İleri teknoloji mimarı: Richard Rogers
İngiliz-İtalyan mimar Richard George Rogers, ileri teknoloji mimarisindeki (High-Tech Architecture) modernist ve konstrüktivist tasarımlarıyla tanınıyor. Millennium Dome ve Centre Pompidou gibi tasarımlarında kullandığı çelik, cam ve parlak renklerle High Tech tasarımını merkeze getiriyor. Richard Rogers, RIBA Altın Madalyası, Stirling Ödülü ve Pritzker Ödülü gibi ödüller kazanarak savaş sonrası dönemin en ünlü mimarlarından biri oluyor.
Richard Rogers, 1933'te Floransa, Toskana'daİngiliz ve İtalyan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geliyor. Ailesinin İtalya’daki yahudi karşıtı yasalar sebebiyle İngiltere’ye dönmesinin ardından Richard Rogers, Leatherhead'deki St John's School'a gidiyor. 1951 ile 1953 yılları arasında Epsom Sanat Okulu'nda kurs alıyor.
Daha sonra Londra'daki Architectural Association School of Architecture'akatılıyor. Ardından 1962'de Fulbright Bursu ileYale School of Architecture'dan yüksek lisans derecesi ile mezun oluyor.
Rogers, Yale'de okurken mimarlık öğrencisi Norman Foster ve planlama öğrencisi Su Brumwell ile tanışıyor. 1963'te İngiltere'ye döndüklerinde, Norman Foster, Su Brumwell, Wendy Cheesman ile Richard Rogers Team 4 adlı mimarlık ofisini kuruyor.
Sadece 4 yıl süren tasarım hayatında Team 4 mimarlık stüdyosunun gerçekleştirdiği az sayıda bina, dönemin baskın brütalist tarzından uzaklaşarak İleri Teknoloji (High- Tech) mimari akımının temellerini oluşturuyor. Projelerinde betondan uzaklaşıyor ve daha hafif, daha uyarlanabilir tasarımlar yapmak için çelik ve cam kombinasyonunu kullanıyor.
Team 4’ün tasarladığı Swindon’daki Reliance Controls Fabrikası, ilk yüksek teknoloji endüstriyel bina olarak önem kazanıyor. Hassas elektronik aletler şirketi Reliance Controls’ün fabrikasını ve ofislerini içeren bina hem Londra'dan Swindon'a taşınan ofisin yaptığı değişikliği yansıtan radikal ve tasarımı sağlıyor hem de yüksek teknoloji mimarisinin ayırt edici özelliklerini taşıyor.
Tasarım dışarıdan açıkça okunabiliyor, yönetim ve işçiler aynı restoranı ve giriş çıkışı paylaşıyor. Yapı, 12,2 x 12,2 metrelik 20 modüllün 4x5’lik bir ızgarada bir araya gelmesi ile oluşturuluyor.
1967 yılında Team 4’un dağılmasının ardından Rogers ve eşi Su Brumwell, mimarlık pratiklerine birlikte kurdukları Richard+Su Rogers Architects şirketi altında devam ediyor. İlk projelerinden biri, Rogers'ın ebeveynleri için Wimbledon'da bir ev ve stüdyo oluyor.
Richard ve Su Rogers, Wimbledon’daki 22 Parkside’da Rogers’ın ebeveynleri için tasarladıkları Wimbledon House için prefabrikasyon ve yapısal basitlikfikirleri üzerine çalışıyor. Bu sarı ev aynı zamanda prefabrikasyon sistem ile evlerin hızlı ve ekonomik bir şekilde nasıl inşa edildiğini gösteriyor.
Rogers bir röportajda, “Bu ev, İngiliz konut sorununun tamamını çözmek için standart bir sistem olacaktı” diyor. “Olmadı! Ama 50 yıl ve daha fazla bir süre sonra hala yaptığım işlerin çoğuna kesinlikle öncülük etti.” diye ekliyor.
Rogers daha sonra, İtalyan mimar Renzo Piano ile güçlerini birleştiriyor. Temmuz 1971'de Renzo Piano ve Gianfranco Franchini ile İrlandalı mühendis Peter Rice'ın da dahil olduğu bir ekiple birlikte Pompidou Center için tasarım yarışmasını kazanmasıile kariyeri hızla ilerliyor.
Alışılagelmiş müze kavramına yeni bir bakış getirerek gizlenmesine alışık olunan servis bölümlerinin ve sirkülasyon elemanlarının cepheye taşındığı Pompidou Center, böylece iç mekânda oldukça esnek bir plana olanak sağlıyor.
Yedi katı yerin üstünde toplam 10 kattan oluşan yapının tamamında çelik elemanlar kullanılıyor. Yapının 48 metrelik devasa açıklığı, makas kirişler ile tek seferde geçiliyor.
Yapının arazinin yalnızca yarısını kullanarak diğer yarısını halka açık bir meydan haline getirmesi projenin en önemli özelliklerinden birisi oluyor. Dev bir makineyi andıran yapı, 16.000 tondan fazla prefabrik çelik parça kullanılarak inşa ediliyor.
Centre Pompidou’nun tamamlanmasının ardından, Richard Rogers, Londra’daki Lloyd’s Sigorta binasının yerini alacak yeni bir bina tasarlamakla görevlendiriliyor. 1986’da tamamlanan Lloyd’s of London binası Londra’nın tarihi finans merkezine Centre Pompidou’daki gibi high-tech bir mimari estetik getirmesiyle dikkat çekiyor.
Richard Rogers imzasıyla 1986’da tamamlanan Lloyd's of London’ın genel merkezinde, tıpkı Pompidou Center’da olduğu gibi n merdivenler, asansörler, elektrik ve su tesisatı binanın dışında konumlandırılıyor. Böylece hem olası bir sorun halinde tesisatlara müdahale kolaylaştırılıyor.
Son teknoloji mimari estetik olarak adlandırılan bu yaklaşım, iç mekanı tamamen özgürleştirmesi, açık, esnek bir plan şemasına izin vermesi ve böylece hiçbir katta kesintiye uğramayan dolanıma/aktiviteye olanak sağlaması ile mimaride önemli bir yer ediniyor.
88 metre yüksekliğindeki 14 katlı binada, 60 metre uzunluktaki bir atriyum etrafında kurgulanan ana hacme takılan 6 servis kulesi bulunuyor. Yapıda sirkülasyon 12 adet cam asansörle sağlanıyor. İç mekanlarda erişim, atriyumda bulunun yürüyen merdivenlerle sağlanıyor.
Lloyd’s of London binası, kentsel anlamda çığır açıcı olmasından öte, Rogers’ın mimari dışavurumculuğunu da simgeliyor. Önceki projesiyle apaçık benzerlikler olmasına karşın, Rogers, çevresine tümüyle yabancı bir eklenti olarak değil daha çok kentin görsel dokusuna uyum sağlayan bir yapı fikrinden yola çıkıyor.
Richard Rogers, Piano ile çalıştıktan sonra 1977'de Marco Goldschmied, Mike Davies ve John Young ile birlikte Richard Rogers Ortaklığını kuruyor. Ofisin adı 2007'de Rogers Stirk Harbour + Partners olarak değiştiriliyor. Firmanın Londra, Şangay ve Sidney'de ofisleri bulunuyor.
Thames nehrinin kıyısında altı cepheli dört apartmandan oluşan NEO Bankside projesi, Rogers Stirk Harbour + Partners ekibi tarafından tasarlanıyor. Yüksekliği 12 ile 24 kat arasında değişen dört yapıda 217 konut ve bir de 6 katlı ofis yapısı barındıran kompleks Tate Modern Müzesi’nin yanında yer alıyor.
Projede, canlı karma kullanımlı bir gelişim içerisinde yüksek kaliteli konut elemanlarından modern bir kent simgesi tasarlamak öncelik oluyor.
Yapının estetik algısı cam cephenin içinde ve arkasında bulunan ahşap elemanların kullanılmasıyla yumuşatılıyor. Aynı zamanda dairelerin içindeki ve dışındaki manzaraları yönlendiren ve konutlara mahremiyet sağlayan bu ahşap panjurlar daireler için bir çeşit güneş kontrolü ve güneş ısısı kazanımı sağlıyor.
Rogers, kariyerinin sonraki kısmında mimarlık, şehircilik, sürdürülebilirlik ve şehirlerin kullanılma biçimlerini çevreleyen daha geniş konulara odaklanıyor. Düşüncesinin ilk örneklerini, 1986'da Royal Academy'de James Stirling ve Rogers'ın eski ortağı Norman Foster'ın çalışmalarının da yer aldığı "Olabileceği Gibi Londra" (London As It Could Be) başlıklı bir sergi ile görünür kılıyor.
Rogers, 1995'te BBC'nin yıllık Reith Konferanslarını veren ilk mimar oluyor. Sürdürülebilir Şehir başlıklı bu beş konuşma dizisi daha sonra Cities for a Small Planet kitabına uyarlanıyor.
Richard Rogers 1998'de, kentsel gerilemenin nedenlerini belirlemeye yardımcı olmak ve 4 milyon yeni ev sağlama ve canlandırma potansiyelleri üzerine çalışmak için İngiliz hükümetinin daveti üzerine Kent Görev Gücü'nü (Urban Task Force) kuruyor.
Urban Task Force, akademisyenleri, planlamacıları, mimarları ve politikacıları bir araya getiriyor. Bu çalışma, geleceğin şehir tasarımcıları için önerilerin ana hatlarını çizen Kentsel Bir Rönesansa Doğru (Towards An Urban Renaissance) adlıbir kitapla sonuçlanıyor.
Rogers 1999 yılında Londra'da üçüncü milenyumu kutlamak amacıyla düzenlenen Millennium Experience festivali kapsamındaki sergiye ev sahipliği yapacak Millennium Dome’u tasarlıyor. Esnek bir tasarıma sahip olan yapı festivalin ardından birçok farklı amaçla kullanılıyor.
Millennium Experience'ı oluşturacak her sergi için ayrı pavyonlar oluşturmak yerine, hepsini barındıracak tek bir mekân oluşturmak zaman ve maliyet açısından daha verimli bir çözüm oluyor.
Rogers, 2001'den 2008'e kadar, o zamanki Londra Belediye Başkanı Ken Livingstone'un mimarlık ve şehircilik baş danışmanı olarak görev yapıyor. Londra, Berlin, Floransa, New York ve Şanghay Pudong’da kentsel imar planlamaları üzerine çalışan Rogers ayrıca Barselona'nın iki belediye başkanına kentsel stratejiler konusunda danışmanlık yapıyor.
Mayıs 2006'da Rogers, 11 Eylül saldırılarında New York City'de yıkılan eski Dünya Ticaret Merkezi'nin yerine yapılacak yeni Dünya Ticaret Merkezi'nin (World Trade Center) 3.Kulesi'ninmimarı olarak seçiliyor .
Madrid Barajas Uluslararası Havalimanı’na ait Terminal 4 binası, Antonio Lamela ve Richard Rogers tarafından tasarlanıyor ve 2006’da kullanıma açılıyor.
Terminal Binası, üç modülden oluşuyor. Bu modüller, doğal ışığı binanın alt katlarına kadar ulaştıran derin yarıklarla birbirinden ayrılıyor. Bu tasarım stratejisi, enerji tüketimini ve bakım maliyetlerini azaltıyor.
Rogers’a RIBA Stirling Ödülü’nü kazandıran bir diğer yapı, Londra’da yer alan ve 2009’da tamamlanan Maggie’s Centre binası oluyor.
Kanser hastaları için destekleyici bir sosyal ortam sunmayı hedefleyen Maggie’s Centre projelerinden Londra’da yer alacak yapıyı tasarlama görevi Rogers Stirk Harbour + Partners’a veriliyor.
Bina; duvarlar, mutfak, toplantı, oturma ve danışma odaları olarak tasarlanan mekanlar ve mekana bol ışığı davet eden bir yüzer çatıdan oluşuyor. Gürültünün olmadığı noktalarda bina ile dış duvar arasında küçük avlular oluşturuluyor.
2006'da Richard Rogers Ortaklığı, Barajas Havalimanı'nın 4. Terminali için ve 2009'da Londra'daki Maggie's Center için Stirling Ödülü'ne layık görülüyor. 2007'de Rogers, mimarlığın en büyük onuru olan Pritzker Mimarlık Ödülü'nün sahibi oluyor. Aynı yıl Chartered Society of Designers tarafından Minerva Madalyası ile ödüllendiriliyor.
Birçok ödülün sahibi olan Rogers’ın mimarinin sosyal ve kentsel boyutunu vurgulaması ve detay ile strüktürün dahiyane senteziniortaya koyması mimariye yaptığı büyük katkılardan oluyor.