Mimarlığın Pandemisi

Mimarlığın Pandemisi.
Mimarlığın Pandemisi.

Arkitekt’in Serbest Kürsü köşesinde bugün Ümmü Irmak’ın “Mimarlığın Pandemisi” isimli deneme yazısı var. İçinde bulunduğumuz pandemi sürecini, ters giden durumların sert ve keskin bir kanıtı olarak gören Irmak ifadesini, Yuval Noah Harari'nin şu sözleriyle destekliyor: "Hiç değişmeyecek sandığımız köklü sistemlerin saatler içinde değişebildiği ve sonuçlarının hızla görülebildiği bir sosyal deneyin canlı kobayları gibiyiz."

Bugüne kadar alışa-geldiklerimiz birden değişti. Rutin halini alan eylemlerimiz yerini ekstremlere bıraktı. Rutinlerimizin şaşması da yenilikleri kaçınılmaz kıldı. Yeniliğin, yenilenmenin şart olduğu en önemli alanlardan birinin de mimarlık olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek.

Etrafımızdaki her şey mimarlıktır. Ne kadar doğru ya da yanlış yapıldığı elbette tartışılır fakat bir şeyin mimarlık olabilmesi için insan elinin değmesi gerekmez. Doğa, kendi kendine bile bazı şeyleri inşa eder, bazılarını yıkar. Asıl mimarlık doğanın bu devinimidir aslında.

Pandemi süreci de doğanın mimarlığına insanın yanlış müdahalesini gözler önüne serdi.
Pandemi süreci de doğanın mimarlığına insanın yanlış müdahalesini gözler önüne serdi.

Aktif rol oynadığımız çevreden elimizi çekince sahne sırası mimarlığa geçti. Evimize kapandığımız andan itibaren kendimizden önce mimarlığı dinledik aslında. Perdeyi aralayıp baktığımızda, kat kat birbirinin aynısı konutların manzaraları eşlik etti kahvaltımıza. Sonra elini uzatsan karşı apartmana ulaşabileceğin sokaklarda elimizi uzatabileceğimiz kimsenin olmadığını fark ettik. Akşam yemeği için balkon cazip bir fikir olabilirdi belki. Tabi zamanında balkona ne gerek var diyerek mutfağa dahil etmeseydik.

Baktık ki dört duvarla baş başayız artık; ilk önce uzun zamandır aynı yerinde, aynı şekilde duran koltuklar rahatsız etti bizi. Sehpanın biraz sağa mı kayması gerekiyor ne? Halıyı mı değiştirsem? Masa örtüsünü mü? Derken kumandanın yerini değiştirerek tasarımcı (!) olduk hepimiz.

Tek başımıza yaşadığımız evde altı sandalyenin gereksiz olduğuna karar verdik. O dolap gerekli miydi? Bu berjer fazlalık mı? Masa gereksiz büyüklükte mi? Gibi sorularla evde alanlar açma ihtiyacı hissettik.

Ne diyordu Mies van der Rohe?
Ne diyordu Mies van der Rohe?

Evimizi, ofisimizi, masamızı hatta telefonumuzu bile başkası odaklı düzenliyoruz. Bir başkası gördüğünde, bir başkası geldiğinde... Ama hepsinin başkahramanı biziz. Bunu bir başkasının gelmediği bu dönemde duvarlar üstümüze gelirken anladık. Farklılık fıtratımızda var. Belki de bir ömür boyu yaşayacağınız konutunuzun aynı tornadan çıkmışçasına onlarca kopyasıyla her gün karşılaşmak sizi rahatsız etmiyor mu? Olması gereken bu mu? Herkesin ihtiyacı aynı mı mesela? Onca insan aynı şeyi talep etmiş olabilir mi? İnsanlar birbirinin kopyası değilken hayal güçlerinin, ihtiyaçlarının aynı olmasını nasıl bekleyebiliriz ki.

Yaşadığımız yer hep aynıydı. Biz durup dinlenince fark edebildik ne yapmış olduğumuzu. Geride nasıl bir yıkım bıraktığımızı. Pandemi döneminde yaşananlar, gözlemlenenler bizlere pandemi sonrası için pusula olabilmeli. Bu süreci atlatabilsek de ne yazık ki bir daha böyle bir süreç geçirmeyeceğimizin garantisi yok. "Evde kalmak" diye bir kavram olduğunu öğrendik. Bu bize başka şeylerde öğretmeli.

Evlerin dört duvardan ibaret olmadığını, yapıların ruhunun betonlaştırılmaması gerektiğini, tasarımcıların kullanıcı odaklı tasarım yapması gerektiği kadar bizim de (kendimizi) tasarım odaklı düşünmemiz gerektiğini öğrenmiş olmalıyız mesela.

Bir tasarım insan odağından şaşarsa tasarım olamaz. Her insan kendine özel tasarımı hak eder. Tasarım
Bir tasarım insan odağından şaşarsa tasarım olamaz. Her insan kendine özel tasarımı hak eder. Tasarım

Masal hep aynı. Bir varmışla başlayıp insanoğlu onu yok etmişle devam ediyor. Bir deniz varmış insanoğlu doldurup binalar yapmış. Bir orman varmış insanoğlu yakıp oteller yapmış. Bir köy varmış insanoğlu yıkıp fabrikalar yapmış. Bir doğa varmış insanoğlu katletmiş. Bu süreçte masalın sonunda gökten düşen üç elmadan biri olmalı.

Yaşadığımız mekanlar, ortak kullanım alanları, kamusal alanlar distopyalara göre kurgulanmalı, düzenlenmeli. Çünkü ne yazık ki bir distopya var ettik. Ve bu durum mimarı/iç mimarı/tasarımcıyı köreltmemeli. Mimarlık; sanat ve bilimin bileşenidir. Birinin eksik kalması hayat damarlarımızı zedelerken biz ikisinden de yoksun kaldık.

Tasarımcılar işini yapabilmeli. Çünkü günlük hayatta karşımıza çıkan yapılar, mekanlar, eşyalar hatta yollar, bitkiler hayatımızın tamamında yer alıyorken bunların tasarımdan uzak olması bizleri, sizleri körleştirir. Hayal gücünüz, düşünceleriniz, hisleriniz, hayatınız neden dar kalıplar içinde şekillensin ki?