2,75’e çekti.

IMF, BM ve dünya bankası majör merkez bankalarını uyarıyor

Uluslararası fiyatların yerel fiyatlara geçmesine izin verilmesi gerektiğini açıklayan IMF, agresif faiz politikalarının enflasyonu daha çok tetikleyeceği konusunda uyarıyor.

Prof. Dr. Dorothea Schafer

Uluslararası kuruluşlar ise enflasyona karşı uygulanan farklı politikaları değerlendiriyor ve hepsi ortak bir noktada buluşuyor. Birleşmiş Milletler (BM), faizi artıran merkez bankalarına faiz artışını durdurun çağrısı yapıyor. Çünkü faiz artışlarının gelişmekte olan ülkelerde 360 milyar dolar kayba yol açacağını vurguluyor. Böylece majör merkez bankalarının faiz artışları küresel ekonomiyi resesyona veya uzun süreli durgunluğa itme riski taşıyor. Çünkü sıkı para politikaları yalnızca enflasyon üzerindeki talep köpüğünü alıyor. Fakat içinde bulunduğumuz enflasyon arz kaynaklı yaşanıyor. Jönköping Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dorothea Schafer da bu politikaların enflasyonu düşürmeyeceğini, üretimi ve istihdamı olumsuz etkileyeceğini belirtiyor. Faiz artırımının kredi maliyetlerini yükselteceğine değinen Schafer, böylece üreticilerin derin borçlara itileceğini vurguluyor. Ayrıca yüksek faiz ortamındaki sermaye, üretim ve istihdam sağlayacak yatırımlar yerine faize kaçıyor. Yani sermaye sahibi, ülkede fabrika açmak yerine faizden kazanç sağlamayı tercih ediyor. İşte bu yüzden Schafer’e göre faiz artışlarının sonu, tıpkı tarihte olduğu gibi katı bir durgunluk ve işsizlik olacak. Tarihte deneyimlenen bu sonuçlar için ise Fed’in 12’nci başkanı olan Paul Volcker’ı örnek veriyor. Volcker reçetesinin etkinliğini yitirdiğini söyleyen Schafer, bu politikaların 80’lerde kaldığına değiniyor. Bu yüzden Schafer, bugün mücadele edilen enflasyon için faiz artışları dışında başka reçeteler bulunması gerektiğine vurgu yapıyor.

Agresif faiz artırımları resesyonla sonuçlanacak

IMF ise agresif faiz arttrımları yapan Fed’i, dünya ekonomisini resesyona sürüklemekle suçluyor. Üstelik ABD Çalışma Bakanlığı’na göre, 8 Ekim’de sona eren haftada işsizlik maaşı başvuruları 228 bin ile son 6 haftanın en yüksek seviyesini gördü. Yani ABD ekonomisi tıpkı IMF’nin dediği gibi durgunluğun sinyallerini veriyor. Ayrıca uluslararası fiyatların yerel fiyatlara geçmesine izin verilmesi gerektiğini açıklayan IMF, agresif faiz politikalarının enflasyonu daha çok tetikleyeceği konusunda uyarıyor. Çünkü dışardan gelen etkenlere karşı para politikası ne kadar sıkılaşsa da fiyat geçişkenliğini engelleyemiyor. Üstelik bunun kanıtı faiz artışlarının başını çeken ABD’nin enflasyon oranlarıyla görülüyor.

Euro bölgesi'nde faiz artışlarının enflasyona etkisi var mı? Kaynak: Eurostat

  • Fed Mart ayından bu yana 300 baz puan ile rekor faiz artırımlarına gidiyor. Buna rağmen eylül ayı yıllık enflasyonu yüzde 8,2 açıklanıyor ve bu oran rekoru olan yüzde 9,1’i yakından takip ediyor.

Uluslararası kuruluşlar tarafından 300 baz puanlık bir artışla bu enflasyon oranını kaydetmek ise bir başarı olarak görülmüyor.

Fisher hipotezi: Faizin enflasyon üzerindeki etkisi güçlü değil

Prof. Dr. İbrahim Güran Yumuşak

Ekonomi literatüründe önemli bir yer tutan Fisher hipotezi de enflasyonu faizle frenlemek isteyen merkez bankalarına bir uyarı niteliğinde. Çünkü hipotez, faiz oranlarıyla enflasyonun doğrudan düşürülmeyeceğini ifade ediyor. Fisher, nominal faiz oranının reel faiz oranı ile beklenen enflasyon oranının toplamına eşit olduğunu iddia ediyor. Bu iddiayı test etmek için Fisher’ın birçok çalışma yaptığını söyleyen İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi İşletme ve Yönetim Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İbrahim Güran Yumuşak, bu testlerin kapsadıkları döneme ve ülkelerin gelişmişlik düzeyine göre farklılık gösterdiğini belirtiyor. Hipotez sonucunda enflasyonun faiz üzerinde güçlü bir etkisi olduğunu açıklayan Yumuşak, faizin enflasyon üzerinde aynı güçte bir etkisi olmadığını vurguluyor. Yumuşak’a göre bunun anlamı, faiz politikaları ile ilgili karar alırken faiz dışındaki diğer değişkenlerin de dikkate alınması gerektiği oluyor. Özetle Yumuşak, para politikalarının ekonominin yönünü değiştirmekten ziyade sadece hızını ayarlamada etkili olduğunu söylüyor.

FED yerel para birimlerini zayıflatıyor

Resesyon uyarıları ve frenlenemeyen enflasyona rağmen, faiz artırımları devam ediyor. Acaba Fed neden bu uyarılara rağmen durmuyor? Şöyle ki, geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler, faiz artışlarına eşlik eden ülkelerin, ulusal para birimlerinde değer kaybı olduğunu açıkladı. 90 ülkenin ulusal para birimlerinin dolara karşı yıl boyunca yüzde 10 değer kaybettiğini belirtti. Kısacası Fed politikalarıyla diğer para birimlerinin kan kaybetmesini sağlıyor. Örneğin, sterlin tarihinin en düşük kurunu deneyimliyor ve dolar paritesinde 1,03’leri kaydediyor.

Prof. Dr. Jose-Luis Peydro

Sterline euro da eşlik ediyor ve temmuz ayında 20 yıl sonra bir ilk gerçekleşerek euro/dolar paritesi eşitleniyor. Eylülde euro/ dolar kuru 0,97’leri test ederken, belki de bu yazı yayınlanırken kur bambaşka bir boyutta olacak. Çünkü Fed’in agresif faiz arttırımları devam ettiği sürece diğer para birimleri de zayıflamaya devam edecek. Tüm para birimlerinin değer kaybetmesine değinen Imperial College Business School Öğretim Üyesi Prof. Dr. Jose-Luis Peydro, ABD’nin doları sıkılaştırması ve faizi artırmasını buna sebep olarak gösteriyor. Sonucunda bireylerin dolara olan talebinin arttığını vurgulayan Peydro, zaten dünyadaki finans işlemlerinin yüzde 80’inin de dolarla gerçekleştiğini belirtiyor.

Türkiye’deki faiz artısları daha önce enflasyonu frenleyemedi.

Böylece Fed’in umarsızca faiz artırımları ‘first America’ politikasıyla işleyen yeni bir küresel sistem oluşturuyor. Çünkü Fed, diğer para birimlerini zayıflatan faiz politikalarıyla yurt dışından daha ucuza mal ithal etmenin yolunu açıyor. Böylece kendi ekonomisindeki enflasyonu yönetecek bir alan oluşturuyor. İşte bu yüzden ortodoks politikaların artık geride kaldığına değinen Peydro, küreselleşmeyi kenara bırakan heteredoks politikalara dönülmesi gerektiğini vurguluyor. Peydro, makro ihtiyati tedbirler alan ülkelerin de bu durumdan korunmaya çalıştığını açıklıyor. Çünkü artık her ülke kendi ekonomisi için mücadele ediyor, tıpkı doları sıkılaştıran ABD gibi.

Arz kaynaklı enflasyonla mücadele için üretim artışı gerekiyor

Artık her ülke kendi ekonomisi için mücadele ediyor, tıpkı doları sıkılaştıran ABD gibi

Prof. Dr. Nurullah Gür

İçinde bulunduğumuz enflasyonla mücadele politikalarına değinen Medipol Üniversitesi İşletme ve Yönetim Bilimleri Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Nurullah Gür; ‘‘Üreticiye destek olacak kamu politikaları oluşturulmalı’’ diyor. Gür, böylece üretim maliyetlerinin aşağıya çekileceğini belirtiyor. Ayrıca Gür’e göre, bir ülkenin ithal ettiği kritik ara malların ülke içinde üretilmesi de enflasyonu düşürüyor. Üretimin etkilerinin orta ve uzun vadede enflasyonu frenleyeceğine değinen Gür, bu yüzden kritik mallara yapılacak yatırımların da daha makul kredi koşullarıyla finanse edilmesi gerektiğini vurguluyor. Çünkü ancak artan yatırım ve üretimle enflasyonun arz kısmını baskılamak mümkün olacak gibi görünüyor.

Gür’e göre halihazırda yüksek olan emtia fiyatlarını, gümrük vergisindeki artışlar ve ihracat kısıtlamaları da yükseltiyor. Bu yüzden Gür, yerel üretim miktarı artarken küresel politikaların da buna paralel hareket etmesi gerektiğini vurguluyor.

Gelecek beklentisi nasıl iyileştirilir?

Doç. Dr. Yusuf Dinç

İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yusuf Dinç, enflasyonla mücadelede gelecek beklentilerinin de önemli bir yere sahip olduğunu belirtiyor. Çünkü Dinç’e göre, gelecek beklentileri tüketim harcamalarının öne çekilmesine veya ötelenmesine neden oluyor. Örneğin şu anda fiyatların gelecekte daha da yükseleceği beklentisi, talebin öne çekilmesine neden oluyor. Böylece içinde bulunduğumuz arz sıkışıklığı döneminde talebin öne çekilmesi ile fiyat artışları daha fazla hız kazanıyor. Dinç, son dönemde konut fiyatlarının artacağı beklentisini de buna örnek veriyor. Bu beklentiyle konut talebi öne çekilerek fiyatların daha fazla artmasını sağlıyor. Çözüm olarak Türkiye’yi örnek veren Dinç, sosyal konut projeleri ile arz-talep dengesine yaklaşıldığını söylüyor. Böylece arz enflasyonu yaşadığımız bu dönemde, talep kısmak resesyona iterken, gelecek beklentilerinin olumsuzluğu da fiyatlara katkı sağlıyor. Ancak ülkeler hanehalkını destekleyici projeler oluşturursa, fiyatların daha çok yükselmesini engelleyecek gibi görünüyor.

Kısacası Fed yeni paradigmalar kullanmak yerine sıkılaştırmayı devam ettirirse sular durulmayacak.

  • Çünkü IMF’ye göre küresel ekonomi daha en kötüsünü görmedi. Faiz artışları küresel ekonomiye etkilerini gecikmeli hissettirecek. Sonunda da pandeminin etkilerini iyileştiren dünya ekonomileri resesyona girecek ve şimdiye kadar kaydettiği iyileşmeyi tersine çevirecek.

Görünen o ki iyileşmenin devam etmesi için ekonomik bir dönüşüm gerekiyor. Bu dönüşüm ise üretim artışı ve gelecek beklentilerine odaklanacak yeni paradigmalardan geçiyor. Majör merkez bankaları sıkılaşmaya ne zaman son verir bilinmez, fakat kemerlerinizi bağlayın, ‘yeni ekonomik paradigmaya geçiş’ başlıyor.